Âdem babamızın cennetten çıkarılıp dünyaya gönderildiği andan itibaren bir arayış içindeyiz. Cennete uygun yaratılan insan, dünya imtihanında sürekli cennet rahatlığını yakalama peşinde; çünkü ilk insanın yapısına işlenen rahatlık bizim de özümüze sinmiş.
İnsanın dayanma eşiği geniş değil. Bu nedenle Yaratan, insana kaldıramayacağı yükü vermemekte. Bitki ve hayvanların dayanma eşiği bizimkinden daha geniş ve güçlü. Bir ağaç dikilir, büyür, yeşerir; asırlarca sıcakta kalır, soğukta üşür, kasırgalarla sarsılır ama yine de yaşamaya devam eder. Bitkiler ve hayvanlar bu dünyaya uyumlu yaratılmışlardır. Yaşama bilgileri kendilerine önceden verilmiş. İnsan önce öğrenir sonra öğrendiğine göre yaşar.
Yanlış öğrenen insan, yanlış yaşar. Hayatı, öncesini ve sonrasını okuyamayan insan doğruyu da, huzuru da bulamaz. Gönderildiğimiz geçici sürgün beldede kalıcı olamama kaygıları taşıyor olmamız tuhaf bir tezat! Bu hayatın tekrarı yok, telafisi yok, geri dönüşü yok. Yeteri kadar ömür verilen insanın tek şansı bu hayatı iyi değerlendirmek.
İblisin vesvese verip aldattığı insanlar şu an dünyayı yönetmekte. İblis düzenini uzun zamandan beri kurmuş. Yaptığı yanlışlar kendisine hoş gösterilen insan, dünyayı ifsat etmekte lakin bunu iyilik adına yaptığını sanmakta.
Meşgul olamazsak acılarımızı dindiremeyiz. “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul (İnşirah 7).” İyiyle meşgul olmak tek çaremiz. Yoksa kötülük hayatımızı işgal edecek. İnsanların saatlerce kahvelerde zaman geçirmeleri, bilgisayar/telefon başında oyun oynamaları, içki içmeleri-uyuşturucu kullanmaları, intihar etmeleri birer kaçıştır. İnsanlık uçurum kenarında; ama farkında değil. Bazıları hakikate tutunurken çoğu uçurumdan yuvarlanmakta.
Kaygı duymamız için bütün veriler elde. Korkunç bir hızla dönen büyük kürenin üzerinde yaşamımız, günlük sıkıntılar, buhranlar, savaşlar insanların kaygı duyması için yeterli. Bu sıkıntılardan bilgi ve tecrübeyle sıyrılabiliriz.
Bazı düşünürler dinin insan üzerindeki etkisine bakarak “din afyondur” demişler. Bunun gerçeklik payı yüksek. Bu, tahrif edilmiş dinler için geçerli. Din insanın acısını dindirmek için vardır. Gerçek din; “okuyun, düşünün” der. Kıyas yapar, delil getirir. Dahası meydan okur ve asla taviz vermez. Yani uyandırır insanı, doğruya sevk eder ve huzura erdirir. Tahrif edilmiş dinler ise insanı yanlışla uyuşturup hem dünyasını mahveder hem de ateşe sürükler.
Sorunları bilmek gerekir doğru tedavi olmak için. Şu an ne’den kaçıyoruz ve gidişimiz nereye? Neden yanlış işlerle meşgul oluyoruz? Dünyada mutlu olmanın yolu yok mudur? Acı çekmeden yaşamamız mümkün değil mi?
Önce şunu bilmeliyiz; bu dünya tamamen mutlu olma beldesi değildir. Bazıları bela yurdu demiş bu dünyaya bazıları imtihan… Kurtuluş reçetemiz bellidir: Bilmek, uğraşmak, sabretmek, şükretmek ve sınırlara uymak. Hayatın manasını bilmek, iyi işlerle uğraşmak, sıkıntılara sabretmek, nimetlere şükretmek ve Yüce Allah’ın koyduğu hudutlara uymak. “Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur (Rad 28), Eğer şükrederseniz nimetimi artırırım (İbrahim 7), Takva sahiplerine korku ve hüzün yoktur (Araf 35). Din tembelliği asla kabul etmez ve sıkıntılara karşı sabırlı olunmasını tavsiye eder. Her sıkıntı inanana mükâfattır; ya sevap kazandırır ya günahlarını döker.
Yanlış isteklerimizi, önyargılarımızı ve menfaatlerimizi bir yana bırakmalıyız, doğruyu ve huzuru bulabilme adına. Yoksa hep bir kaçış içerisinde olacağız. Önemli olan doğruya kaçmaktır. Kaçışımız nereye olursa olsun dönüşümüz Allah’a (cc) olacaktır.