Anadolu’nun farklı şehirlerinden gelen öğrencilerin fakülte önünde ilk karşılaşmalarında belirsizliğin sessiz karmaşası vardı. Dört yıl boyunca birlikte eğitim alacak olan arkadaşlar tanışıyor, bu sırada herkes birbirini tartıyordu. Evden ayrılırken nice tembihleri kulağına küpe yapan Seher’in temkinli tanışma faslına etki eden, sadece bu tembihler değildi. Seher zor beğenen, kılı kırk yaran biriydi. Arkadaşlık için tanışmak sadece başlangıçtı, gerisi zamanın gergefinde nakış nakış işlenirdi. Herkesin rengi, ipliği farklıydı, kimlerin uyumlu olduğu yan yana geldikçe belli olacaktı. Benimsenen değerler, inançlar, beğeniler, davranışlar onları birbirinden uzaklaştıracak ya da birbirlerine yakınlaştıracaktı. Bu zaman yolculuğunda sevinçlerin, acıların gölgesi düştükçe gergefin üstüne, yakınlaşanların bağları kuvvetlenecek ve böylelikle kimi arkadaşlıklar sınana sınana dostluğa terfi edecekti.
Seher 54 kişilik sınıfta yakın arkadaşlık kurabileceği en fazla 7-8 kişi olduğu kanaatine vardığında içlerinden gerçek dostların çıkabileceği ihtimaline umutla gülümsedi. Zaman denilen şu yaşlı kurt, insanları tanıttıkça ihtimaller iyice azaldı. Belli ki yakın arkadaşlar edinmek umduğundan daha zor olacaktı. Allah’tan bu istek Seher’in öncelikli gayesi değildi çünkü kaldığı yurtta arkadaşlar edinmişti. Onlar yetiyordu.
İkinci sınıfta Seher okulun ilk yılı ara ara selamlaştığı, bazen sohbet ettiği ama dikkatini çok çekmeyen Nurcan ile daha fazla vakit geçirmeye başladı. Seher’i Nurcan’a yaklaştıran şey, onun neşesiydi. Seher oldukça sıkıntılı bir dönemden geçiyordu, mutsuzdu. Ailesini çok özlüyordu ve maddi sıkıntılar yaşıyordu. Tüm bunlar yetmezmiş gibi şehrin kasvetini, mide bulandıran grisini bir metal bıçak gibi boğazında hissediyordu. Okuldan yana bir sıkıntısı yoktu ama ailesine yük olmamak için çalışmaya başlayınca derslerinden biraz geri kaldı. Devam zorunluluğu olan bazı derslerden kalınca bir dönemlik iş macerasını sonlandırdı. Okulun ilk yılı yeni bir çevre, yeni insanlar derken daha kolay geçmişti ama bu yıl ruh sıkıntısı tüm benliğine kök salmıştı. İşte böyle zamanlarda Nurcan’ın neşeli tavırları oksijen püskürterek kasvetli bulutları dağıtan yemyeşil ağaçlara dönüşüyor, içi ferahlıyor, nefes alabiliyordu. Nurcan neşeli, güleç yüzlüydü, insan onun yanında uzun süre hüzünlü kalamazdı, kederi dağılır giderdi. Onun neşeli karakteri, kıpır kıpır oluşu çevresindeki insan sayısını arttırıyordu. Bazen Nurcan’ın etrafındaki gereksiz kalabalık Seher’i ziyadesiyle yoruyordu.
Seher’e gurbette geçen her an daha da zor geliyordu. İkinci yıl, üçüncü yıl derken alışmış olması gerekirdi ama evine özlemi hiç azalmıyor, aksine hayat takviminden eksilttiği her yaprak hasretine hasret katıyordu. Nurcan evde kalıyordu; bu yüzden onu ziyarete gittiği zamanlarda kendini, evine gitmiş gibi sayar, annesini mutfakta yemek hazırlarken hayal ederdi. Çaydanlıkta demlenen çayını tazelerken terliksiz yere basmanın keyfini çıkartırdı.
İki arkadaş genellikle derslerden artakalan zamanları fakültenin bahçesinde geçirirlerdi. Vakit dengini alınca biri evin, diğeri öğrenci yurdunun yolunu tutardı. Nurcan evde kalmasına rağmen arkadaşını nadiren evine davet ederdi. Seher bunun farkındaydı, içten içe gönül koyuyordu ama belli etmiyordu. “Acaba” diyordu kendi kendine; “Ev arkadaşlarından hoşlanmıyorum diye mi Nurcan beni evine davet etmiyor?” “Öyledir herhalde” diye cevaplıyordu kendi sorusunu. Hakikaten ısınamamıştı onlara, zaten sırf kendini evinde hissetmek için giderdi yoksa az ve eski eşyalı öğrenci evinin pek bir cazibesi yoktu ama yine de Nurcan’dan onu sık sık davet etmesini beklerdi. Seher hayal kırıklığıyla cevaplanan bekleyişlerini, çıkarlar üzerine inşa ettiğini fark edince kendinden utandı, beklenti içinde olmasından dolayı kendisine kızdı ve “arkadaşlığa halel getirmemeliyim” diyerek kötü düşüncelerden sıyrıldı.
Nurcan’ın köylüsü Ayla aynı fakülteyi kazanınca ailesi onu, Nurcan’ın yanına bıraktı. Seher’in içinden bir his artık Ayla’yı sık sık göreceğini söylüyordu. Nitekim öyle de oldu. Ayla, Nurcan ablasına hayrandı, onu kendine örnek alıyor, peşinden ayrılmıyordu. Yeni geldiği bu koca şehirden gözü korkmuştu.
Bir gün Nurcan, memleketine göndereceği koliyi taşımak için Seher’den yardım istedi ve ikisi birlikte ders bitiminde eve geçtiler. Nurcan koliyi toparlamak için odasına geçince Ayla ile Seher salonda baş başa kaldı. Ayla onlardan üç yaş küçüktü, karakteri de tam oturmamış olsa gerek davranışlarıyla ergenlik çağındaki bir kız çocuğunu andırıyordu. Nurcan’ı çok sevdiği belliydi, “Nurcan ablam çok iyi biri… beni şuraya götürdü… Bana şunu aldı…” diye heyecanla anlatıyordu.
Kısa bir süre sonra Ayla’nın hayranlık ve minnet dolu cümleleri yerini Seher’in Nurcan ile arkadaşlıklarını sorgulayan cümlelere bıraktı. Seher, Ayla’nın kıskançlık duygularını fark etti ama bunu çok çocukça bulduğu için ona kızamadı bile. Ailesinden, doğduğu, yaşadığı topraklardan çok uzaklarda, yabancı bir şehirde tek başına kalan bir kız çocuğunun Nurcan’a sıkıca tutunmasını ve onu ablası yerine koymasını anlayabiliyordu. Ayla’yı bu düşüncelerinin merkezine koyup tahlil ederken karşısında hiç susmadan konuşan garip bir kız olduğunu gördü ve o garip kızın ilginç sorusuyla düşüncelerinden sıyrıldı.
– Seher abla sen mi daha zekisin, Nurcan ablam mı?
Seher bu sorunun cevabını aslında çok iyi biliyordu. Üniversite giriş sınavından aldığı puan Nurcan’ın puanından daha yüksekti. Nurcan verilen ödevlerin birçoğunu ondan kopyalardı. Vize ve finaller öncesinde birlikte ders çalışırlarken konuyu anlamayan ve sorular soran daima Nurcan olurdu. Ondan daha iyi olduğunu biliyordu ama bu nasıl söylenebilirdi ki? Söylenmezdi elbet. “Ben daha zekiyim” denir mi hiç! Böyle bir lakırdı arkadaşlığa da sığmazdı. Şakası bile aralarının açılmasına sebep olabilirdi. Ayrıca şu an karşısında Nurcan’a hayran, ona bağlı, hatta bağımlı küçük bir kız kardeş vardı. Nurcan ile arkadaş olmasaydı bile Ayla’nın gözünde Nurcan’ı küçük düşüremez, onun imajını sarsamazdı. Biraz düşündü ve tebessümle cevap verdi:
– Bilmiyorum.
Ayla bu cevabı beklermişçesine atıldı,
– Ben biliyorum, Nurcan ablam söyledi, o daha zekiymiş, senin not ortalaman 2,63’müş, onunki ise 2,64!
Seher’in şaşkınlıktan dili tutuldu. Tam o sırada odasından koliyi iteleyerek çıkarmaya çalışan Nurcan’a, en yakın arkadaşına gözü takıldı. Neye daha çok şaşırdığını düşünüyordu: Arkadaşının kendisinin bile bilmediği, merak edip bakmadığı not ortalamasını bilmesine mi yoksa kıyaslama yapıp böyle bir şey söylemesine mi? Şimdi sorması gereken bir soru daha vardı: “Nurcan, ne zamandan beri bunu takip ediyordu?”