Anneannem 43 yaşındaki eşini, kendisi de 37 yaşında iken kaybetmiş ve ölene kadar da kocası için ağlamış bir kadıncağız. Kocasını çok seviyormuş. Hayattayken dayım ona latife yaparmış: “Anne sen ölürsen seni kendi babanın yanına defnedeceğim” diye. Dayım öyle dermiş de rahmetli buna çok kızarmış. Kızlarına da “sakın ha beni kendi babamın yanına gömmeyin, kendi babanızın yanına gömün” dermiş.
Dedem vefat ettiğinde küçük teyzem üç aylıkmış. En küçüğü üç aylık en büyüğü on beş yaşında yedi çocuk büyütmüş ninem. Merhametli, sevecen, çalışkan, fedakâr, cömert bir Erzurum kadını imiş. Misafirine ikram etmekten çok mutlu olurmuş. Misafir daha gelmeden onu intizar eden bir kadın. Çaydaki uzun çöpten, dala konan alacakargadan misafirin geleceğini anlar, o gelmeden misafiri için hazırlık yaparmış.
Resmi ideoloji bu toprakların hatırı sayılır miktardaki insanı için acı, ayrılık, zor, zulüm ve yokluk anlamına geliyor. 43 yaşındaki kocasını 37 yaşında kaybeden ve yedi çocuğu tek başına büyütmek zorunda kalan bir köylü kadın için bu demek en azından.
Anneannem ideoloji falan bilmez. Eşine olan sevgisi ve saygısı, çocuklarına olan düşkünlüğü vardır elinde hayata tutunmasını sağlayan. Hatta kocasını daha 43’ünde bir ideoloji yüzünden kaybettiğini dahi bilmez. Bildiği şudur: Bir başvekil var, Anadolu insanına yakın gelmiş, onların duygularına dokunmuş. Onlar da onu sevmişler ve hürmet etmişler. Sonra o başvekil asılmış. Onu çok seven kocası da buna çok içerlemiş, çok üzülmüş ve bu üzüntü ile kalp krizi geçirerek vefat etmiş. Dedem haberi ilk radyodan almış, sonra da gazetede okumuş. Anneannemin anneme anlattığına göre o haberin yer aldığı gazeteyi birkaç gün boyunca cebinde taşımış. Okur okur ağlarmış. Bu ağlamalar birkaç gün sonra nihayete ermiş işte. Dedem bir sevdiğinden ayrılmış, başka bir sevdiğine kavuşmuş. Çocuklar yetim kalmış. Daha önce pek çoklarının çocuklarının yetim kaldığı gibi.
Kimi kimden kurtarmışsınız? Kimi kimden kurtarmışlar? Öyle ya, darbeyi yapan devletlûlar bizim koruyucularımız olarak her daim bizi korumak ve kollamak görevini kendilerinde görmüşler. Ama kimden koruyorlar bizi? Yoksa bizi bizden mi korumuşlar (!) yıllarca. Darbeler bu ülkenin insanından çok şey götürmüş. Ninemden dedemi almış, annemden ve onun kardeşlerinden babalarını. Ve diğerleri, idam edilenler, sürülenler, ömür boyu hapse mahkûm edilenler. Acı, acı, acı ve ayrılık, ayrılık, ayrılık.
Biliyorum zihinlerinin karanlık dehlizlerinde, yüreklerinin örümcek ağı tutmuş küflü koridorlarında hâlâ darbe özlemi taşıyan insanlar var. Buna daha yeni, üç beş yıl önce 15 Temmuz gecesi tanklar şehirlerimizin sokaklarında yürürken, vatan evlatlarının üzerinden geçerken balkonlarından onları alkışlayan insanların görüntülerinde tanık olduk. Darbenin iyisi kötüsü olmaz. Darbe kısa vadede, belki darbe yapanlar ve onların bir kısım destekçileri için lehte sonuçlar doğuruyormuş gibi gözükebilir. Ancak orta ve uzun vadede onlar da dâhil olmak üzere ülkeye, insanımıza yani bize, hepimize kelimelerle anlatılamayacak oranda kayıplara neden olmaktadır. Bugün hâlâ pek çok sorunla boğuşuyorsak, pek çok meselenin üstesinden gelememişsek darbelerin bunda payı çok hem de çok büyüktür.
Bu noktai nazardan bakıldığında Cumhuriyet Türkiye’sinde darbelerin anası olması bakımından sanık sandalyesine konması gereken ilk darbe 27 Mayıs’tır. Her ne kadar birileri onu iyi ve gerekli bir darbe (!) olarak nitelese de bu kötücül mirasın başlangıcı odur. Bu nedenle her zaman diliminde, her ortamda, her bahiste onun yargılanması, mahkûm edilmesi ve telin edilmesi gerekir. Hem de onu destekleyenlerle birlikte. Anneannelerimizin, dedelerimizin, annelerimizin, babalarımızın, amcalarımızın, dayılarımızın, teyzelerimizin, bizlerin ve evlatlarımızın hakkı için bunu yapmamız gerekir.