Eğitim
Acıların İzindeki Öğretmen-1
EKLENDİ
-:
Yazar:
Seyit Ahmet Uzun“Herkesin acısı kendisine büyüktür. Ve ateş düştüğü yeri yakar. Bir insanı büyük yapan ise başkasının acısını hissedebilmesi kadar, acılarına ortak olabilmesindedir.”
Ayın şavkı denizde yansıyordu. Gözleri uzaklara bakıyordu. Gecenin sessizliğinde yorgun bir ruhun hayalini yaşıyordu. Yüreğinde buruk bir hüzün vardı. İnsanların acılarına karşı duyarsız oluşunun acısını ta yüreğinin derinlerinde yaşıyordu. Bu duyguyla denizin kenarına geldiğinde rüzgârın esintisiyle yankılanan ses irkilmesine neden oldu. Heyecanla sağa sola bakınarak bağırdı:
“Kim, kim var? Çık, çık ortaya!”
Zeliha Öğretmen etrafını endişeli gözlerle kolaçan etti. Ama kimsecikler yoktu. Yalnız başına dolaşan bir köpeği gördü. Bütün korkusu gitti. Usul ve sevgi dolu adımlarla yanına doğru gitti. Köpek yumuşacık kahverengi yünleriyle çok tatlı görünüyordu. Ama gözleri…
Zeliha Öğretmen köpeğin başını okşarken gözleri dikkatini çekti. Buruk bir bakışı vardı. Sanki bu koskocaman dünyada bir başına olmanın hüznünü yaşıyordu. İnsanlık bir başkasının gözlerindeki hüznü görebilmekti Zeliha Öğretmene göre. Çünkü yalnız kendi mutluluğunu, sevincini, kazancını, geleceğini düşünenlerin bencil ve enaniyeti yüksek bireyler olduğu kanaatindeydi.
Bunun içinde gözlere ayrı bir önem verirdi. Öğrencilerini de bu şekilde ele alırdı. Gözlerindeki hüznü görmediği bir gence öğretmenlik yapamayacağının farkında olarak, derse girdiği ilk an onların gözlerinin içine içine bakardı. Ve hüznünü fark ettiği öğrencisini mutlaka teneffüste yanına çağırır, derdiyle dertlenirdi. İşte kalbini sevgiyle inşa eden Zeliha Öğretmen o gece de bu duyguyla yoğunlaşıyordu. Ona göre kalp bir insanın acılarının resmedildiği bir tuval olmalıydı. Şimdi, yalnız başına sokakta kalmaya mahkûm olmuş bir köpeğin resmi yansıyordu kalp tuvaline.
“Anladın mı ne demek istediğimi?”
Ses tekrar yankılanmıştı gecenin sessizliğinde. Şimdi önceki kadar endişelenmemişti. Çünkü yalnız değildi. Yalnızlık, acı veren bir arkadaştı. Kimsesizliğini hatırlatıyordu sürekli ve kimsesiz olmak ne büyük bir acıydı. Ama yine de şaşkın gözlerle etrafa bakınmadan edemedi.
“Acaba kim benimle konuşuyor? Duygularımı nereden biliyor?”
Köpeğin tüylerini okşarken bir yandan da sesi anlamaya çalışıyordu. O gece yalnızlığını paylaştığı arkadaşı havlayarak elini yalamaya başladı. Sevgiye hasret gönül, kimin olursa olsun, hissettiği sevgiyi karşılıksız bırakmıyordu. O güne kadar duyumsamadığı bir dokunuşla gözleri ışıldamaya başlamıştı.
“Sevgini yuva yaptığın bu hayvana verebileceğin en değerli hediyeyi ver öğretmenim. Şimdi sana yarın geceye kadar bir ödev veriyorum. Dünyanın en büyük acısı nedir? Acıların izini takip ederek bunu bana bildir!”
Zeliha Öğretmen o güne kadar öğrencilerine kendisi ödev verirdi. Bu gece ise hiç tanımadığı ses kendisine bir ödev vermişti.
“Dünyanın en büyük acısı…”
Sesin söylediğini tekrar ederken yalnızlık arkadaşının sesi yeniden yükseldi: “Hav, hav, hav!” Zeliha Öğretmen eğildi, arkadaşının yanaklarından öptü. Yüzünü, tüylerini severken onunla konuşmaya başladı.
“Hey sevgili arkadaşım sana bir isim verelim mi? İsimsiz arkadaş olmaz değil mi? Bak sana nasıl bir isim düşündüm, biliyor musun?”
“Hav, hav, hav!”
“Bak sen şuna hele! Bir de bilmişlik taslıyor. Söyle bakalım o zaman, sana vereceğim isim nedir?”
Köpek sadece bir defa, o da uzun bir şekilde havladı: “Havvvvvv!”
“Vay be gerçekten çok akıllıymışsın vallahi! Evet senin de bildiğin gibi sana bundan sonra “Yalnız Dost” diyeceğim. Bu gecenin karanlığında yalnız başına gelip benim dostum oldun ya! İşte bundan dolayı sana bu ismi verdim Yalnız Dost! Eee şimdi söyle bakalım, senin gidecek bir yerin, sahibin, yuvan yok mu? Boynunda tasman olmadığına ve hiçbir boyunduruk izi görülmediğine göre sahipsiz ve kimsesizsin. Anladım, onun için buradasın ve tek başınasın.”
Zeliha Öğretmenin sözü bitmişti ki Yalnız Dost uzun uzun havlayarak oradan uzaklaşmaya başladı. Onun birden gitmesine anlam veremeyen Zeliha Öğretmen arkasından bağırıyordu:
“Yalnız Dost, Yalnız Dooost!”
Haykırışları gecenin karanlığında yankılanıyordu.
“Hey Zeliha kızım, Zeliha kalk bakalım ne oldu, niye bağırıyorsun? Yalnız Dost kim? Hayrola kızım, kalk!”
Başında beyaz tülbendi ve yüzünde şaşkın bir ifade ile İklima Hanım kızının haykırışına gelmişti. Sabah namazı için uyandığından tülbendi de başındaydı. Zeliha ter içinde kalktı. Sağa sola baktı. Açık pencereden esen tatlı bir rüzgârın esintisiyle titredi. Üstüne ince pikeyi aldı.
“Anne Yalnız Dost nerede? Ben burada ne yapıyorum? Of Allah’ım! Gördüklerim sadece rüyadan ibaretmiş.”
“Kızım Allah aşkına ne olduğunu anlat, beni de meraktan çatlatma!”
“Anneciğim bu gece garip bir rüya gördüm.” deyip rüyasını olduğu gibi anlattı.
“Yani sana rüyanda ödev verildi, öyle mi? Acıların izini süreceksin ve dünyanın en büyük acısını bulacaksın?”
“Evet anne aynen dediğin gibi ödevim bu! Bakalım nasıl üstesinden geleceğim…”
“Kızım herkesin acısı kendisine büyüktür. Acıların büyüklüğü yaşanılır olmasıyla ölçülür. Bir evde ölüm büyük acıyken diğer evde hasta veya engeli bireyin olması büyük bir acıdır.”
“Doğru diyorsun anne rüyamda da bu sözü de duymuştum. Hatta bir atasözümüzle bu düşünce pekiştirilmişti. “Ateş düştüğü yeri yakar.” İşte acaba en büyük acı yaşanılan acı mıdır?”
“Kızım ödevin gerçekten zorluymuş. Hadi bakalım şimdi sabah namazını kılalım da sonra acıların izini sürersin…”
Daha İklima Hanım sözünü bitirmemişti ki açık pencereden Saba makamında okunan ezan uyanık yüreklere bir dinginlik vermek için şehrin semasında yankılanıyordu. Zeliha Öğretmen ve annesi sustular. Ezan bitinceye kadar sessizce dinlediler. O gün, Zeliha Öğretmen için ayrı bir anlam ve önem ifade ediyordu. Bu akşama kadar okuldaki derslerinin dışında bir sorumluluğu daha vardı: En büyük acının ne olduğunu bulmak…
Her zamanki gibi derse girdiğinde güler yüzlüydü. Sevgi ve umut depoladığı yüreğinden pozitif enerji rüzgârı oluyordu çiçeklerine. Ve çiçekler sevgiyle yeşerirdi. Derse başlamadan önce yine gözleri sınıfı bir radar gibi taradı hızlıca. Çiçeklerinin o munis yüzlerini inceledi. Derse başlar gibiydi ama hissettirmeden de gözlerdeki duyguları takip ediyordu.
Pencere kenarında oturan, her zaman neşeli haliyle sınıfa canlılık katan sevgi dolu Esma çok durgun görünüyordu. Ders boyunca öğrencisini izledi. Durgunluk ona yakışmıyordu. Ders bittiğinde dışarıya çıkarken Esma’yı yanına çağırdı:
“Yürüyebilir miyiz Esma?”
“Hocam bugün neşem yerinde değil, müsaade ederseniz yalnız kalmak istiyorum.”
“Zaten ben de bunun için konuşmak istiyordum Esma! Bir öğretmen öğrencisinin duygularını anlamıyorsa ona öğretmen değil bilgi tüccarı derler. Sen, beni öğretmen mi yoksa bilgi tüccarı mı görüyorsun?”
“O nasıl söz hocam! Siz tabi ki öğrencilerinin yüreğine dokunabilen saygıdeğer bir öğretmensiniz. Aynı zamanda sizi çok seviyorum.”
“Öyleyse senden bir ricam olacak. Senin neşeni kaçıran olay nedir?”
Esma gözlerini öğretmeninden kaçırdı. Uzaklara baktı. Gözlerinden bir kuş uçtu, iki damla gözyaşı kanadıyla. İlk önce anlatmak istemedi. Ancak öğretmeninin samimiyetini bildiği için yüreğini sıkıştıran kara bulutlara bir aydınlık olur umuduyla anlattı:
“Öğretmenim, babam iflas etti. Çok zor durumda… Onun üzgün hali gözlerimin önüne geldiğinde nasıl neşeli olabilirim ki?”
Birlikte okulun bahçesindeki koca çınarın altına oturdular. Zeliha Öğretmen, Esma’nın başını omzuna yasladı. Saçlarını okşadı. Yüzüne baktı:
“Sevgili Kızım! Yüreği duyarlı kızım! Bundan daha doğal bir şey olamaz. Tabii ki insan ailesinin sıkıntı içinde olduğunu bilince rahat olmamalıdır. Onun acısını hissetmelidir. Ama müsaade edersen bir konuyu seninle paylaşmak isterim.”
Öğretmeninin ricası Esma’yı şaşırttı. Dikkatli bir şekilde gözlerine baktı. Onun gözlerinde kendisinin üzüntüsüne duyduğu hüznü gördü.
“Tabi öğretmenim sizi dinlemek beni rahatlatıyor.”
Esma’nın kendisini dinlemeye hazır olduğunu görünce derin bir nefes aldı. Konuşmaya başladı:
“Bak sevgili Esmacığım, insanlar zaman zaman böyle acılar yaşar. Ancak bu telafisi mümkün olmayan bir durum değildir. Ticaretle uğraşan insanlar bazen böyle zor günlerden geçebilir. Ancak onlar bir şekilde çıkış yolu bulurlar. Şimdi sen babana destek çıkıp onun sorununu halledebilecek bir güçte misin?”
Soru zor taraftan gelmişti. Esma durdu, düşündü:
“Hayır öğretmenim! Benim buna gücüm yok…”
“Peki devam edelim o zaman; baban seni böyle üzgün gördüğünde acısı daha da artmaz mı?”
“Artar artmasına ama hissiz de olamam ya!”
“Evet doğru diyorsun, hissiz olunmaz. Ama karalar bağlayarak acıların üstesinden de gelinmez. Sen bu şekilde derslerden geri kalıp babanı daha fazla üzebileceğini düşünmüyorsun herhalde? Benim önerim babanın acısının farkında ol ama kendini koyuverme! Senin başarısızlığının, babanı, iflası kadar üzebileceğini unutma! Seni seviyorum duyarlı yürek!”
O sırada zil çalmıştı. İki arkadaş gibi sınıfa girdiler. Esma o ders tekrar kendine gelmiş, dersine odaklanmıştı. Hisseden bir yürek, umutsuzluk çölünde bir pınara dönüşüyordu.