İnsan, ezelî olmayan ebedî bir varlıktır. Ezelî olmadığından, önceki durumları (zaman-mekân açısından) kavrayamaz; çünkü ilk yaratılışa şahit edilmemiştir. Ezel kavramının zamanla ilgisi yoktur. Ezelin Mutlak’la, zamanın mahlukla alakası vardır.
İnsan anların ördüğü bir dantelâdır. Mutlak değildir, kesintilidir. Kesintilik, değişken olmaya sebeptir. Değişken olan da mutlak (hatasız) bir eser meydana getiremez. Yaratan, bizim için var olan tüm zamanları bir anda yaşar. Zaman ve mekân üstüdür. Bütün anları daima bir anda yaşamak, daha da mutluluk verici olsa gerek…
“Tecrübe edilmiş bilgileri (doğruları) tecrübe etmek aptallıktır”.
“Tecrübe edilmiş bilgileri (doğruları) tecrübe etmek aptallıktır”. Yalnız, doğrulara ulaşmak da uğraş gerektirir. Denemeden tecrübelere ulaşmak imkânsızdır. Doğrulara ulaştıktan sonra şüphelerden arınmak lazım. Yoksa kısır döngüden kendimizi alamayız. Bu sebeple haber getiricilere (peygamber) uymak insanı bunalımlardan zararsız kurtarır.
Okumak-bilmek sadece gözle olmaz. Ellerin okuması farklıdır, kulaklarınki farklı… Akıl, duyu organlarından daha ötelere yol alır. Kalp daha ilerilere… Okumak, akla tat verir, güzel yemekler dile, ibadetler kalbe… Aklın tat alması ya da acı çekmesi bedeninkinden çok daha farklıdır. Kalbinki ise daha da tarifsizdir: Cennete girmek ya da kıyameti yaşamak gibi bir şey.
Akıl gözüyle bakmak, etrafı at gözlükleriyle seyretmeye benzer. Kalp gözüyle bakmak ise açısız görmektir. Beden gözlerini dile getirmeye bile gerek yok.
İnsanı Yaratan’la karşılaştırmak, ışığı gölgeyle karıştırmak gibidir. “Eğer atlar bir araya gelip kendilerine bir tanrı edinmek isteselerdi kesin ideal bir atı tanrı olarak kabul ederlerdi (tasavvur ederlerdi).” Kaos ve kozmos insan için söz konusu olabilir ama Yaratan için asla…
İnsanlar ruhlar âleminde farklı bir formattadır. Anne karnında değişik safhalardan geçer. Dünya hayatı farklı bir boyuttur. Berzah, mahşer-cennet-cehennem daha da farklı âlemlerdir. Şu an, yaşadığımız dünya hayatından öncesini hatırlamak zor. Peygamberler biraz da eskiyi (ruhlar âlemindeki anlaşmayı) hatırlatmak için gönderilmişlerdir. Bu ahit insanın; Allah’ı Rab, kendisini de kul kabul etme imzasını taşır. Bunu kabul eden ruhlar dünyaya gelebilmişlerdir, diğerleri değil… Çoğumuz “Biz bu muahedeyi hatırlamıyoruz” diyebiliriz. Şu an 60 yaşında olan bir insan dünya geçmişinden bile çok şeyi unutmuştur. Geleceği kavrayabilmekse imkânsıza yakındır.
İnsan bazı bilgileri kavrayamaz çünkü o bilgiler belleğine işlenmemiştir. Yalnız, bu ikilemden kıyasla kurtulabilir. Yaratan, ezel, sonsuzluk kavramlarını ihata etmemiz muhaldir. Bazı konuları ucundan yakalayabiliriz; ruh ve akıl gibi. Beden gözüyle her şeyi görüp bileceğini zanneden insan büyük bir yanılgıya düşer. Taklit hastalıktır, tahkik teşhis koymaktır (anlamaktır), teslimiyet ise tedavi olmaktır.
“İnsan unutmanın ve meyletmenin çocuğudur (ürünüdür).”
“İnsan unutmanın ve meyletmenin çocuğudur (ürünüdür).” İnsanın gelecekle ilgili büyük kaygılarından biri de “Cennete girersek sıkılmaz mıyız?” düşüncesidir. Dünyada ebedî kalmak isteyen insan acaba neden bu yersiz kaygıya kapılmaktadır? İnsan, Kur’an’a uyarak Allah’ın istediği gibi bir kul olur. Yani beşeriyetten Mutlak’a bir değişim yaşar. Tıpkı Mantıku’t-Tayr öyküsünde olduğu gibi. Bu sebeple Mutlak’ın ışığını alarak ebedîleşir ve sonsuz mutluluğa erer.