Bizimle İletişime Geçin

Sinema

Akkad’ın “Çağrı’sı” Devam Ediyor

19 Yaşında Halep’ten başlayan yolculuk yüzbinlerce Müslümanın ihtidasına vesile olan, Hz. Peygamberin mesajını çağın imkânları ile Dünya’ya yeniden duyuran, muvaffak bir yönetmen olarak yine Halep’te son buldu. Sinemanın önemini ve gücünü Müslümanlara her fırsatta hatırlatan Akkad’ın başlayamadığı projeleri genç kuşak sinemacılara bir vasiyet olarak kalmıştır.

EKLENDİ

:

Akkad’ın hayatını bir film ile anlatacak olsaydık nasıl başlardı film?

19 Yaşında Halep Havaalanında Hollywood’a gitmek üzere yola çıkan bir gencin babasıyla vedalaşması, babasının bir cebine para, bir cebine Kuran-ı Kerim koyması ile başlayan açılış sahnesi…

Ve baş yapıtı “Çağrı”nın açılış sahnesinde İslam’ın mesajının tüm Dünyaya yayılmasını temsilen üç atlının farklı yöne gitmesi gibi, yaptığı işlerin de kıtalar ve zamanlar aşmasını; Çağrı’nın o sahnesi ile ilişkilendirerek yaptığı film ile hayat hikâyesini birleştirdiğimiz bir final sahnesi…

Ya da…

Mağribin kum taneleri ile bizlere çöllerin eşsiz hikâyelerini anlatan bu şahsı, yine kum tanelerinin gökyüzüne doğru dağılışı ile kubbemizde bıraktığı hoş sadâyı şiirsel bir dille ifade edebileceğimiz bir sahne ile de başlayabilir.

Mustafa Akkad, İslam Dünyasının yetiştirdiği öncü sinemacı. Hasan Bin Sabit’in izinde hakikati çağın imkânları ile sanatla buluşturan usta yönetmen. Antepli anne ve Halepli babanın evladı olarak Halep’te 1 Temmuz 1930 yılında dünyaya geldi. İlkokul ve ortaokulu Halep’de  okudu. Çocukluğunda gezici sinemalar sayesinde sinema ile tanıştı. Genç yaşta okulda katıldığı tiyatro faaliyetleri ile de oyunculuktan ne kadar keyif aldığını keşfetti.

“Ben Halepli bir gümrük memurunun oğluyum. Babam birçok çocuğu aynı anda büyütmeye çalışan yoksul ve son derece namuslu bir adamdı. Babama sinemacı olmak istediğimi ve bunun için Hollywood’a gitmek istediğimi söyledim. 1940’ların Halebinde benim yaşadığım küçücük bir kasabada bu,  şakadan farklı bir istek değildi. Müslüman bir Arap’ın Hollywood’a gitmesi ve zincirlerini kırıp söz sahibi olması hayal bile edilemezdi. Babam beni ciddiyetle dinledi özlemlerime engel olmaya hiç kalkışmadan beni yüreklendirdi.”

Babası, Mustafa Akkad’ı  Halep’ten Los Angeles’a uğurlarken cebine 200 dolar harçlık koyar ve bir de eline ona rehber olması için  Kur’an-ı Kerim verir. “Hollywood davam bu veda anıyla başlamıştır. Onun ileri görüşlülüğünü ve ideallerime karşı verdiği içten desteği hayatım boyunca hiç unutmadım.” der.

Amerika’ya gelen Akkad Dünya’nın en prestijli sinema okulu olan, Kaliforniya Üniversitesi’nde tiyatro eğitimi alır, akabinde USC’de tiyatro lisansını tamamlar.  Akkad USC’de hayatını tamamen değiştirecek olan Kızılderili asıllı yönetmen Sam Peckinpah ile tanışır. ABD’nin ötekisi olan Sam Peckinpah ve Dünyanın ötekisi olan Akkad birlikte yola koyulurlar. Peckinpah onu Hollywood’daki film yapımcıları ile tanıştırır ve onun Amerika’da ki yol göstericisi olur. Akkad, uzun yıllar CBS televizyonunda çalışır. Yaptığı film ve belgeseller ile Lübnan’da Londra ve Hollywood’da ofis açarak kendi film şirketini kurar.

Hayallerini gerçekleştirmenin ve içindeki “Çağrı”ya cevap vermenin zamanı gelmişti. . .

Akkad’ın hayali, İslam’ı ve Hz. Peygamber’i anlatan, biçim ve içerik bakımından Dünya çapında bir film yapmaktır. “Her şey çocuğum doğduğunda başladı. Kafamda şöyle bir fikir oluştu: ‘Çocuklarıma dinlerini nasıl öğreteceğim?’ Ve o zaman kendi sorumluluğumu hatırladım. İşte Çağrı projesi böyle ortaya çıktı. Hem kendi çocuklarımın hem de başka çocukların geleceği için yaptım Çağrı’yı.”  Akkad’ı babasına verdiği söz ve sorumlu bir baba olarak da endişeleri, Çağrı filmini çekmeye yönlendirmişti.

“Herkes beni Amerikan sinemasının yaptığı türden İslam ülkelerinde gişesi garanti olacak destansı bir tarihsel filmi çeker gibi görürken, ben ise bilincimin arka planında bu film üzerinden dinime karşı çok önemli bir borcu ödeyebileceğimi tasarlıyordum. 750 milyon insanın bağlısı olduğu bu yüce din Batı’da o kadar kötü ve yanlış tanınıyordu ki bu negatif bakış açısını dürüst ve etkili bir filmle kırmayı kendime öncelikli bir görev edindim. Batılılar İslam’ın ne denli şefkatli bir din olduğunu mutlaka anlamalıydılar. Nitekim “Çağrı” bu misyona yıllarca hizmet etti.”

Filmin Hikâyesi

İslam’ın özünü, ilkelerini Hz. Peygamberin hayatı üzerinden anlatmayı hedeflediği bu filmi çekerken yine İslam’ın temel ilkelerine riayet edilmesi gerekiyordu: İşi ehline vermek, işi ihsan ile yapmak…

Akkad, Filmin müziğinin bestelenmesinden oyuncuların seçimine kadar her konuda çok itina gösterdi. Teknik ekibini oluşturmak için de Dünyanın en iyilerini bir araya getirmişti.

Filmin senaryosu İslam Dünyasından birçok insanın katkılarıyla Tevfik el Hâkim ile Katolik İrlandalı ünlü senarist Harry Craig birlikte yazdı, fetva almak üzere Ezher ulemasına gönderildi. Ezher – Hz. Peygamberin canlandırılması ile ilgili fetva verecek olsa bile- Akkad bunu istemiyordu. Hz. Peygamberin görüntüsünün kullanılması, izleyicinin muhayyilesini sınırlandırabilirdi.

Bu noktada Akkad, İslam sanat geleneğine sadık kalmıştı. Mücerret bir Allah inancına sahip olan İslam’ın sanat anlayışı da asırlardır mücerret şekillerle kendini göstermişti. Müslüman sanatkârlar, fazla tabiatçı ve realist bir sanat anlayışının Müslüman hislerini ve zevklerini dile getirmede yetersiz kalacağını düşünüyorlardı. Sinema gibi nev-zuhur  bir görsel sanatın, soyut bir sanat anlayışına sahip bir gelenekle buluşturan Akkad,  özgün ve öncü bir sinema dili oluşturmuştu.

Filmin Müzikleri

Dinleyiciyi asırlar öncesine taşıyan, kum taneleri üzerinde yürüyormuş hissi veren o efsanevi müziğin bestecisi Maurice Jarre idi. Akkad, Jarre’a teklif götürünce Jarre şu şartlarla kabul etti: “Çölün atmosferini ruhumun derinliklerinde hissetmeden tek bir nota bile yazamam. Benden başka hiç kimsenin olmayacağı, son derece sessiz bir mekân ayarlanmasını istiyorum” dedi. 2 ay boyunca çölde yaşayan Jarre, İslam Tarihi ile ilgili eserler de okudu.

Maurice Jarre üç Oscar ödülünün sahibi, Doktor Jivago (1965) , Ghost(1990) filmlerinin unutulmaz müziklerinin de bestecisidir.

“The Message/Çağrı” albümünün müzikleri İngiliz Filarmoni Orkestrası tarafından icra edildi.

Jarre “Çağrı” tecrübesi ile alakalı şunları söylemişti:  “İslam dininde Hz. Peygamberin resmedilmesi yasak olduğu için, O’nu ortaya koyacak müzik de onu saygın bir şekilde anlatmalıydı. Ben hayatımdaki en güzel müziği yaptım.”

Oyuncular

Akkad, Çağrı filmi için çok iddialı bir oyuncu kadrosu oluşturmuştu. Bu kadrodan en dikkat çeken isim hiç şüphesiz Hz. Hamza rolünü canlandıracak olan Anthony Quinn idi. Quinn gibi bir oyuncunun İslam’ı konu alan bir filmde rol alması, filmin Dünya çapında ses getirmesine de katkı sağlayacaktı.

Hz. Hamza rolü ile olağanüstü bir performans sergileyen Anthony Quinn, John Berger’in Görme Biçimleri kitabında anlatıldığı gibi imgenin gerçeğin önüne geçmesi meselesinin iyi bir örneğini teşkil etmişti.

Çağrı’yı sinema tarihinde farklı kılan özelliklerden biri de aynı anda, aynı sette, ayrı oyuncularla farklı bir film çekiliyor olması idi.  Batı dünyasına ve Arap dünyasına sunulmak üzere Çağrı, iki farklı oyuncu grubu ve küçük senaryo farklılıkları setteki yerini almıştı. Uluslararası pazar için uluslararası oyuncular, Arap dünyası için Arap dünyasının saygın oyuncuları ile eş zamanlı çekimler yapıldı. İngilizce yapılan çekimlerde Hz. Meryem ile ilgili ayetlerin ve yaklaşımların yer alması Akkad’ın, tüm Dünyaya nüfuz edebilmek için gösterdiği çabanın bir tezahürü idi.

Tüm Zorluklara Rağmen…

Tüm bu hazırlıklar ve emekler ciddi bir bütçe gerektiriyordu. Gerekli maddi desteği bulabilmek adına Akkad, beş yıl boyunca ülke ülke gezdi. Sonunda Suudi Arabistan devleti filme destek vermeyi kabul etti. 1970’lerin ilk yarısında 28 ülkeden 1000’e yakın oyuncu ile Çağrı filminin çekimlerine Fas çöllerinde başlandı.

Dönemin Mekke ve Medine’sine benzetilen setlerin kurulumu, 500’e yakın işçi ile aylarca sürdü. Çağrı filminin henüz 15 dakikalık kısmı çekilmişti ki Suudi Arabistan tüm desteğini çekti. Akkad, yaşanan bu üzücü hadiselerden yılmayıp filmin finanse edilmesi için Libya Lideri Muammer Kaddafi’nin kapısını çaldı.

“İslam garip geldi, gariplerin içinde büyüdü bizim de başımıza gelenler çok garip. Bizi daha çok garip bırakmayın bize destek olun.” diyerek Hz. Peygamberin İslam’ın ilk döneminde yaşadığı zorluklar ile filmin serüvenini birbirine benzetmişti. Çekilen 15 dakikalık bölümünü Kaddafi’ye izletti ve “Çağrı filmini ben çekemezsem kimse çekemez, Müslüman olarak Hollywood’da bir tek ben varım.” dedi. Kendinden emin duruşu ile Kaddafi’yi ikna etmeyi başaran Akkad, film ekibini çekimlere kaldıkları yerden devam etmek üzere Libya’ya getirdi.

Çağrı İzleyici ile Buluşuyor

Çağrı filminin çekimleri 1976 yılında başarı ile sona erdi ve filmin Batı ülkelerinde 1977 yılında seyirci ile buluşturulması planlandı. Ancak filmden tek bir kare bile izlemeyen bir topluluk “Hz. Muhammed’in filmde bir oyuncu tarafından canlandırıldığı” gerekçesi ile Washington’da bir sinema salonunu işgal etti.

Akkad, El-Ezher üniversitesinden aldığı onay fetvası ile filmi Chicago’da gösterdi. Söz konusu fetva aynı zamanda filmin giriş jeneriğinde de gösterildi.

Çağrı, nihayet 1979 Kasım’ında Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Merkezi’nde Mustafa Akkad’ın katılımıyla Türkiye’deki ilk gösterimini gerçekleştirir. Film Türkiye’de büyük bir ilgiyle karşılanır ve 1 yılı aşkın süre gösterimde kalır.

Çağrı’nın Önemi

Çağrı, görsel bir siyer anlatısıdır. Bugün Hz. Peygamber dönemine dair bir şey düşündüğümüzde zihnimiz, Çağrı filminin platosunda gezinir. Filmin her bir detayı muhayyilemizin ortak paydasını oluşturur.

Başrolü görünmeyen bir film, sinema tarihi için çok özgün bir anlatım biçimidir. Hz. Peygamberin varlığının duyumla hissettirildiği filmde O; görünmez, konuşmaz fakat  bakış açısı izleyiciye her sahnede hissettirilir. Yüzü görülmeyen bir kişiye karşı seyircinin ilgisi,  Hz. Peygamberin ilkelerine yoğunlaşır ve varlığının hissiyatla duyurulması daha mutmain edici bir sonuç verir.

Film baştan aşağı epik bir formla çekilmiş olsa da seyirci tarafından lirik bir hissiyatla izlenmiştir. Yusuf Kaplan’a göre, Akkad’ın benimsediği estetik dil, epik bir film çekme hikâyesi, bütün bir Holywood’un konvansiyonlarını, kodlarını ve putlarını yıkmaktadır. Filmin bütünlüğü epik ile yakalanmış, derinliği ise o epiğin gizlediği şiirsellikle verilmiş ve form, anlamın önüne geçmemiştir.

Filmi birçok kez seyredenlerde, yaşam tecrübesinin genişlemesiyle her seferinde farklı karelerde izleyicilerin dikkatlerinin artması çok katmanlı bir senaryonun başarılı bir şekilde beyaz perdeye aktarıldığını göstermektedir.

Çağrı filmi yüzlerce insanın Müslüman olmasına vesile oldu. Özellikle Amerika’da filmi izleyen siyahiler arasında Müslümanlık hızla yayılmaya başlamıştı.

2003 yılında Irak’ın işgali sırasında Amerikan Deniz Piyadelerini Irak’a gönderen Pentagon, Çağrı Filmi DVD’lerinden 20 bin adet satın almış askerlerin seyretmesini sağlamıştır.  İslam’ı anlamak ve askerlerin nasıl bir ülkeye gittiklerini anlatmak için Çağrı’yı referans olarak görmüşlerdir.

Çağrı’dan Sonra

Çağrı’dan sonra Akkad,  Hollywood’a döner ve “Hallowen – Cadılar Bayramı” serisinin yapımcılığını filmografisine ekler. Akkad’ın Hollywood’daki bilinirliği bu seri sayesindedir.  Hollywood camiası Mustafa Akkad’a  “Cadılar Bayramı filmlerinin büyükbabası” lakabını vermiştir. Hallowen serisi kan ya da özel korku efektleri kullanmadan, sadece insanın ruhundaki şüphelerle oluşan korkuları ele alan filmlerdir.

Akkad, Çağrı filmini çektikten 6 yıl sonra Muammer Kaddafi’nin daveti üzerine Libya’ya gelir. Ve yine Kaddafi’nin desteği ile Libya’nın Şanlı Kahramanı Ömer Muhtar’ı, işgalci İtalyanlara karşı direnişini konu alan Çöl Aslanı: Ömer Muhtar filmini çeker. Mustafa Akkad, “Sinemanın tüm imkânlarını ve estetiğini kullandığım filmim Ömer Muhtar’dır.” demiştir.

Mustafa Akkad’ın çekmeyi planladığı, hayallerini süsleyen 3 büyük proje vardır. Bu projeler İstanbul’un Fethi, Selahaddin Eyyubi’nin Hayatı ve Endülüs’tür. Akkad, özellikle İstanbul’un Fethi filmine maddi destek bulabilme adına iki kez İstanbul’u ziyaret etmiştir. İstanbul’a Dünya çapında bir stüdyo kurulmasını ve bu platonun İstanbul’un tanıtımında kullanılmasını teklif etmiş fakat aradığı desteği bulamamıştır.

Selahattin Eyyubi filmi de O’nun için çok önemli bir projedir. “Selahattin Eyyubi İslam’ın öngördüğü cesaret, dürüstlük, adaletin önemli bir portresidir. Bugünlerde İslam, dünya kamuoyuna terörizmin kaynağı olan bir din olarak sunuluyor. Eğer Dünya tarihinde her anı terörizm ile bezeli bir din savaşı arayacak isek, bu savaş haçlıların masumlara yaptıklarıdır. Peki biz Müslümanlar, Haçlı Savaşlarına ganimet için katılan bir grup serüvenci nedeniyle, bütün Hristiyan dünyasını lanetliyor muyuz? Hristiyanlığa terör dini olarak mı bakıyoruz? Hayır. Selahattin Eyyubi filminin temel mesajı da bu olacaktır.” demiştir.

Kudüs ve İstanbul; İslam’ın bu iki büyük şehrinin hikâyesi Mustafa Akkad’ın kadrajından beyaz perdeye aktarıldığı zaman Dünya’ya etkisi nasıl olacaktı? Bu sorunun cevabı Akkad’ın şehadetinde gizli. Akkad, kızı Rima ile bir akrabasının düğününe katılmak üzere Ürdün’e gittiği sırada 9 Kasım 2005’te konakladıkları otelin lobisinde beklerken otel, bombalı saldırıya uğradı. Akkad ağır yaralı bir hâlde hastaneye kaldırıldı ve 2 gün sonra da vefat etti. AKKAD’ın naaşı memleketi Halep’te toprağa verildi.

19 Yaşında Halep’ten başlayan yolculuk yüzbinlerce Müslümanın ihtidasına vesile olan, Hz. Peygamberin mesajını çağın imkânları ile Dünya’ya yeniden duyuran, muvaffak bir yönetmen olarak yine Halep’te son buldu. Sinemanın önemini ve gücünü Müslümanlara her fırsatta hatırlatan Akkad’ın başlayamadığı projeleri genç kuşak sinemacılara bir vasiyet olarak kalmıştır.

Çok Okunanlar