1. Anasayfa
  2. Genel

Aksa Tufanı Operasyonu’nun Uluslararası Boyutu

Aksa Tufanı Operasyonu’nun Uluslararası Boyutu
0

Tarihi verilere göre Ortadoğu’nun en çetrefilli noktası Filistin coğrafyası olmuştur ve yaşananların arkasında, Yahudilerin burada bir devlete sahip olmak için üç bin seneden fazla süredir verdikleri mücadele durmaktadır. Nitekim geçen yüzyılda çıkan iki cihan harbinin her birinin hemen ardından Yahudiler bölgede devletleşme yolunda büyük adımlarla ilerleyince bazıları bu savaşları Yahudilerle ilişkilendirmiştir. Oysaki, kendilerine vaat edildiğine inandıkları bu topraklarda Yahudilerin devlet kurma teşebbüslerinin tarih boyunca hiç kesilmediğini söylemek isabetli olacaktır.

M.S. 70’teki Büyük Sürgün’den sonra Yahudiler bu doğrultuda defalarca girişimde bulunmuş ve nihayet 1948’de bunu başarmışlardır. Akabinde ortaya çıkan çatışmalar, 1967 ve 1973 savaşları ve ardından İntifada hareketleri çerçevesinde Araplar ile Yahudiler arasında pek çok kanlı olaylar gerçekleşmiştir.

İsrail devletinin kuruluşundan günümüze kadar geçen süre boyunca bölgede sular durulmamış, bir avuç Yahudi’nin bu başarısı sayısı milyonlarla ölçülen Müslümanlar ve Araplar arasında ciddi travmalara sebep olmuştur. Siyaset erbabından ilim ve fikir insanına kadar bölgede öne çıkan Müslümanları kendisiyle uğraşmaya mecbur bırakmış, adeta 1948’den bugüne coğrafyayı tümüyle rehin almıştır.

Gazze’de Hamas’ın askeri kolu Kassam Tugayları tarafından 7 Ekim’de başlatılan Aksa Tufanı operasyonu da bu çatışmalar dizisindeki en son perdedir.

Aksa Tufanı operasyonu yaklaşık bir aydır devam etmektedir. Bu geçen süre zarfında yaşanan gelişmeler, olayın geçmişine ve geleceğine ışık tutması bakımından önemli ipuçları barındırır. Yaşanan gelişmeler İsrail ve Filistin halkı kadar İslam ve Hıristiyan dünyasındakiler tarafından da ciddi ehemmiyet verilmekte ve yakından takip edilmektedir. Buna binaen, lokal olmasının yanı sıra konunun bölgesel ve küresel uzantılarının olması da göz ardı edilmemelidir.

İslam dünyasındaki uzantıları bakımından konu bağlamında akla Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve İran gelmektedir. Özellikle bunlardan ilk ikisi son zamanlarda İsrail ile ilişkileri ivme kazanan ülkelerdir. Son zamanlarda ulaşım konusundaki olumlu açılımlar çerçevesinde İsrail ile ilişkileri yumuşama seyrine giren Suudi Arabistan’ın İsrail ile görüşmelerde Filistin konusunu masada tutacağı ve çözüm arayacağı neredeyse kesindi.

Benzer şekilde, 20 Eylül’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısına katılmak için New York’ta bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu arasında gerçekleşen görüşmede liderler karşılıklı ziyaret konusunda mutabakata varmıştı. Bundan yaklaşık bir hafta sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanı Numan Kurtulmuş İsrailli mevkidaşı Amir Ohana ile Londra’da bir araya gelmişlerdi ve kısa bir zaman içerisinde Erdoğan’ın İsrail’e ziyaretinin altyapısı hazırlanmıştı. Bu ziyarette Türkiye İsrail ilişkileri kadar Filistin konusunun da gündem olacağı bilinmekteydi.

Türkiye’yi kazanma amacıyla İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka şartlarını toptan kaldırmasa dahi hissedilir önemli ölçüde hafifleteceği beklentisi yüksekti. Verilen mesajlara göre, Türkiye Hamas ile yakın ilişkilere sahip olmasına ve bu yüzden yer yer İsrail tarafından eleştirilmesine rağmen İsrail’den ciddi tavizler alacak ve asırlık Filistin davasında köklü değişimlere gebe olan adımlar atacaktı. Bu değişim, Türkiye’nin İslam dünyasındaki itibarını tescilleyecek kadar büyük çaplıydı.

Görünen o ki Türkiye ve Suudi Arabistan ile ilişkilerin normalleşmesi karşılığında İsrail’in vermeyeceği taviz yoktu. Sadece Ortadoğu’nun iki önemli ülkesi olmakla kalmayıp, tüm İslam dünyasında sözü dinlenen bu iki devlet ile ilişkilerin normalleşmesi, İsrail için sağlayacağı yakın ve uzak vadedeki çıkarları dolayısıyla hava ve su kadar zaruriydi. Böylece İsrail Müslümanlarla ilişkilerini belli bir istikrar ve güvenlik düzeyine getirebilecek, artık Ortadoğu’da sorun kaynağı olarak anılmaktan çıkıp tarihinde ve küresel ilişkiler ağında yeni bir sayfa açma imkânına kavuşacaktı.

Filistinliler üzerinde dominantlık kurmalarının sanal bir illüzyon olduğu, Filistin topraklarının tamamını ilhak etseler dahi çevredeki Müslüman Arap nüfusun tepkisiz kalmayacakları ve bu yüzden mevcut politikanın sürdürülebilir olmaktan çıktığı, toplumu sürekli tedirgin edip diken üzerinde tuttuğu ve ters göçü güçlendirmesi nedeniyle ciddi demografik kayıplara sebep olduğu İsrail’de bazı mahfillerde dile getiriliyor, oluşan yılgınlığa son verilmesi için çareler aranıyordu.

Medyaya pek yansımasa da, İsrail Batı karşısındaki pasif tutumundan birkaç senedir memnun değildi ve etrafının düşman toplumlar ve ülkelerle çevrili olma gerçeğinin kendisini Batı karşısında edilgen pozisyonda tuttuğunun farkındaydı. Bu durum İsrail’i yeni arayışlara iten faktörlerdi. Bu atmosferde, Müslüman ülke ve toplumlarla ilişkilerin gelişmesi İsrail için huzur ve istikrar kazanımının ötesinde, geçen yüzyılda kurulurken aldığı destek karşılığında Batı karşısında düştüğü tabi ve bağımlı durumuna son vermeye matuftu.

Ortadoğu’dan başlayarak küresel ölçekte dengeleri değiştirecek kadar bu ince ve hassas süreç sonucunda İsrail dış politikasında daha bağımsız ve öz-dengeli bir strateji geliştirebilme imkânına kavuşabilecekti. Nitekim son birkaç senedir İsrail’in Çin ile temasları mevcut destekçilerine alternatif arayışına girdiği şeklinde telakki ediliyor ve Batıda tedirginlikle takip ediliyordu.

İşte böyle bir ortamda patlak veren Aksa Tufanı operasyonu, 75 yıldır İsrail’in Filistin halkına uyguladığı enva-i çeşit hukuksuzluklara karşı bir öfke patlaması olmanın ötesinde, belki de farkında olmadan İsrail’i daha bağımsız ve etkin konuma getirecek bu süreci baltalamış, senelerdir İsrail’in ilmek ilmek dokuduğu bu stratejiyi çıkmaza sokmuştur.

Çatışmalarda Hamas’ın öldürdüğü insanlar, aldığı esirler, patlattığı binalar, yıllardır İsrail’in zorluklarla oluşturduğu ve hassasiyetle korumaya çalıştığı imajını zedelemesi vs. örnekler bir yana, adeta İsrail derin devletinin incelikle ve titizlikle oluşturmaya çalıştığı bu uzun vadeli güçlenme planını yerle bir etmiştir. Bu bağlamda, Batılı devlet yöneticilerinin ve uluslararası kurum yetkililerinin sırayla yaptıkları İsrail ziyareti, görünürde her ne kadar İsrail’e adeta cansiperane bir biçimde destek mahiyetinde değerlendirildiği gibi, sadece kendi çıkarlarını kollamak şeklinde de değerlendirilebilir. Şöyle ki bu ziyaretler, yıllar önce Batılılarca çizilen geleneksel çizgiyi İsrail’in değiştirmemesi talebini dile getirmek, ülke olarak ayakta kalması için kendilerine muhtaç olduğunu hatırlatmak, beklentilerini dinleyip belli ölçüde karşılayarak alternatif arayışından vazgeçirmek ve teyit mahiyetinde söz alma niteliğini taşıması şeklinde de değerlendirilebilir.

Operasyonun başlamasından günümüze kadar geçen süre zarfında Mısır, yakın komşu olmanın icap ettiği bazı beklentileri karşılamayarak pasif tutumuyla dikkat çekmiştir. Bu anlamda, sınır çizgisinde yaptığı askeri tatbikat İsrail’i caydırmaktan ziyade kendi iç kamuoyunda yükselen tepkileri bir ölçüde yatıştırmaya matuf olmuştur.

İlk andan itibaren Aksa Tufanı operasyonunun İran’ın desteğiyle gerçekleştirildiği İsrailli yetkililer tarafından dile getirilmiştir. Açıktan kabul etmeseler de, İran devlet erkânı ve Hamas yetkililerinin tutumu bu doğrultuda zımni bir intiba oluşturmuştur. Nitekim bu süreçte Müslüman ülkeler arasında en fazla trafik İran Dışişleri Bakanı tarafından gerçekleştirilmiş, Lübnan’da ve Yemen’deki uzantılı olduğu grupların da yaptıkları açıklamalarla adeta operasyonu İran sahiplenmiştir. Bu bağlamda, operasyon vasıtasıyla İran’ın üstünlüğü ele geçirmiş olduğu, Suriye ve Azerbaycan zemininde İsrail’e karşı uzun yıllardır mevki kaybetmesine misillemede bulunarak bir nevi iade-i itibar yaptığı, nitekim ilerleyen zamanda İsrail’in İran’a karşı düzenlemesi muhtemel operasyonuna da önleyici mahiyette olduğu ifade edilebilir.

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir