Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

ARAYA ARAYA BULSAM İZİNİ: CEMİL MERİÇ’İ VEFATININ 35. YILINDA ANMAK

Ağaç her gün meyve vermez. Konuşmayan ağaçlar da var. Ne dallarında çiçekler gülümser baharları, ne çiçeklerinde arılar dolaşır. Konuşmayan ağaçlar da var…

EKLENDİ

:

Arayı arayı bulsam izini,

İzinin tozuna sürsem yüzümü,

Hak nasip eylese görsem yüzünü,

Ya Muhammed canım arzular seni.

Yunus Emre 

 

1916 Hatay doğumlu Cemil Meriç Türk düşünce hayatının en özgün düşünürleri arasında yer alır.  13 Haziran 1987’de İstanbul’da vefat eden Cemil Meriç’in bugün vefatının 35. Yılı.

Cemil Meriç bir vicdan âdemi… Cemil Meriç bir isyan âdemi… Cemil Meriç bir arayış âdemi… Cemil Meriç bir sorumluluk âdemi… Cemil Meriç bir imtihan âdemi… Cemil Meriç bir mücadele âdemi… Cemil Meriç öğrenme sevdalısıbir âdem… Cemil Meriç bir çile âdemi… Cemil Meriç her şeyden Hakk âşığı bir âdem…

Cemil Meriç hem liselerde hem de akademide görev yapan bir bilge… Genç denecek yaşta rahatsızlığından dolayı gözlerini kaybetmiş ama umudunu asla yitirmemiş: Okuma yazma sorumluluğunu yerine getirmek için yoğun bir çaba sarf etmiş. Hayatındaki olumsuzlukların ve sıkıntıların arttığı dönemlerde bile mücadeleden kaçmamış.

Dönemindeki dergilerde çevirileri ve denemeleri yayınlanan Cemil Meriç, ilk önce Balzac’ın Altın Gözlü Kız adlı eserini Türkçeye çevirir ve 1943’te yayınlanır. 1964’te HindEdebiyatı, 1967’de Saint-Simon İlk Sosyolog-İlk Sosyalist adlı eseri yayınlanır. 1974’te Bu Ülke ile Umrandan Uygarlığa, 1976’da Bir Dünyanın Eşiğinde, 1978’de Mağaradakiler, 1980’de Kırk Ambar, 1981’de Bir Facianın Hikâyesi, 1984’te Işık Doğudan Gelir ve 1985’te Kültürden İrfana yayımlanır. Yazarın vefatından sonra kerimesi Prof. Dr. Ümit Meriç ve mahdumu Mahmut Ali Meriç tarafından hazırlanarak 1992-1993’te Jurnal I-II, 1993’te yine Sosyoloji Notları ve Konferanslar yayımlanır.

Cemil Meriç’in kerimesi Prof. Dr. Ümit Meriç, Babam Cemil Meriç adlı çalışmada babasının biyografisini kaleme almıştır. Bu eserle Cemil Meriç’in hayata bakış açısını etkileyen olayların izlerini sürmek mümkündür.

Bencileyin Cemil Meriç’le ilk defa 1982’de lise 2öğrencisiyken tanıştım. Bu güzel insanın vicdan ve hakikat arayışı şahsımı oldukça etkiledi. Kendi diline, kültürüne ve inancına yabancılaştırılan aydın tabakasını kıyasıya sorgulayan Cemil Meriç, düşüncenin ülkemizdeki gelişiminde önemli bir sacayağı olmuştur.

Cenab-ı Allah’tan bu büyük ustaya, bu arayış âdemine rahmetiyle muamelesini diliyor, okurlarımızı merhumun ruhuna birer Fatiha okumaya davet ediyorum.

Kerimesi Prof. Dr. Ümit Meriç Hanımefendi, merhum babasıyla ilgili şunları söylüyor: ‘Hayatını iki kelime hülasa eder: Öğrenmek ve öğretmek… Balzac âşığı, Hugo mütercimi, Hint dostu, Saint Simoncu, Batıyı büyüleyen İslam tartışmalarının öncüsü, Said-i Nursi okuru ve son Osmanlıdır. Onun yarısını görerek, yarısını karanlıklarda geçirdiği ömrü boyunca kendine biçtiği görev ‘Bir devrin şuuru olmak, bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini sıyırmak, kalabalığa doğru yolu göstermek’tir. (Babam Ümit Meriç, İnsan Yayınları, s. 415)

Cemil Meriç’in İmbiğinden Yansıyanlar

1. POLEMİK’ten

İrfanımızı istilâ eden, bulanık lâfızlardan biri de polemik. Dilimize bir harami sessizliğiyle giren bu yabancı misafirlerin ifşa, daha doğrusu ispat ettikleri tek hakikat: aydınlarımızın havsalaya sığmaz gafleti. Her telkine açık, tembel ve serseri bir tecessüs… Nezleye yakalanır gibi ideolojilere yakalanıyoruz, ideolojilere ve kelimelere. Tanzimat nesli, hiç olmazsa bu bahiste, iffet ve haysiyetini korumuş. Kalktığını iddia ettiğimiz Kapitülasyonlar, ruh dünyamızda yaşıyor, hem de bütün habasetiyle. Alafrangalık, zevki ve tefekkürü dumura uğratan bir kabuk. (Bu Ülke, s. 126)

2. İNANANLAR KARDEŞTİRden

Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek.Türkü, Arap’ıı, Arnavutu düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşada. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşum bir salgın: maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz. (Bu Ülke, s. 179)

3. DAVA BUGÜNÜ DÜNE
 BAĞLAMAKTIR’dan

Biz de dünyanın bir parçasıyız. Eskiden yekpare bir topluluktuk. Aynı iman etrafında kümelenen, beraber gülüp beraber ağlayan bir müminler topluluğu… Avrupa’nın taarruzları, halktan kopan aydınlar zümresini kolayca büyüledi. Önce Avrupa’da okuyan, Tercüme Odası’nda yetişen, bir kelimeyle yeni bir dünyanın iğvalarına herkesten çok maruz bulunan entelijensiyahalktan koptu. Sonra başsız kalan kitle, ihtişamlı mazisinden uzakaştırılmaya çalışıldı. (Kültürden İrfana, s. 390)

4. BİR ÇAĞIN OTOPSİSİ’nden

Sanayileşmiş Avrupa, yüz milyonlarca ahalisi olan bir şehre benzedi. Kıtayı oluşturan memleketler birer sanayi devleti, daha doğrusu birer ihracat devleti haline geldi. Dünyanın öteki ülkelerine mal ihraç eden birer sanayi devleti. Öteki devletler, Batı Avrupa’nın etrafında birer banliyö gibiydiler. Görevleri, büyük şehrin mamul mallarını tüketmek ve buna karşı ona hammadde, besin sağlamak. Avrupalılarca kolonileştirilen ülkeler, pek tabii olarak, Avrupa’nın ürettiği mallar için birer mahreç oldular. Bu ülkelerdeki yerli nüfusun da alışkanlarını değiştirmek ve onları bu malların müşterisi yapmak lâzımdı. Hoş bu mallar da çekiciydi ya! Üstelik çok da ucuzdu. Avrupa tüketim mallarına karşı düşkünlük artarken onları üretmek arzusu da artıyordu. Bunun için araç ve gerece ihtiyaç vardı. Avrupa bu milletlere “ulaşım vasıtalarınızı ıslah edin önce” diyordu. “Tabii, lâzım gelen malzemeyi benden alacaksınız.” (Bir Facianın Hikâyesi, s. 11-12)

5. EX ORİENTE LUX’tan

Gemimiz Marsilya’dan uzaklaşırken, kendi kendime tekrarlıyorum bu sözleri, istemiyerek:

Işık Doğudan gelir.

Oysa bugün yeryüzüne hâkim olan beyaz ırkın istikameti tam tersine; doğudan batıya yürüyor beyaz ırk.
Üç asırdır medeniyet, Atlantik okyanusunu aşarak Amerika’ya geçti.

Ne var ki dünyanın beyni hep Avrupa. Çağımız vicdanının büyük kavgaları bu hummalı, bu asabî beyin içinde geçiyor, istikbal orada oluşuyor. Bu asır sonunda durum vahim mi vahim. Cihan hafakanlar içinde. Kafalar ise perişan mı perişan. Büyük kıyametlerin arefesindeolmasak bile içtimaî ve dinî değişiklikler bekliyor bizi. Bununla beraber insanlık hiçbir zaman bu kadar yekvücud olamadı, hem maddî hem manevî bir beraberlik.  (Işık Doğudan Gelir, s. 308-309)

6. GÜNLER’den

26.02.1963

Ağaç her gün meyve vermez. Konuşmayan ağaçlar da var. Ne dallarında çiçekler gülümser baharları, ne çiçeklerinde arılar dolaşır. Konuşmayan ağaçlar da var…

Zindanda söylenen şarkıyı kim dinler? Zindanda söylenen şarkı ölüm kokar, zincir kokar, küf kokar. Ölüm açacak kapısını bir sabah o zindanın, ardına kadar.

Kuşlar gibi geçiyor günler önünden, cıvıldamıyorlar.Günler tren, günler mavi ufuklarda eriyen birer ümit.Kanatlarından yakalayamıyorsun kuşları. Tren sessiz gidiyor rüya ülkelerine. (Jurnal 1, s. 111-112)

7. UNESCO’dan

20 Aralık 1966

UNESCO kapitalizmin binbir mistifikasyonundan biri. UNESCO ideali bir nevi afyon. Milyonları, kudurmuş sürüler halinde birbirine saldırtan yalanları Asya imal etmedi. Irkçılık Fransa’da doğdu, Almanya’da gelişti, Amerika’da uygulanmaktadır. Sevgili Amerika bir yandan sulhun, hürriyetin havarisidir, bir yandan kendi vatandaşlarına kuduz köpek muamelesi yapar. UNESCO açıkgöz düşünce cambazlarının büyük bir iştahıyla memelerine sarıldıkları garip bir inek. Türk edebiyatı namına, okuması yazması olmayan bir panayır soytarısının, bir Yaşar Kemal’in hezeyanlarını dünya piyasasına sürer. UNESCO süslü kutularla sunulan bir afyon. Amacı Asya’yı, Afrika’yı terbiyeli bir sirk hayvanı haline getirmek, kurdun dişlerini törpülemek ve köpekleştirmek onu. Geçelim… (Jurnal 2, s. 127)

8. EDEBİYAT TARİHİNDE İLMİ METOT’tan

Tenkitçi bazan ölülerle de meşgul olur, ama muhatabı yaşıyanlardır hep. Ölüler, inançlarını veya tercihlerini destekleyen birer şahit sadece. Tarihçiye gelince, kişiliğinden sıyrılmalıdır o. Sevdikleri veya nefret ettikleri değil, anlamak ve açıklamak istedikleri önemlidir. Katolikmiş, Protestanmış, kralcı veya cumhuriyetçi imiş, idealist veya gerçekçi imiş, klasik veya romantikmiş, bize ne? Bu vicdanıyla kendi arasında bir mesele! Hükümlerinde belli etmemesi gereken bir sır.

Tarihçi bütün inançları kavramak zorunda. Mizacına en aykırı düşünceleri anlayacak kadar geniş bir idraki yoksa, tarihten vazgeçsin. Tarihçinin iki tutkusu olmalıdır: hakikat ve güzellik. Bir tezin müdafii de olmamalıdır tarihçi. Maziden alınacak büyük dersler var. Ama tarihin öğrettiklerini uygulamak, tenkidin görevi. Tarih hiçbir fayda gözetilmeden yazılırsa, faydalıdır.

Tenkit sanattır, tarih ilim. Tenkit özneldir, tarih nesnel. Eserin amacı, kâmil bir edebiyat tarihinin nasıl yazılacağını anlatmak. Başka bir deyişle bir edebiyat tarihçisinin kendine sorması gereken sualleri sıralamaktır.   (Kırk Ambar, c. 1, s. 445)

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar