“Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da “Ey Rabbimiz!
Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu
durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.”
demişlerdi. Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya)
kapattık (Onları uyuttuk).”
(Kehf Suresi)
Uyut savaşın çocuklarını Allah’ım!
Uyut Gazze’nin çocuklarını!
Rahmetini kehf eyle, merhametinle ört üstlerini, İsrafil’in suru bilmem kaçıncı üflemesine kadar…
Uyu ey güzel çocuk!
İlâhî lütuf gelinceye kadar.
Filistinliler yüzyıllardır yurtlarına sığınan Yahudiler tarafından, yaşadıkları kutsal topraklardan sürülmek isteniyor. Onlar vatan savunmasında direniyor, mücadele ediyor, bedel ödüyorlar. Zira biliyorlar ki inananlar her devirde zulme uğramalarına rağmen bâtıl hakka asla galebe çalamaz, samimiyetle iman edip inançlarının gereğini yaşayanları Allah mutlaka başarıya ulaştırır. “Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak hâline getireceğiz.” ilahî ikazıyla teselli buluyor, sabrediyorlar.
Amenna! Peki ya çocuklar? Savaş yetişkinleştirse de çocuk çocuktur. Çocuklar öteden beri hep var olan inanç farklılığı mücadelesinin neresinde yer alıyorlar? Hangi tarafta bulunursa bulunsun büyüklerin (!) kavgasında en masum kanat olmalarına rağmen neden hep en derin acıları onlar çekiyorlar?
Sürekli korku içinde acı çeken, ateş hattında sesli ya da sessiz ağlayan savaşın çocuklarının oyun oynama lüksü yoktur. Kurşunun rengi olsa da gözyaşının rengi olmaz, hele çocukların, hele bebeklerin… Kaldı ki onlar kurşunları bile rengârenk görebilenlerdir.
Merhum Mehmet Akif’in “elemim bir yüreğin kârı değil” dediği noktadan yüreğimin yükünü hafifletir ümidiyle Kur’an’a sığınıyorum: Kur’an kıssaları Allah’ın delilleridir. “Yoksa sen, (sadece) Ashâb-ı Kehf ve Ashâb-ı Rakîm’i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın? ” Filistin İsrail savaşında dua ordusunun bir neferi olarak Rabbimden dileğim; Ashâb-ı Gazze’nin çocukları tıpkı Ashâb-ı Kehf’in gençleri gibi tatlı bir uykuya dalsınlar hem de savaşın tam ortasında. Görmesinler bomba yağmurlarını, duymasınlar anne, baba, kardeş feryatlarını. Yüzlerine yakışan tebessümle uyutulsun çocuklar. Kara kalplere yakışan kara bakışlar göremesin onları, kör ve sağır olsun onlara. Hiç olmazsa onlara…
“Ol!” demen yeterli ya Rabbi! Senin her şeye gücün yeter.
Bu savaşta korkudan, acıdan tir tir titreyen bir çocuk yıkık bir duvarın gölgesinde minicik ellerini açmış “Ya Rabbi, ya Rabbi” diye ağlarken “Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.” demek istiyordu. Çocuğun duası, Ashâb-ı Kehf’in bu duası gibi ışık hızından daha hızlı şu şekilde karşılık bulacaktır Rahman’ın katında:
“…Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık (Onları uyuttuk).” Ashâb-ı Gazze’nin çocuklarının kulaklarını da dış dünyaya, dış dünyanın çirkinliğine, korkunçluğuna, acımasızlığına kapat Allah’ım! Mucizelerinden bir mucize göster!
Havalar iyice soğudu. Kuş sesleri duyulmaz oldu. Artık sadece anasını, babasını, ya da kardeşini yitiren çocukların ağlamaları duyuluyor. Ağlarken anlıyorlar, çocukları küçük kurşunla öldürmediklerini.
Gazzeli çocuklar savaşın görünen yaralarıdır, masum yüzlü yaralılarıdır. Üstelik aldıkları yara, geri kalan ömürlerinde sızım sızım sızlayacak; yaşadıkları kanlı tablo, sürekli başa saran bir film şeridi gibi dalıp giden gözlerinde sahne bulacak ve savaş, bomba sesleriyle hep devam edecek. Gecenin olur olmaz bir saatinde yataklarından fırlayacaklar, başlarını ellerinin arasına alıp yine tir tir titreyerek güneşin doğmasını bekleyecekler.
Çocuklar düşlerini, umutlarını, gülücüklerini ve ülkelerini yitirmesinler!