Bağımlılık, bebeklikten itibaren doğal olarak gelişen bir duygudur.
Bu duygu aile içinde başlayarak dalga dalga yayılırken çocukluk ve gençlik dönemlerinde bir sendroma dönüşebilir.
Çocuğun kendi yapabileceği şeylere izin vermek yerine onun yerine düşünüp yapmayı beraberinde getirir. Bu da çocuktaki sorumluluk bilincini zayıflatır.
Bağımlılık duygusunun kontrolü hususunda anne, baba ve sınıf öğretmenlerine büyük görev düşer.
En iyi ebeveyn ve öğretmen kendisini en hızlı “geçersiz” hale getirebilendir.
Çünkü her çocuk özgün ve özeldir. Kendine ait hususiyetleriyle birlikte dünyaya gelir.
Çocukları iyi gözlemlemeli, kişiliğinin gelişimine katkı sunmalı, bu hususta onu desteklerken gölge olmamalı, asla dikte etmemelidir.
Dolayısıyla eğitim, çocuğun yaratılışına ait kodlar üzerinden verilen katkı olmalıdır.
İkinci Kişilik
Yaratılışından gelen özgün kişiliğine aykırı taleplerin ısrarla dikte edilmesi, çocuğu ikinci bir kişilik geliştirmeye zorlar.
Anne-babanın bu baskısı uzun süre devam ederse özgün kişiliği ihmale uğrayan çocuk mecburen doğal olmayan ikinci kişilikle yoluna devam eder.
Zamanla özgürlüğü hissettiğinde özgün kişiliğine dönmeye çalışsa da geldiği mesafenin çok gerisinde kalmış olduğu için tam anlamıyla kendisiyle bütünleşemez.
Artık çift kişilikle hayatına devam etmek zorunda kalır.
Bu da sürpriz bir şahsiyet demektir; Kendinin dahi nerede, ne zaman, nasıl davranacağını ön göremediği garip bir kişilik yapısıdır.
Sürekli iniş-çıkışların olduğu, zaman zaman patlamaların yaşandığı bu zorlu süreç hayatı boyunca ona eşlik edecektir.
Bu da evlatlarımız için bir tür zulümdür.
Ebeveyn ve Öğretmene Düşen Sorumluluk
Bizlere düşen çocuğa gölge etmeden özgün kişiliğini geliştirme hususunda ona süreli ve sınırlı destek olmaktır.
Doğumda anneye bağlı olan bebeğin ilk bağımlılığına son vermek için göbek kordonu kesilir.
Ebeveyn ve öğretmenler de çeşitli bağlarla çocuğun gelişimine destek olmalı ama vakti gelince kendi özgün ve özel yolculuğu için o kordonları kesmeyi de bilmelidirler.