Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Bahçalarda Zerdali

EKLENDİ

:

Gaziantep yöresine ait bir sevda türküsü. Son derece içli ve dokunaklıdır.

 

Bahçalarda zerdali
Benim yârim gül dalı
Kiraz gibi dudakları
Şeker ezer dilleri (güllü yâr)

A benim allı yârim
Yanağı güllü yârim
Ben sana git mi dedim
Ellerde yat mı dedim (güllü yâr)

Bahçalarda gül dalı
Var git ellerin yâri
Sen bana yar olmazsın
Yüzüme gülme bari (güllü yâr)

A benim allı yârim
Yanağı güllü yârim
Ben sana git mi dedim
Ellerde yat mı dedim (güllü yâr)

Kaynak kişi: Hüseyin Yıkıcı

Derleyen ve notaya alan: Muzaffer Sarısözen

 

Zerdali, gülgiller ailesinden, adına yabani kayısı da denilen bir meyve. Tadı mayhoş, sulu ve lezzetlidir. Çekirdeği acı olup, kayısıdan ufakçadır.

“Bahçalarda zerdali
Benim yârim gül dalı”

Söz elbette döner dolaşır sevgiliye gelir. Zerdali burada sözü sevgiliye bağlamak için bir ara yüz, bir mana bağlacıdır. Esasında bütün sözler, sevgiliye çıkacaksa bir anlam taşır. Öbür türlü gevezelikten başka bir şey değildir. Sevgiliye götüren her şey, onun yolunda bir işaret ve telmih olduğu için değerlidir. Dolayısıyla zerdali bu Türkü’de bir meyveden fazlasıdır. Çünkü zerdali demeseydik, sevgilinin, bahçedeki gül dalı olduğunu söylemekte zorlanacak, belki de ara sokaklara sapmak zorunda kalacaktık.

Bahçe, gölgelerin birbirinin üstüne bindiği, küçük ağaç veya bitki gölgelerinin, büyüklerin gölgesine sığınarak varlık iddiasında bulunmaktan haya ettiği, serinliğin hükümran olduğu, güneşe kafa tutma anlamsızlığının akıl ve tevazu havuzunda eridiği mekândır.

Bahçenin yakışığı da sevgilidir tabii ki.

Emrah’ın bir türküsünde dile geldiği gibi:

 

“Salındı bahçeye girdi
Çiçekler selama durdu
Mor menekşe boyun eğdi
Gül kızardı hicabından”

Daha nasıl anlatılabilir ki…

Sevgilinin bahçemize adım attığı yer, Âdem’e meleklerin secde ettiği yerdir. Renklerin terlediği, çiy tanelerinin doğan güneşin kalbinden feyiz aldığı, var’ın var olarak gözüktüğü, yok’un da bütün cesaretini toplayarak var gibi gözükmeye çalıştığı, mananın peçesini indirip üryan hale geldiği, rakamların cemî cümlesinin ‘bir’e bağlılıklarını ve biatlarını “Dil ile ikrar kalp ile tasdik” meyanında arz ettikleri yer…

Sevgili yüzünü bir kez göstermeyegörsün, her şeyin ve hiçbir şeyin ona doğru seğirtmekte olduğunu görürüz. ‘Her şey’ ondan ibaret olduğu gibi, ‘hiçbir şey’ de o ‘ibaret’in içinde kendine bir nokta kuturcuğunca bile olsa bir yer bulmaya razıdır.

 (Ara Not: Bugüne değin hiç âşık olmadıysanız, yazının devamını okumayın lütfen, zarar görebilirsiniz. Okuduğunuz kısmı da okumamış sayın ve unutun.)

“Kiraz gibi dudakları
Şeker ezer dilleri”

Tam burada biraz ara verip soluklanmak gerekiyor. İnsanın nefesini kesen cinsten bir söyleyiş. Böyle mi söylenir yahu: Kiraz gibi dudaklar, şeker ezen diller… Dükkânı kapat git demekten beter. Lafız itibarıyla son derece sade ancak, manası yönüyle tam bir sehl-i mümteni…

Ne alakası var denilebilir lakin “Kiraz gibi dudaklar” melametin ta kendisi. Nasıl mı? Melamet dediğimiz şey, ‘O’nun yani sevgilinin, ‘O’ dan başka bir şey olmaması ve ‘başkası’ndan gizlenmesidir. Açıkçası ‘O’ oluşu gayblığındadır. Mahremiyet esastır. “Kiraz gibi dudaklar” mahza teklik ifade eder. Zira sevgilinin, sevgi ile kaimiyeti, aşığın, sevgilinin tekliğine karışması, sevgilinin de kendisinde olan her şeyi âşığına has kılmasıdır. Kiraz gibi dudaklar, ‘tek’e ait olmalıdır ki kiraz kırmızısında kalsın. Aksi takdirde ‘çok’la temas, dudakların kararmasına, kiraz kırmızılığını kaybetmesine neden olur. Hadi biraz daha somutlaştıralım ve manayı şöyle bağlayalım: ‘Çok’ u öpen ve çok tarafından öpülen dudaklar kirazın tadını da kırmızısını da yitirir.

Kiraz, muhteşem bir estetiğe sahiptir. Kırmızısı da kendine özgüdür. Kırmızı aşkın yani melametin rengidir. Gayet tabiidir ki, o dudakların hemen arkasında duran dilden de şeker misilli sözler sadır olacaktır. Vuslat dese de eşsizdir, firkat (ayrılık) dese de eşsizdir. Değil mi ki hepsi o dildedir o halde firkat de odur, vuslat da. Her şey ondadır ve hiçbir şey ondan başka bir yere gitmez, gidemez. Mütemmim kelam, aşığın da bir yere gidemeyeceğidir. Bir, sevgilinin kendisi, teklik de sevgilinin bir ve biricikliğinden başka sevgili kabul etmeyen âşıklıktır. Bu mertebenin kemâlâtı, başkalığı da ‘Bir’de görür çünkü.

“A benim allı yârim
Yanağı güllü yârim
Ben sana git mi dedim
Ellerde yat mı dedim”

Haşa. Bu ‘başka’ya ve ‘başkalık’a bir varlık atfetmektir ki, haza küfürdür. O gelecek de biz ona git diyeceğiz öyle mi? Gitmişliği gitmiş olarak görmemiz, bizim şaşılığımızdandır. Çünkü sevgili, gelmişlikten de gelmekten de gitmişlikten de gitmekten de önce gelmeyi ve gelmişliği ezel-ebet kararına çoktan sabitlemiştir. O gelmenin de gitmenin de ötesinde bir yerde kaimdir. Âşıklık bu kaimiyete duyulan aşktır. Bildim de sevdim, gördüm de âşık oldum cümlesinin karşılığı, ‘hadi ordandır’. Bu demde ehl-i dîl şöyle der: Sen ne bildiğini biliyorsun ne gördüğünü biliyor ve görüyorsun.

“Bahçalarda gül dalı
Var git ellerin yâri
Sen bana yar olmazsın
Yüzüme gülme bari”

İşte burası naz makamıdır. Çünkü hüküm inmiş, sevgili mührünü vurmuştur. Aşığın sevgiliyi gönderdiği yer de kendisidir, çağırdığı yer de.

Sevgili bir an yüzünü çevirdiğinde, âşık kişiye olan biten ne varsa tufan görünür. Kıyamet koptu sanır. Âşıklığın alamet-i farikası da budur. Oysa bilmez mi ki, âşık yüzünü nereye çevirse, sevgilinin yüzünden başka yüz yoktur. Elbette bilir de işi sarhoşluğa vurur. Cilve ve naz, âşıklıkta kirazın kırmızılığını ve tadını fark ettiren yani fark’ı gösteren ve bu minvalde fakr’a düşürendir. Artık ne bu kalmıştır ne de şu. Hepsi ‘O’dur hepsi O.

 

Not: Bu Türkü’yü merak edip dinlemek isteyenlere Aysun Gültekin ve Cengiz Özkan’dan dinlemeleri tavsiye olunur.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar