Semt pazarına gittim geçen gün. Bir hanım semizotu ve maydanoz alıyordu bir tezgâhtan ve kıyasıya pazarlık yapıyordu. “Olur mu?” diyordu bu hanım, “Olur mu, bir demet maydanozla bir demet semizotu 25 lira olur mu?” “Maalesef öyle abla, olmaz diyorsan kendin yetiştireceksin!” dedi pazarcı, hanıma.
Diğer tezgâhlara baktım da aşağı yukarı böyleydi semizotu ve maydanoz demetlerinin fiyatları. Biraz ucuz olanlarsa daha küçük hazırlanmış demetlerdi. Göz kararı ve vicdan belirliyordu demetlerin fiyatlarını.
Pazarcı ile hanımın iletişimi sürerken çok yıllar önce aldığım bir kitabın kapağı canlandı zihnimde: “Hazır Alma Kendin Yap, Geleneksel Usullerle Ev Yapımı Lezzetler, Hülya Erol, Hayy Kitap, 2014, İstanbul” Şimdi bu kitabın arka kapağının bir bölümünü beraberce okuyalım:
“Çok değil, bundan elli sene kadar önce tüm gıdalar mevsiminde taze olarak tüketilir, kışlık gıdalarsa yaz mevsiminin sonunda hazırlanıp kilerde saklanırdı. Bu hazırlıklar sırasında komşular birbirine yardım eder; imece usulü herkesin tarhanası, salçası, yufkası, eriştesi, turşusu tamamlanırdı.
Zamanla toplumun yapısı değişti. Ninelerimizin yiyecekleri ‘eski’ diye küçümsendi. Evde yoğurt mayalamak ‘gereksiz bir uğraş’, salça yapmak ‘çok büyük bir eziyet’ haline geldi. Tarhana yoğuran, turşu kuran neredeyse kalmadı. Gıda endüstrisi “siz zahmet etmeyin, benden hazırını alın” diye reklam yaptıkça anneler inandı. Her türlü ihtiyacını market raflarından almaya başladı. Çocuklarına katkı maddeleri, kimyasallar, boyar maddeler, parfümler, zararlı yağlar ve şekerlerle hazırlanmış son moda yemekleri, reklamı en çok yapılan içecekleri verdi.
Bugün, bize ‘kolaylık’ olsun diye sunulan endüstriyel gıdaların aynı zamanda ‘hastalık’ yaptığını da öğrenmiş bulunuyoruz. Anneannelerimizin tarhanasının, turşusunun kıymetini anladık. Ama bu arada nasıl yapıldıklarını da unuttuk!”
İşte böyle, var mı denecek bir şey, yok!
Çalışan bayanı da çalışmayan bayanı da hemen kendince haklılık tartışmalarına giriveriyor. Biri, işten yorgun argın geldiğini, hazır almaktan başka bir seçeneğinin olmadığını söylerken, diğeri, apartmanda yaşadığını, kentte herkesin hazır almaktan öte bir seçeneğinin olmadığını, zira ev işlerinde yeterince yorulduğunu, mevsimlik gıdaları hazırlamakla uğraşamayacağını ifade etmektedir.
Mesele dönüp dolaşıyor, hayata bakış ve zihniyet meselesinde düğümleniyor. İnsanoğlu çaresiz olamaz. Cenâb-ı Hak çöllerdeki kullarına deveyi, steplerdeki kullarına atı yaratmış. Her coğrafyada koyunu ve tavuğu yaratmış. Gönülsüzce geldiğimiz kent yaşamında endüstriyel gıdalara sınırsız mahkûm değiliz elbette. Şimdi diyeceğim şu:
Evlerinin balkonunda veya içinde çiçek yetiştirmeye, dizi izlemeye vakit ve imkân bulabilen hanımlarımız, bir küçük saksıda maydanoz, semizotu, tere, dere otu, yeşil soğan, kekik, nane vb. yetiştirebilirler pekâlâ. Evlerinin arka bahçelerini değerlendirebilirler. Evlerinde makarna, salça, turşu, konserve vb. hazırlayabilirler. Eee, yapmıyorlarsa görgü ve yerleşik zihniyeti yargılamak gerekiyor.
Karar verenler için bilgi: Bu bitkileri bir kere ekiyorsunuz, büyüdükçe dip kısmından kesiyor ve yiyorsunuz. Mevsime göre değişen bir hızla onlar tekrar büyüyeceklerdir. Pırasa bile öyle. Deneyin, bakın. Pazardan yarım demet pırasa fidesi alarak başlayabilirsiniz, meselâ. Bu şekilde keserek iki yıl kadar saksıda pırasa yetiştirebilirsiniz. Efendim, böyle yaparsak besin değerleri azalmaz mı? Bilemem ben, tarımcı değilim. Tek bildiğim pırasanın kış bitkisi olduğudur.
Ama abi senin dediklerin hobi olmuyor mu birazcık? Diyelim ki hobi, modernizme karşı bir tavır geliştirmiş olmaz mıyım, böylece?
Bir şey daha söyleyeyim: Bizim balkonda 1997’de diktiğim, kökü toprakta, bir üzüm asması var. Çok soruyorlar, böcek olmuyor mu, hastalık olmuyor mu, ne ilacı atıyorsun falan, diye. Olmuyor, hiçbir ilaç kullanmıyorum. Anadolu’daki eski üzümlerden. Öyle ıslah edilmiş, yani genetik filan değil. Eski üzümlere böcek de gelmiyor, onlarda bitki hastalığı da olmuyor. Siz de pekâlâ yetiştirebilirsiniz, uygunsa balkonunuz. Tek sakıncası fazla modernist komşularınızın balkonlarına yapraklarının uçması. Yaprak görmek istemeyiş de kendinden kopuşudur, insanın.
Ne dersiniz, üzerinde düşünmeye değmez mi?
Eylemler, sonuçları belirlemiyor mu?
İnsan, iradesiyle güzel ve faydalı eylemler seçmelidir.
Sonbahara, kışa, güzel yürekli herkese merhaba!