Edebiyat
Beni Uçurumlardan Alacak Bir Dua Öğret Bana
EKLENDİ
-:
Yazar:
Hüseyin Çolak
Dünyadan miras kalan son bakış hakkımı gökyüzü için kullanıyorum, denizin yüzü çok uzak diye bana. Yine matematik hesaplarıyla başım belada. Yalnızlığı, eşitliğin öbür yanına atarsam; yalnızlık, yalnızlığı götürür biz bize kalırız diye temrinler yapıyorum bir başıma. Nasıl da zormuş paslı bir makasın iki bıçağı arasındaki açı kadar uzak olmak sana. Oysa o makasın iki bıçağı gibi hayattan ne kırptıysak birlikte kırpmıştık bahtımıza.
Ödevlerimi yaptım, beklemediğimiz misafir yine gelmedi. Kaybetmek, korkutmuyor beni artık: Yaşamak ölümle flört ediyordu izlediğim son filmde. Kıyılarıma vuran yeni bir güle sığınak olacak göğsümü unutalı yıllar oldu. Bir dağ sökülmüş gibi içimden. Hariçten güzel değilsem gazel olmak benim neyime?
Dün gece yine gündemindeydin kalbimin; iki mavi sandal gibi denizin koynunda sabahlıyordu gözlerin. Gidişin gitmeye benzemiyordu, giden sendin ama bana ‘gitme’ diyordun. Dünyanın öbür yakasından bakınca; gitmek, gelmeye böyle mi denk geliyordu?
Sen en çok da papatyaları severdin, bahar geldi ve ben yine papatya fideledim sana o kiremit rengi saksıda. İnce bileklerini, papatya dalı sanıp mı sana kıymıştı toprak? Yokluk ölçülmez ki parmak hesabıyla. Söyle, hangi sahafa bırakayım şimdi, yüzümdeki bu ağustos yangınının izini, bende emanet kalan bu son canı hangi güle bağışlayayım?
Unuttum sanma incelmiş o elleri, göğe açılmak alışkanlığından. Borcunu ödedin dünyaya acılarınla. En çok da gözlerini anlatırken zorlanıyorum. Ülke kurmaktan daha zormuş düş kurmak yağmursuz havalarda. Adımı arıyorum kalbinin yedeğini almayı unutanlar sırasında.
Yaranı ihmal etme demiştin, sen gidince aram açıldı yaramla. Ellerimle konuşuyorum ara sıra, gözleri doluyor avuçlarımın. Birbirine sürterek bilediğim ellerimi taşımak ağır geliyor bana. Sonra eve götürüyorum ellerimi; bekliyorum, günahsız elleriyle ilk taşı kim atacak diye alnımın alnacına.
Uzun çayırlar arasında tırpanla elimi kesince, annem terli tülbendini sarardı kanayan yerlerime. Bütün tülbentlerin anne koktuğunu o gün öğrendim ben, sonra yenilenen tülbentlerin sen koktuğunu bir de. Anneme söylemezdim birinin öldüğünü ya da depremler olduğunu; kalbi dayanmazdı onun, ansız gelen felaketlere. Hiçbir zaman söyleyemedim ona senin öldüğünü de.
Ağaçların elinden tutan ırmakları düşündüm, denize götürmek için. Göğsündeki yarayı soruyor bana sokak kedileri, ben sana yine çiçekler alıyorum gizlice. Mutlak bir sebebi vardır; Eti fındıklı, Ülker sütlü tercih edişimin. Geçenlerde, kalbinde hüzün kaçağı var dedi bana yeniyetme bir kardiyolog. Kapakçığımdaki hasret üfürmesinden haberi bile yok.
Yalan değil sana bakarken düşmedim ben, ‘düştümse eğer sana bakarken düştüm’ dizesini benden önce söylemişti zaten zarif şairler. Bense sana bakarken elimi kestim, elimde bıçak yokken. İlkin ellerimi gömsün isterim resmi defin görevlisi, sana kavuşmayı en çok onlar istiyor çünkü. Hangi ipek eldir, dokunmayı unutur toprak değmeyen tene?
Uykunda gülerken bir kez görmüştüm seni, mavi güller açmıştı iğne oyalı yazmanda. Eğildim, alnımı karışladı toprak; bir ay düştü kuyuya çıkaramadım, yüzünmüş meğer. Yorgun bir günün sonundaki uykun olmayı ne çok isterdim. Kirpiklerinin arasında olmak uzun bir lirik şiir olurdu belki.
Sana gelecektim geri dön dediler, ölmedim diye. Niye gül dediler ki sana, Ümmü Hureyre olsaydı adın. Lügatteki her ünlü, senin ünsüz harflerini istiyor benden. İnadına, ölümden ve gülden aldığım ü harflerini bileklerimde taşıyorum imla kurallarına izafeten.
Herkes yaralı, sen yara; tüm zamanların en görkemli yenilgisiydin benim adıma. Kırıldı kaburgamdaki en narin kemik, ölümün paslı bir mühür gibi basılınca resmi evraklara. Bana son bir iyilik yap: Beni uçurumlardan alacak bir dua öğret bana mesela.
Sen denizdin ve ben o denize meylimi verdim. Müntehir bir nehirdim, intihar değildi niyetim, sana dökülmekti bütün derdim. Taze bir mezarın başında beklemek uğursuzluk getirir aşka derdin. Göğsüme saplanıyor her gün ezber yaptığım mezar taşları. Secdeye varır gibi ölüme vardın. Hangi yöne dönsem eliyle koymuş gibi buluyor beni orada kalbin.
Alışıyor insan: Yok yalan söylüyorum; yıkılma dedin benden sonra, sırf sen yıkılmamı görme diye bilmem kaç bin yıldır yaslanıyorum Süleyman’ın çürüyen asasına. Ellerimle yonttum, öbür yarısı gölgede kalan gövdemi, yine de benden bir İbrahim çıkmadı sevdiğim.
Açı daraldı, makasın bıçaklarının tenime değmesine ramak kaldı. Pasından geçtim ama kanıma dokunuyor soğuk demir, anlıyor musun?