Bizimle İletişime Geçin

Şahsiyet

Benim Dedem Dua Profesörü

Hoca hep “Bizi siz hoca yaptınız” derdi. Bugün de söylüyor aynı sözü ve biz de bu sözden dolayı hâlâ gurur duyuyoruz.

EKLENDİ

:

Bir gün hocamızın torununa sınıfta öğretmeni sorar:

“Senin deden ne profesörü?”

Cevap hiç tereddüt etmeden gelir:

“Benim dedem dua profesörü.”

Bizim de hocamızın o günden sonra adı “dua profesörü” kalır. Hoca her zaman gülen yüzüyle sohbetine duayla başlar, bitirirken de duayla bitirir. “Amasya’nın dirisine-ölüsüne; velisine-delisine selam” onun hitap sözüdür.

Bu kadar mı?

“İsmail, oğlum nasılsın? sorusunun ardından “gelinim nasıl, torunlarım nasıl” ilk cümleleridir.  Yıllar içinde oğlumuz evlendi, torunun yerine damat geldi, bir de gelinim eklendi. Ama hep onun “Şehzadem, Oğlum” dediği öğrencisi, talebesi bir İsmail’i var: “İsmail, oğlum!”

Bunu derken gözlerinin içi güler; arkadaşlarımın yanında hep “bu var ya bu…” diyerek başlayıp bir sürü methiyeler dizer. Tabii ki pekçoğu benim hak etmediğim ama gönlümü almak için söylediği sözlerdir. Ben de ona şımarırım. Ben onun fakülteye yeni başlamış öğrencisi, evinin oğlu, yeri geldiğinde saatlerce nasihat etse usanmayan munis evladı; halleştiği, dertleştiği dert ortağı, belki de “sırdaşım” dediği İsmail Ayan.

Efendim ben İsmail Ayan. Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi mezunu, emekli Başöğretmen, İlim ve İrfan Akademisi Yöneticisi. Girişte kimden bahsettim sorulursa cevabım bizim yetişmemizde büyük emeği olan rehberimiz, örnek aldığımız büyüğümüz; istikamet sahibi, âlim, fâdıl, ârif, mütedeyyin, münevver, mütefekkir, gönlü de kalbi de güzel, dua profesörümüz Prof. Dr. Şerafettin Gölcük Hocamız.

Hocamızın kim olduğundan ziyade onunla ilgili birkaç hatıramı anlatmak istiyorum sizlere: Şerafettin hocamızdan bahsederken ismiyle söylemek yerine onun da çok sevdiği unvanıyla ona ‘HOCA’ demek istiyorum.

Erzurum’da Bir Üniversite, Bir Hoca

Erzurum’da bir üniversite vardır; onu kazanırsınız, içine girer okur, bitirirsiniz ve sonunda gidersiniz. Bir de ikinci bir Üniversite daha vardır ki ona kabul edilirseniz girersiniz ama o üniversite bir daha bitmez. Hocalarınızın yanında hep öğrencisinizdir. Onlar sizinle konuşurken daima öğrenirsiniz. Hep yeni bir şeyler vermeye gayret ederler. Böylesi hocaların sayıları çoktu. Onlardan biri de Hocamızdı.

Hoca öğrencisine değer veren, varsa derdini dinleyen, çözüm üreten, yönlendiren kimseye kaşını eğmeyen ama haksızlık karşısında kınından çıkmış kılıç gibi olan, sevdiğini Allah için seven, gadablandığında da Allah için gadablanan, kimsesizlerin kimsesi…

Erzurum Bereketi

Öğrenim hayatı oldukça meşakkatli geçmiş Hoca’nın. İzmir İmam Hatip Lisesi, Ankara İlahiyatFakltesi. Ardından Fransa’da master ve doktora. Sonrasında Erzurum İslami İlimler Fakültesinde hocalık…

Tabii burada, efsane Rektör Prof. Dr. M Kemal Bıyıkoğlu’dan bahsetmeden olmaz. Ali Şafak, Yusuf Ziya Kavakçı, İhsan Süreyya Sırma, Zahit Aksu, Beşir Atalay ve daha pek çok kimseyi üniversiteye almış.

Rektör Bıyıkoğlu’nun öne çıkan üç özelliği vardı. Birincisi 40.000 kişinin katılımıyla 1974 yılında temelini atıp Üniversitenin Camiini bitirmesi; ikincisi “İslamî İlimler” adıyla 1971 yılında Erzurum’da bir fakültenin açılışına önderlik etmesi, üçüncüsü ise imam hatip okulu mezunlarının üniversiteye alması.

O devirde her biri büyük çığır açan ve aynı zamanda Türkiye’de ses getiren birer eylemdi, bu saydıklarımız. Merhum Rektör aynı zamanda yeni bir üniversite anlayışı getirmiş ve pek çok üniversitenin kuruluşuna da önderlik etmişti yaptıklarıyla. Önderlik ettikleri arasında Çukurova, Yüzüncü Yıl, Ondokuz Mayıs, Gaziosmanpaşa, Erzincan ve Ağrı Üniversitelerini sayabiliriz.

Tekrar hocamıza dönersek Hoca, Fransa’da Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’a öğrenci olur. Onun tedrisinde yetişir. Daha sonra da yolları tekrar Erzurum’da birleşir. Hamidullah Hoca Erzurum İslâmi İlimler Fakültesinde ders verir. Fakültede ders verir ama öğrencisi bütün üniversitedir. Onun derslerinde salon tıklım tıklım doludur.

İkinci isim Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç. Hocamızın hem hocası hem mesai arkadaşı hem de Fakültenin kurucusu. -Her ikisine de Allah rahmet etsin.- Şerafettin Hocanın İslâmi ilimlere intisabı da Erzurum ve İslami İlimler için büyük bir değer. Hoca, Erzurum’da MTTB’de büyük hizmetleri olan büyüğümüz. O yıllarda Erzurum’da MTTB, çok güçlü idi ve iyi örgütlenmişti; güzel faaliyetler yapıyordu.

Erzurum’da Necip Fazıl’ı misafir ettiler, Dadaş Sinemasında mahşerî kalabalık konferansını dinledi; Sezai Karakoç, İsmet Özel, Rasim Özdenören, Alaattin Özdenören, Nuri Pakdil, Erdem Adl Beyazit, Sezai Karakoç ve Atasoy Müftüoğlu gibi isimlerle yine burada görüştü. Mavera, Edebiyat, Diriliş, Büyük Doğu gibi dergiler o dönemde en çok okunan dergilerdi. Tabii Hocamız bu dergileri okumakla kalmaz aynı zamanda okuduklarını öğrencilerine de anlatırdı.

Hocamız Cezayir ziyaretinde önemli isimlerle görüştü.  İhsan Süreyya Sırma, Mustafa Tahralı, İbrahim Canan, Emrullah Yüksel’lerle birlikte Malik Bin Nebi ile görüşüyorlar. Malik bin Nebi Cezayir’de NAHDA hareketinin teorisyeni ve kurucusudur. -Allah rahmet etsin.- 35 yaşında ana dilini öğrenmeye başlamış. Neden mi? O dönemde sömürgeden dolayı Fransızca öğrenmişler; Arapça konuşmak yasakmış.

Malik Bin Nebi’ye 1930 yılında şöyle demişler:

“Türkiye’de yapılan birtakım değişikliklerden sonra artık Türkler müslümanlığı bıraktı, Müslümanlıktan çıktılar, müslümanlıkla alakalarını kestiler!”

Malik Bin Nebi,

“Ben hiç inanmadım buna. Niye? Çünkü beşerî planda bu mümkün değil; içtimaî planda bu mümkün değil. Neden mümkün değil?  Bunların (Türklerin) ataları 1300 sene bu dine hizmet ettiler. Allah rızası için, Kelimetullahı yüceltmek için çaba sarf ettiler; gayret gösterdiler. Dinleri genlerine işlemiştir. Onun için bu olmaz. İkinci sebep de Allah izin vermez” dedi. Ve devam etti:

“Bakınız bu beş genç -ki bunlar gibi Türkiye’de de var; olması lazım- memleketlerine dönecekler ve dinî alanda hizmet verecekler. Bundan dolayı Allah’a hamdediyorum, şükrediyorum. Allah bu gençlerden razı olsun.”

Raşid Gannuşi, Tunus’ta Nahda hareketinin ilmî ve fikrî mânâda kurucusu hayata geçiren kişi ve Tunus Meclis Başkanı. Hoca, Fransa’da doktora öğrencisi iken arkadaşlar.  Gannuşi Mısır’da okumuş, sağlam akideye sahip, sınıfında en başarılı bir öğrenci. Yine hocanın arkadaşlarından biri İran’ın ilk Cumhurbaşkanı Beni Sadr.

İsmail Cerrahoğlu ‘İslami İlimler’e dekan oluyor; geliş sebebini de “Muhammed Tayyip Okiç hocanın yanında olmak ve ona hizmet için kabul ettim” şeklinde açıklıyor. Ancak altı ay sonra kendisinin ifadesiyle arkadaşlarının arkasından bıçaklamasıyla ayrılıyor.

Erzurum’un Bereketi Her Daim

Hoca, hep Erzurum’un bereketinden bahsederdi ve bereket olarak en başta iki hocayı anardı. Bu hocalar Okiç ve Hamidullah hocalardır. Sonrasında efsane rektör merhum Prof. Dr. M. Kemal Bıyıkoğlu’nu, İslami İlimler Fakültesini ve buraya gelen öğrencileri yani Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’nü ve imam hatiplilerin üniversiteye alınmasını, Rektör hocanın akademiye seçerek aldığı akademisyenleri gösterirdi. Her konuşmasında biz öğrencilerini işaret ederek “İşte Erzurum bereketi” derdi. Bu tasvir bize şevk ve heyecan veriyordu ve tabiri caiz ise bizi kamçılıyordu.

Yunus Kaya Hoca -Allah rahmet etsin-; Hamidullah ve Okiç hocalar, İslamî İlimler Fakültesi ve Yükesk İslam Enstitüsü… “Bunlar niçin buradalar?” diye sorulduğunda; “Erzurum Mekke ile aynı boylamda olmasından dolayı ilahî bir tezahür olarak ortaya çıktı” diyor.

Bizi Siz Hoca Yaptınız

Hoca, 8 Ocak 1973’te üniversiteye müracaat ediyor. Rektör Bıyıkoğlu “Ben namuslu, akıllı vatan evladını tanırım. Sen onlardan birisine benziyorsun; seni İslamî İlimler Fakültesine ‘Kelam Asistanı’ olarak atıyorum” diyerek Hocayı üniversiteye kabul ediyor. 6 Şubat 1973’te Erzurum İslamî İlimlere asistan olarak başlıyor.

“İslamî ilimlerden, sizlerden aldığım hazzı hiçbir yerden almadım. Benim için asıl bereket burada” diyor hocamız. Ve devamla “Türkiye’de İslamî İlimleri yerleştiren üç Muhammed var: Muhammed Tayyip Okiç, Muhammed Hamidullah ve Muhammed Tanci. Ben iki hocaya talebe olmak şerefine erdim ama Tanci hocayı tanıyamadım.” derdi.

Hoca öğrencilerini çok severdi. Erzurum çok soğuktur; yolda yürüyen öğrencisini görünce arabasına alırdı. Ben bir gün çarşıya gidiyorum; hava çok soğuk. Aklımdan ‘hocamız gelir, beni şehre götürür’ diye geçiriyorum; hocam geldi ama arabası doluydu…

Hoca hep “Bizi siz hoca yaptınız” derdi. Bugün de söylüyor aynı sözü ve biz de bu sözden dolayı hâlâ gurur duyuyoruz. Hiçbir öğrencisi mağdur olmamıştır. Öğrencisi ile bugün karşılaştığında bile heyecanlanıyor ve “sizi görünce gençleşiyorum” diyor. Oysa biz de artık gençlik dönemini bitirdik.

Ankara İlahiyat Fakültesinde ‘Fıkıh dersi’ yok. Şemsettin Günaltay Meclis Kürsüsünde “Biz İlahiyat fakültesinde fıkıh, hadis, tefsir derslerini okutmayacağız” diyor. Daha sonra fıkıhın bir sınıfta, haftada iki saat verilmesi kararlaştırılıyor. (O da Hukuk Tarihi içinde anlatılmıştır.) Erzurum İslamî İlimler kuruluşunda bunlar yaşanmadı.  Bunu en çok Okiç hocaya borçlu. -Tabii Dekan Prof. Dr. Mehmet Kaya Bilgegil (Şair, edebiyatçı) ve doktor asistan Ali Şafak ile kuruyorlar. Daha sonra tekamüle ermiştir. Emeği geçen herkesten Rabbim razı olsun.- Bölümler açıldı: Fıkıh, İslam Hukuku, Tefsir, Hadis, Kelam, İslam Felsefesi, İslam Milletleri Dil ve Edebiyatları bölümleri. Bu, bir ilktir…

Cami Meselesi

Üniversiteye bir cami yapılmak isteniyor ve bunun için bir dernek kuruluyor, Başkanı Prof. Dr. Lütfi Ülkümen. Önce cami yeri tahsis ediliyor ve 40.000 kişinin katılımıyla temel atılıyor. “Bir üniversiteye cami…”, sanıyorum bir ilk. Ve bu durum Türkiye gündemine geliyor. Tartışmalar tartışmalar derken… Mesele devletin gündemine giriyor. Bütçe görüşmelerinde gündeme geliyor. O zaman bütçeler, kurumların bütçeleri görüşülürken kurumun en üst yöneticisi oraya gelip oturuyor ve hiç konuşmadan görüşmeleri dinliyor. Kendilerine pek soru da sorulmuyor, işleri bitince çıkıp gidiyorlar. Sıra Atatürk Üniversitesine gelince zamanın muhalefeti rektör hocaya yükleniyor ve üzerine üzerine gidiyor. Hoca iyice bunalıyor ve ayağa kalkarak “Ben üniversiteye cami yaptırıyorum; başka bir şey yaptırmıyorum” diyor ve iki elini masaya vurarak yerine oturuyor. Bu olayı, sözlerin şahidi Hasan Celal Güzel anlatıyor. Tartışma bitiyor. Cami yapılarak bitiyor. Bu kez de açılışta dernek başkanı kurdela kesmeye başka sebeplerle katılmıyor.

Hocanın Üç Suçu

Hocanın devlet katında üç suçu var: Birincisi talebelerle sohbet etmek (bu suçu ben de işledim çok defa sohbetlere katılarak), ikincisi Erzurum ve civarında dinî içerikli sohbetler yapmak, üçüncüsü ise kendi aralarında para toplayıp ihtiyaç sahibi öğrencilere yine öğrenciler aracılığıyla vermek. Bunlar aslında büyük suçlardı. Belki de idamı gerektirirdi. O günler böyleydi işte.

   Hocanın Sohbet Arkadaşları

Her hafta bir evde toplanarak hocalar ve arkadaşlarıyla sohbet ediyorlar. Sohbette bulunanlar: Erzurum eşrafından Hafız Abdülkadir Polat, Milli Selamet Partisi İl Başkanı, Bahattin Sarıoğlu, Bedrettin Atalar, Üniversiteden Beşir Atalay, merhum Ruhi Özcan, Yusuf Ziya Kavakçı, Ahmet Çimen, Turan Soysal, İhsan Süreyya Sırma, Mustafa Ünaldı, Ali Şafak, merhum Nazif Şahinoğlu. Vefat edenlere rahmet; hayattaki hocalarımıza hayırlı ve bereketli ömürler diliyoruz. Sohbetleri genellikle Yusuf Ziya Kavakçı Hoca başlatıyor; sonra sohbet katkılarla devam ediyor. Sohbetlerde önce ‘Hatmei Hacegan’ okunuyor, ardından sohbet yapılıyor. Sohbetin geleneği böyle…

Ayrıca hoca, odasında ve lojmanların altında talebelerle sohbet ediyor. Konular, dinî, içtimaî, sosyal konular oluyor. Hocanın da ifade ettiği gibi öncelikle İslamî İlimlerden ve sonra da diğer fakültelerden pek çok kimse içinden ilim dünyasında ve siyasette önder kişiler yetiştirdiler. 90’nın üzerinde fakülte dekanı, 20’nin üzerinde rektör -ki son sayıları bilmiyoruz- ve pek çok hoca yetişmiştir. Milletvekilleri, bakanlar çıktı aramızdan… Bakanlara örnek olarak Beşir Atalay, Recep Akdağ ve Ömer Dinçer’i verebiliriz.

Sözün özü; hocam hep “Erzurum’un bereketi” dedi; sizler Erzurum’un bereketisiniz, derdi ve demeye devam ediyor. Ben ve bizler hocamıza talebe olmaktan mutluyuz. İftiharla ve sitayişle söylüyorum ve Rabbime sonsuz şükürler olsun ki hocaya talebe olmuşum ve onu tanıma şerefine ulaşmışım. Hocama hayırlı, bereketli, sağlıklı, huzurlu bir ömür diliyorum. Müsadeleri olursa hürmetle ve tazimle ellerinden öpmek istiyorum; sayın Dua Profesörüm, canım hocamın. Sürçi lisan ettimse önce hocamdan sonra da siz okurlardan affımı dilerim.

Hocam ve hayattaki diğer tüm hocalarıma ve hocalara hayırlı ömürler dilerim. Ahirete irtihal eden hocalarıma Rabbimden rahmet diliyorum. Umar ve ümid ederim ki onlara yakışan talebeleri olmuşuzdur. Hepsinden ayrı ayrı helallik istiyorum; hoca hakkı ödenmez, bilirim vesselam.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar