Bizimle İletişime Geçin

Şahsiyet

Bir Nesli Besleyen Üç Muhammed

İlim, genel anlamda  “Allah’ın ayetleri”ni arayıp bulma faaliyetidir. Bu ayetler de Zâriyât suresinin  20 ve 21. ayetlerine göre, yeryüzünde ve insandadır. Dolayısıyla tabiatla ve insanla ilgili bütün ilimler mühimdir ve saygıdeğerdir. Bu tesbitten hareket edenler bazı ilimleri değerli, bazılarını değersiz görmek gibi bir hataya düşmezler. Fakat insanın gücü hepsini anlamaya ve anlatmaya yetmeyeceğinden adeta görev taksimi yapılmış, sonsuz derecede zengin olan Allah’ın alîm isminin tecellilerini herkes, kabiliyeti/imkânları/ilgisi ve zamanı oranında arayıp bulmaya çalışmıştır.

EKLENDİ

:

Muhammed Tayyib Okiç

Bosna 1902/Ankara,09 Mart 1977

 

Muhammed Hamidullah

Hindistan 19 Şubat 1908/ABD,17 Aralık 2002

 

Muhammed Tavit Tancî

Fas 1918/İstanbul 29 Aralık 1974

Giriş

İnsanoğlunun ilk muallimi Allah’tır. İkincisi peygamberlerdir,üçüncüsü alimlerdir. Allah her şeyi bütün boyutlarıyla, peygamberler Allah’ın bildirdiği kadarıyla bilir. Alimler ise bu iki kaynaktan istifade ederek hakikatin peşine düşerler.

Bu hakikat arayışı bazen bir evin bir medresenin içinde bazen bir şehrin bir manastırın köşesinde bazen da uzun ve yorucu seyahatlar eşliğinde gerçekleşir. “Eşyanın hakikatini görmek, anlamak ve  kavramak” için girişilen bu çileli yolculukların tatlı mevhibeleri, sonsuz armağanları da vardır. Bunların delili, “bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” (Zümer,39/9) sorusunu soran ilk Muallim’in, o çilekeşlerle ilgili övgüleridir. Fâtır suresinin 27.ayetinde tabiat olaylarından,yağmurdan,kâinattaki rengârenk hayvanlardan insanlardan bahsettikten sonra 28.ayette şu müjdeli tesbit yer alır: “..Kulları içinde Allah’a gerçek anlamda saygı ve bağlılık gösterenler bütün bu hakikatleri hakkıyla anlayıp kavrayan alimlerdir..”

İlim, genel anlamda  “Allah’ın ayetleri”ni arayıp bulma faaliyetidir. Bu ayetler de Zâriyât suresinin  20 ve 21. ayetlerine göre, yeryüzünde ve insandadır. Dolayısıyla tabiatla ve insanla ilgili bütün ilimler mühimdir ve saygıdeğerdir. Bu tesbitten hareket edenler bazı ilimleri değerli, bazılarını değersiz görmek gibi bir hataya düşmezler. Fakat insanın gücü hepsini anlamaya ve anlatmaya yetmeyeceğinden adeta görev taksimi yapılmış, sonsuz derecede zengin olan Allah’ın alîm isminin tecellilerini herkes, kabiliyeti/imkânları/ilgisi ve zamanı oranında arayıp bulmaya çalışmıştır.

Hangi dönem ve hangi medeniyete mensub olursa olsun  her devletin kendine göre bir ilim irfan ve sanat çizgisi vardır. Bunun için kurumlar kurmuş, yatırımlar yapmış, sözkonusu sahanın ustalarını yetiştirmenin yollarını aramıştır. Bu ustaların arayıp buldukları gerçekler bazen ülke sınırlarını aşamamış bazen da komşu ülkelerdeki meslekdaşlara ışık tutmuştur. Bu  uluslararası yarışda bazı üst yöneticiler fiilen işin içine girerek bütün imkânlarını seferber etmiş, farklı alanların “usta”larını ülkesine davet etmiş bazı liderler de bu “hakikat âşık”larını sürgüne gönderebilmek için kırk dereden su getirmiştir. Sözkonusu talihsiz uygulamaların baş aktörleri arasında Keçecizâde’nin tabiriyle “müdâhane-i âlimân”ı yeni tabirle “kifayetsiz muhteris”leri ilk sıraya koymak gerekir.

Osmanlı devletinin başkenti İstanbul’un, düşman kuvvetlerince  15 Mart 1920’de işgal edilmesiyle birlikte bu topraklarda yeni bir dönem başlamıştır. 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan TBMM, üç yıl sonra Cumhuriyet’i ilân etmiş ve bir dizi kanunlarla yeni yolunu çizmiştir. Bu kanunların bir kısmı ilim ve irfan hayatıyla ilgili idi. İlmi temsil eden medrese,”yetersizdir” gerekçesiyle 1924’te,irfanı temsil eden tekke,”zararlıdır” mülahazasıyla 1925’te kapatıldı. Üç sene sonra da harfler değişti. Çizilen rotaya göre açılan yeni  mektep ve fakültelerde diğer ilim dalları belli bir seviyede ilgi görürken 1930’lu yıllarda ülkemizde bir tane İmam Hatip Okulu, bir tane İlâhiyat fakültesi yoktur. Uzun yıllar sonra bu yanlıştan kısmen dönülmüş 1949’da Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, 1951 yılında yedi ilde İmam Hatip Okulu,1959 da ise İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü açılmıştır. Bu sefer başka bir problem, aradaki inkıta sebebiyle bu  orta dereceli ve yüksek okullara öğretmen bulma zorluğu ortaya çıkmıştır. Bu açığın bir kısmı -Ferid Kam’ın kendisi için kullandığı- “köhne müderris”lerle kapatılmış, bazı dersler için hoca bulunamamıştır.

İşte rahmetle anmak için dikkatinize sunmak istediğim  “Üç Muhammed” tam bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Geçen yüzyılın ikinci yarısında dünyanın farklı ülkelerinden ülkemizdeki dinî tedrisata omuz vermek için bir çok insan gelip geçmiştir. Kimi Kazan’dan Kahire’den,kimi Bağdat’tan,Bosna’dan..Hepsine müteşekkiriz,öz evlatları gibi onlara duacıyız. Fakat kısaca tanıtmak istediğim bu üç isim kıdem itibariyle öndedir. Ayrıca her biri ayrı bir kıtayı temsil etmektedir. Asya’lı Muhammed Hamidullah, Afrika’lı Muhammed Tavit Tancî, Avrupa’lı Muhammed Tayyib Okiç.

Hindistan gözlü güzel

İlmin peşinde güzel

Geliş gidişi güzel

Muhammed Hamidullah

Osmanlı hükümeti’nin II.Meşrutiyet dönemini başlattığı sene, Hindistan’ın Haydarâbâd şehrinde,müfessir,mutasavvıf Mahmud Mehâimî’nin torunu, Haydarâbâd Nizamlığı başmüftüsü Ebû Muhammed Halilullah’ın oğlu olarak 19 Şubat 1908’de doğdu. Osmaniye Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Hukuku alanında yüksek lisansını, Almanya’nın Bonn şehrinde doktorasını 1933’de, ikinci doktorasını 1935’te Paris’te tamamladı. 1946’da Haydarâbâd Nizamlığı’nın Birleşmiş Milletlere üye olması için kurulan delegasyona seçilen Hamidullah, yurt dışında iken Hindistan’ın 1948’de Haydarâbâd Nizamlığını işgal etmesi üzerine ülkesine dönmedi, dönemedi. Hindistan ve İngiltere’ye girişi yasaklanınca Fransa’ya sığındı. Haymatlos olarak hayatını tamamladı.

İstanbul’a ilk defa 1932 yılında 24 yaşında iken kütüphane çalışması için gelen Hamidullah ,1952 yılında bu şehirde  toplanan XXII.Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’nde sunduğu İslâm Hukukunun Kaynaklarına dair tebliği ile ilim aleminin dikkatini çekti. 1952’den itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslâm Tetkikleri Enstitüsü’nde, her yıl üç ay misafir profesör olarak yaklaşık çeyrek yüzyıl ders verdi. Bu Enstitü,1930’lu yılların başında kapatılan İstanbul Dârulfünûn İlâhiyat Fakültesi’nden kalan yadigârdır. Resmî öğrencisi olmamakla birlikte zengin kütüphanesi ve çıkardığı dergi ile hizmetlerine devam etmiştir. Hamidullah tarafından bazen Arapça bazen Fransızca verilen derslerin ve makalelerin mütercimleri arasında Salih Tuğ, Fuat Sezgin, M.Sait Mutlu ve Yusuf Ziya Kavakçı vardır. Sözkonusu derslere dinleyici olarak katılanlardan biri de bu satırların yazarıdır. İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi ile Ankara İlahiyat Fakültesi Dergisi zaman zaman üç Muhammed’in yazılarıyla renklenmiştir.

Fransa’da bulunduğu zaman diliminde , atmışlı yetmişli yıllarda doktora yapmak üzere bu ülkeye giden Türk talebelerle de elinden kaldığı kadar ilgilenmiştir. Bu talebelerden özellikle Hoca’nın eserlerini Türkçe neşretme konusunda  İhsan Süreyya Sırma’nın günümüzde de devam eden gayretlerini tebrik ve teşekkürle anmak gerekir. Vefatının 3. Yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı ile Bursa Müftülüğü’nün   18 Kasım 2005 tarihinde tertiplediği Muhammed Hamidullah Sempozyumuna sunulan tebliğler basılmıştır.

Rahatsızlanması sebebiyle 1996 yılında Paris’ten ABD/Florida eyaleti jacksonville şehrinde bulunan akrabalarının yanına gitti ve bir şeb-i arûsda orada vefat etti: 2002. Son tecelli şöyledir: Unutkanlık hastalığı ile geçen son günlerinde bildiği bütün yabancı diller hafızasından silinmiş sadece ana dili kalmıştı.

Çok farklı ülkelerin kütüphanelerinde dirsek çürüten, telif, tercüme ve neşir olarak pek çok eser için göz nuru döken, hiç evlenmeyen, sade yaşayışı ile dillere destan olan Hocamızın Türkçe’ye çevrilen bazı eserleri şöyle sıralanabilir:

  1. Hz.Peygamber Döneminin Siyasî-İdârî Belgeleri
  2. İslâm’da Devlet İdaresi
  3. Hz.Peygamber’in Savaşları
  4. Aziz Kur’ân

5 .İslâm Peygamberi

  1. İslâm’a Giriş
  2. Muhammed Resulullah
  3. İslâm’ın Doğuşu
  4. Hz.Peygamber’in Altı Diplomatik Mektubu
  5. İslâm Tarihine Giriş
  6. İslâm Müesseselerine Giriş
  7. İslâm’ın Hukuk İlmine Yardımları
  8. Kur’ân-ı Kerim Tarihi
  9. İmam Azam ve Eseri
  10. Konferanslar.

Salih Tuğ tarafından tercüme edilip 1962 tarihinde İstanbul’da basılan Hz.Peygamber’in Savaşları isimli eser için uzun bir tanıtım ve değerlendirme yazısı yazan Nurettin Topçu makalesini şöyle tamamlıyor: “ Allah ülkesi olan ve Allah sevgisine götüren ilmi bırakıp ta, çeşitli teşekküller ve türlü şekiller altında siyaset ve dedikodular peşinde ömürlerini boşuna harcayan genç neslin çocuklarına, Muhammed Hamidullah’ın izinden yürümelerini tavsiye ederim. Ta ki her sahada ilk ve son sözler ilmin, ahlakın ve hakikatin olsun! (Yeni İstiklâl,18 Mart 1963)

Yazdığı eserlerden telif ücreti almayan hocamız, kitabını neşreden yayınevlerine şöyle diyordu: Bana vereceğiniz telifi baskı masraflarında kullanın, dolayısıyla kitap daha ucuz olarak okuyuculara ulaşsın!

İbnu’n-Nedim’in dostu

İbni Haldun’un dostu

Ve Türkiye’nin dostu

Muhammed Tavit Tancî

Hint okyanusunun sahillerinden gelen Hamidullah’tan sonra başka bir okyanusa geçelim. Fas’ın kuzeybatısında, Atlas Okyanusuna açılan Tanca şehrinde,  Osmanlı Devleti’nin talihsiz Mondros Mütarekesini imzaladığı günlerde 1918 yılında doğdu. Kadı olan, aynı zamanda Nâsıriyye tarikatına mensub olan babasıyla başladığı ilim yolculuğuna Fas şehrinde devam etti.  Dinî ilimlerin yanında, özellikle Muhammed İlmî’den Matematik ve Astronomi okudu. Yirmi yaşında Kahire’ye intikal etti. Şimdiki adı  Kahire Üniversitesi olan Câmiat u Füâdi’l-Evvel Edebiyat Fakültesi’nin Arap Dili Bölümünü 1943’de derece ile tamamladı. Hocalarından Ahmed Emin , İbn Haldun’un Mukaddime’si üzerinde çalışmasını teklif etti. Böylece yazma eserlerin  içine daldı. Bu dalış son nefesine kadar devam etti. Mukaddime’yi gönlüne göre neşredemediyse de İbn Haldun’un diğer eseri Şifâu’s-sâil’i  kırk yaşında iken İstanbul’da, 100 sayfalık uzun bir mukaddime ile yayınladı. Kitabı Süleyman Uludağ Tasavvufun Mahiyeti adıyla (İstanbul 1977) kitabın mukaddimesini ise Bekir Topaloğlu, İslâm Tasavvufu Üzerine başlığıyla tercüme etmiştir. (İstanbul,2002) İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okuttuğu Kelam, İslâm Mezhepleri Tarihi ve Belâgat-i Kur’âniyye ders notları basılmamış olup Bekir Topaloğlu’nun özel kütüphanesindedir. Kerbela’lı şair Fuzûlî tarafından Arapça olarak kaleme alınan Matlau’l-itikad adlı kelam/tevhid konularıyla ilgili eserin tahkikini yapmış, o yıllarda asistan olan M.Esad Coşan ve Kemal Işık’ın tercümeleriyle birlikte Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin yayını olarak kitapçı raflarında yerini almıştı. (Ankara 1962)

Tanci Arapça bir çok makalesinin yanında, ellili yıllarda, İslâm, Türk Yurdu, Hilâl gibi mecmualarda tercüme edilerek yayınlanan makaleleri de vardır. 1956 yılında Ankara’da yayın hayatına giren İslâm dergisindeki makaleleri şu başlıkları taşıyor: İslâmiyet, Muhammed Resulullah. Birinci makalenin mütercimi İzzet Hasan, ikincisinin Osman Keskioğlu’dur.

Kitabu’l-İber’in son cildinde yer alan müellifin otobiyoğrafisini  et-Ta’rif adıyla Kahire’de 1951 yılında neşretti. Bir yıl sonra neşrettiği Humeydî’nin Endülüs Tarihi ile ilgili Cezvetü’l-muktebis isimli eserin takdim yazısı  ise Zâhid Kevserî’ye aittir.

O da Hamidullah gibi 1952 yılında 34 yaşında iken İstanbul’da yapılan xxıı. Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’ne katıldı. Bu vesileyle müslim, gayr-i müslim bir çok meslektaşını tanıdı. Daha önemlisi, Dersaadet’in Süleymaniye başta olmak üzere dünyanın en değerli yazmalarına ev sahipliği yapan bu şehri ve bu ülkeyi  tanıdı ve sevdi. 1953 te Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslâm Felsefesi hocasıdır. Bu arada İslâm Dini ve Mezhepleri dersini de okutmaktadır. Türkiye’de Necla Sayın Hanım’la evlenen Tanci’nin kızı, Prof.Dr. Ayşe Emel Kefeli   şu anda 29 Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde çalışıyor.

1962’de ülkesinin israrlı daveti üzerine Fas’a gittiyse de üç yıl kalabildi. Orada da –Kral’ın arzusuna rağmen-  “kifayetsiz muhterisler”in gadrine uğradı.

1965’de kütüphanesiyle birlikte tekrar ülkemize geldi ve İstanbul’a yerleşti. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde şu dersleri okuttu: Kelâm, Tevhid, İslâm Mezhepleri Tarihi, Belâgat-i Kur’âniyye. O yıllarda asistan olan Bekir Topaloğlu, Hayreddin Karaman ve arkadaşlarına rehberlik yaptı. 1970’de tekrar Ankara İlâhiyat’a intikal eden Tanci 1973’de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde bulunurken İÜ Edebiyat Fakültesi’nde, Ankara’da bulunduğu yıllarda da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’de Arap Dili derslerine girdi. Şu bilgiyi de ilave edelim. Atmışlı yetmişli yıllarda ülkemizde iki çeşit dinî yüksek tahsil kurumu vardır: Fakülte ve Enstitü. 1949’da açılan Ankara İlâhiyat ile 1971’de açılan Erzurum İslâmî İlimler Fakülteleri üniversiteye bağlıdır. Sayıları yedi olan Yüksek İslâm Enstitüleri ise Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlıdır. YÖK ile birlikte 1982’de hepsinin adı ilâhiyat fakültesi olmuştur.

29 Aralık 1974’te İstanbul’da 56 yaşında vefat etti. Zincirlikuyu mezarlığına defnedildi. Kendisiyle ilgili olarak 2011 de  yapılan sempozyumun bildirileri ile bazı yazıları İslâm Düşüncesi Üzerine Makaleler adıyla Türkiye Diyanet Vakfı yayınları arasında basılmıştır. (Editör:Sönmez Kutlu)

Yazmalar yönünden zengin olan kütüphanesi Türk Tarih Kurumu’na intikal etmiştir. Merak ediyorum aradan yarım yüzyıla yakın bir zaman geçti. Bütünüyle tasnif edilip hizmete sunuldu mu? Hoca,1965 yılında memleketinden tekrar Türkiye’ye gelirken kütübhanesinin nakil masrafı için bazı kitaplarını sattığını ve bu ızdırabı ölünceye kadar duyduğuna dair hüzünlü hikâyeyi kızı naklediyor. Bir şey daha söylüyor. Tanci’nin vefatına çok üzülen Fas kralı taziye için özel bir heyeti Türkiye’ye gönderiyor. Ayrıca hanımına maaş bağlanacağını da söylüyorlar,Ama.. Yaklaşık 3000 ciltlik kütübhaneden ayrı olarak ömürboyu yazdığı fişler, tuttuğu notlar, özellikle İbnu’n-Nedim’in  Fihrist’i  ve İbn Haldun’un Mukaddime’si ile ilgili not defterleri ve diğer arşiv malzemeleri asistanı Bekir Topaloğlu’nun girişimleriyle İSAM kütübhanesine intikal etmiştir.

Bosna’dan Ankara’ya

Daha sonra Konya’ya

Son yolculuk Bosna’ya

Muhammed Tayyib Okiç

Bosna’nın Tuzla sancağının Graçanitsa kasabasında 1 Aralık 1902 tarihinde doğdu. Babası yüksek tahsilini İstanbul medreselerinde tamamlayan Reisululema muavini Mehmet Tevfik Efendi’dir. Saraybosna’da İlahiyat, Belgrad Üniversitesinde Hukuk tahsilinden sonra Sorbon Üniversitesinde doktorasını tamamladı.(1931) İkinci Dünya savaşı yıllarında  Türkiye’nin Belgrat elçiliğinde sekreterlik ve mütercimlik yaptı. Savaş bittikten sonra 1945’de Türkiye’ye geldi ve Başbakanlık arşivinde araştırmalar yaptı. 1950’de yeni açılan Ankara Üniversitesi İlâhiyat fakültesine sözleşmeli profesör olarak atandı. 1964-1971 yılları arasında Konya Yüksek İslâm Enstitüsü,1973-1977 yılları arasında Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsünde hocalık yaptı. Tito rejimi tarafından Yugoslavya’ya girişi yasaklanan Okiç’in, değişik sebeplerle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olamayınca –Hamidullah gibi- “vatansız” olarak ülkemizde –zaman zaman da maddi sıkıntılarla birlikte- yaşadı. 9 Mart 1977’de Ankara’da vefat etti. Vasiyeti gereği ülkesine götürülüp defnedildi. O tarihte talebesi Süleyman Ateş Diyanet İşleri Başkanı idi. Okiç’in hayatı ve eserlerini konu alan Armağan kitap 1978’de Atatürk Ü. İlâhiyat Fakültesi tarafından yayınlanmıştır: Prof.M.Tayyib Okiç Armağanı

 

Ankara İlâhiyat Fakültesinin Tefsir, hadis, Fıkıh gibi temel derslerini okutan Okiç daha sonraki yıllarda sözkonusu Fakültenin hocaları olacak olan asistanların yetişmesinde büyük emekleri vardır. Özellikle Tefsirde İsmail Cerrahoğlu, Süleyman Ateş, Hadiste Talat Koçyiğit, Mehmet Hatiboğlu, Fıkıh’ta Abdülkadir Şener’i saymak gerekir. Hocamızla ilgili olarak topladığım bütün bilgi, makale ve belgeleri, hakkında Uludağ Üniversitesinde doktora tezi hazırlayan hemşehrisi Behlul Kanaqı’ya verdim (2017).

Ders notları ve makaleleri Şenol Korkut’un editörlüğünde  Atlaskitap’tan 6 cilt olarak yayınlanmıştır. Bu hayırlı işe omuz veren Osman Özbahçe, Muhammet Abay, Hayati Yılmaz’a teşekkür borcumuz vardır.

 

1.Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, Ankara, 2017

2.Tefsir ve Hadis Ders Notları, Ankara, 2017

  1. Sarı Saltuk Meselesi, Ankara, 2017

4.İslâmiyet’te Kadın Öğretimi, Ankara, 2021

  1. Makaleler I, Ankara, 2021
  2. Makaleler II, Ankara, 2021

 

Makaleleri

Muhammed Tayyib Okiç ,Türkçe bildiği için Hamidullah ve Tanci’ye göre bir farklılık arzetmektedir. Ankara İlâhiyat Fakültesi dergisinde bir çok makalesi yayınlanmıştır. Sarı Saltuk meselesiyle ilgili olarak Yusuf Ziya Yörükan’la girdikleri ilmî tartışma için yazdıkları, ayrı bir kitap olacak kadar geniştir.(yarım yüzyıl sonra ayrı bir kitap olarak basılmıştır.)  Erzurum Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesinin 1975’te yayınlanan 1. Sayısında yer alan  Mevlid  ile ilgili uzun makale  de ,henüz aşılamayan araştırmalardan biridir: Çeşitli Dillerde Mevlidler Ve Süleyman Çelebi Mevlidinin Tercemeleri. Talebesi Mustafa Ateş’in Arapça’dan tercüme ettiği Tasavvuf ve Hayat isimli esere (İstanbul 1966) takriz yazdığı gibi 1969 yılında yayınlanan Mahir İz’in Tasavvuf isimli eseri için de tanıtım yazısı yazmıştır.(İslâm Medeniyeti,sy.22 Ağustos 1969)

On kadar yabancı dil bilen hocamızın kütübhanesi Dokuzeylul Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine intikal etmiştir. Mehmet Mahfuz Söylemez’in kütüphane ile ilgili  yazısı Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinin 1. sayısında yayınlanmıştır.

28-29 Haziran 2010 tarihinde  Türkiye-Bosna Hersek makamları ortaklaşa Saraybosna’da Prof. M. Tayib Okiç Sempozyumu tertiplemiştir.

Şimdi sıra iki lisenin ismine geldi:

Ankara Yenimahalle Uluslararası Prof.Dr. Muhammed Hamidullah Anadolu İmam Hatip Lisesi.

İstanbul Pendik Prof.Dr. Muhammed Tayyib Okiç Anadolu İmam Hatip Lisesi.

Burada bir eksik yok mu? Bunu kim nasıl ne zaman  tamamlayacak?

Her üç hocamızın hayatı, ahlâkı ve eserleri için Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerine bakılabilir.

Netice

Hz.Muhammed Mustafa’nın getirdiği esasları insanlığa sunmak için bir ömür boyu gece gündüz çalışan Üç Muhammed’e borcumuz çoktur. Onlar hizmetlerini ilim aşkıyla ve Hz.Allah’ın rızası için yaptıklarından bizden sadece dua istemektedirler. Fakat gurbet hayatının çileleri içinde,kendi ülkelerine girememe izdırabını unutarak bizleri/bir nesli besleyip büyüten bu insanların hiç biri hatasız ve kusursuz olduğunu iddia etmemiştir. Hiç bir alim de böyle bir kirli çukura düşmez. Aksine onlar hatalarını gösterenlere gönülden teşekkür ederler. Fakat bu zatlar için bazı kimselerin reva gördüğü,tenkit sınırlarını aşan, ölçüsüz lafların, mezhepsiz, mutezilî, baîdullah, ismailî, ehl-i sünnet düşmanı,din tahribcisi.. gibi çirkin iftiraların altından nasıl kalkacaklardır? Büyük Mahkeme’de bunun hesabını nasıl vereceklerdir?

Bu sorunun cevabını bilmiyorum.

Çok Okunanlar