Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Bir Rüyanın Tabiri Ya Da Witt Benden Ne İstedi?

Tecrübesizim. Bu yüzden kurtulamıyorum rüyadan. Mesaj açık. Son bulması için tecrübe etmem lazım. Ölümün nasıl bir şey olduğunu bilmeden rüyaya son veremem. Yanık boya kokan atölyemdeyim. Kokuyu içime çekiyorum. Kesik uzuvlar olan tablolara bakıyorum. Hangi uzuv, hangi tabloda birleşiyor artık bilmiyorum.

EKLENDİ

:

Ümit Köksal’a… 

Her gece rüyamda Heidegger’i öldürmeye çalışıyorum. Aslında bunu yapan iki kişiyiz. Witt de var yanımda. O elini sürmüyor. Witt’in işi, beni cesaretlendirmek ve enseme kesik kesik nefes vermek… “Yap, gitsin. Bunun zaten bir anlamı yok!” diyor sürekli. Öldüremeden uyanıyorum. Kızımın kocaman gözleri tam tepemde oluyor. “Neden terledin, baba?” Terletiyor bu rüya beni. Bir anlamı da yok zaten, kızım.

Bu rüya uyanıkken de sarıyor beni. Sürekli ölümü düşünüyorum. Öldüremeyişimi… Bu rüyanın benimle ne ilgisi olduğunu… Witt’i ve Heidegger’i… Yorgunluğu… Atölyemde düşünüyorum, yağlı boyaya bulanmış tuvale bakarken. Uğursuzluk bürüyor renkleri. Her şey anlamsız gelmeye mi başlıyor, yoksa binlerce sırra mı eriştim? Buradan çıkmıyorum. Çıkarsam uyurum. Uyursam, uyursam yine öldüremem onu. Belki bu sefer öldürürüm? Uyumaya değer bunun için ya da öldürmeye değer uyumak için.

Heidegger’in burnuna bakıyordum. İfadesiz duruşuna… Bıyığının her bir teline… Korkmuyor bile… Varlığına güveniyor. Witt’in gülüşünü duyuyorum. “Yine yapamayacaksın!” diyor. Ağzım kupkuru… Balçıklı tükürüğüm. “Heidegger,” diyorum ama gerisi çıkmıyor ağzımdan. “Ona isim verme, onu sayma!” diyor. “Tart onu!”

Çok yorgunum. Onu öldürmenin bir yolunu bulmak istiyorum. Atölyeme gidip Heidegger’in tamamen yeşilden oluşan bir karalamasını yapıyorum. Mısırlılar ölen tanrılarını yeşille gösterirmiş. Sonra bir yağlı boya portresini yapıp bıçakla paramparça ediyorum. İnternetten fotoğrafına bakmama gerek kalmıyor, çünkü artık her bir ayrıntısını ezberledim. Bu, beni korkutuyor. Korktukça daha çok portresini yapıyorum. Şeklini bozuyorum. Ruhunu eklemiyorum. Renklerini alıyorum elinden. Biliyorum, yine de ölmeyecek.

Korkuyorum. “Hayat hakkında yanlış izlenimlerin var” diyor Witt. “Özellikle ölüm hakkında yanlış izlenimler…” Artık karşımdaki surata bakmıyorum. Elimdeki bıçağa da… Artık isimlendirmiyorum hiçbir şeyi, sınırlandırmıyorum. Ama yine olmuyor. Bunu benden neden istiyor? Ben sıradan bir ressamım. İşim bir şeyleri resmetmek. İşte! Uyanır uyanmaz resmedeceğim.

Kızım ve eşim başımda… Telaşlı bakıyorlar. Hastalandığımı sanmışlar. Anlamı yok. Sanmanın da bir şey söylemenin de… Doğruca tuvale gidiyorum. Birçok ölüm resmediyorum. Ölümler… Kan, dehşet ve katliam… “Bu yeterli değil!” diyor Witt. Çizdiklerimi ateşe verip büyük bir tenekeye atıyor. Tükeniyorum.

Heidegger karşımda yine. Gözlerinin içine bakıyorum. Witt onun yanında. Bıçak onların elinde. Yaklaşıyorlar ya da yaklaşıyorum. “Tecrübe etmeden, hiçbir şeyi resmedemezsin” diyor Witt. Hem karşımdan geliyor ses hem yanımdan. Bıçağın kabzasını şimdi fark ediyorum. Yaklaştıkça bana benziyor karşımdaki. Yalnızca biz kalıyoruz. Bıçaklar kalıyor. Uyanıyorum.

Tecrübesizim. Bu yüzden kurtulamıyorum rüyadan. Mesaj açık. Son bulması için tecrübe etmem lazım. Ölümün nasıl bir şey olduğunu bilmeden rüyaya son veremem. Yanık boya kokan atölyemdeyim. Kokuyu içime çekiyorum. Kesik uzuvlar olan tablolara bakıyorum. Hangi uzuv, hangi tabloda birleşiyor artık bilmiyorum.

Kuşkuluyum. Rüyamdan -rüyalarım değil, çünkü bu tek bir rüya- doğru anlamı çıkarıyor muyum? “Önce inan, kuşku sonra!” diyor Witt. Aklımı kaçırdım bence. Kendimle karşılaşmış olamam. Ben nesne değilim. “Dilinle kendini büyüleme!” diyor. Belki de ben diyorum. Bunları kim dedirtiyor? Elime jileti ne zaman aldım? Eşim ve kızım nerede?

Anlıyorum. Düşüncemdeki örtüyü kaldırdım. Bileklerimde kırmızı bir caz hâkim. “Sisin seni kandırmasına izin vermedin. Hedefin yakında olmadığını kabullendin. Artık sınırları aştın. Artık anladın. Tecrübelisin. Kanın seni öldürene dek boşaldığında ölüm üzerine konuşabileceksin. Bunca zaman boyalarla ve türlü zımbırtıyla boşuna uğraştın. Şimdi, işte şimdi en iyi tablomu çizdim. Öznesi de benim, boyası da. Gerçekçiliğini damarlarımdan akıttım. Ben, biz, başardık. Anlam için değdi.”

Anladım, konuşabiliriz.

Çok Okunanlar