1. Anasayfa
  2. Düşünce

Bireysel Âdâbtan Toplumsal Ahlaka Yemek Kültürümüz

Bireysel Âdâbtan Toplumsal Ahlaka Yemek Kültürümüz

Öncelikle davarın-sığırın, yük hayvanlarının ve meşru amaçlar için edinilmiş kedi-köpek gibi dilsiz garibanların (hayvanların) karnı doyurulurdu. Onları aç bırakmanın hesabının daha çetin olacağına inanılırdı.

Hanenin/sofranın büyüğünün yüksek sesle çektiği besmele ile yemeğe başlanır, şeytanın yemekten nasiplenmesine fırsat verilmez; yine aynı şekilde elhamdülillah diyerek yemek bitirilir, nankörlük edilmezdi.

Artan yemek asla dökülmez, bu, israf ve küfran-ı nimet bilinirdi.

Bağda, bahçede, ofiste yemek yenileceğinde komşular davet edilmeden asla sofraya oturulmaz, gelmezlerse bir parça ekmek/yemek götürülürdü. Mümkünse yemekler/azıklar karıştırılır, hep birlikte yenilirdi. Bereket bilinci vardı. Beş kişiye yeten, on kişiye de yeterdi.

Yolda, sokakta, umuma açık yerlerde yenilip içilmezdi. Nimet yere düşer, gelip geçen farkına varmadan üzerine basar, nimete hürmetsizlik edilmiş olurdu. Hem herkes alacak imkâna sahip olmaz, canı çeker ama isteyemez, hassasiyeti gözetilirdi. Ne de olsa göz hakkı diye bir hak bilinirdi.

Aş kaynatıp komşuya ikram etmemek olmazdı. Kokusunu almıştır, canı çekmiştir denir, ikram etmemek ayıp hatta günah addedilirdi.

Mecbur kalınmadığı sürece aile bireylerinden ayrı olarak dışarıda bir şey yenilmez, yenilmişse, hane halkına da mutlaka getirilirdi.

Geçerli mazereti sebebiyle oruç tutmadığı günlerde Müslümanlar, en yakınları bile olsa, oruçlunun yanında yiyip içmezdi. Oruca ve oruçluya saygı bilinci vardı.

“Babasının hayrına mı çalışıyor, ücretiyle iş görüyor” diye işçiye yemek vermemek hiç olur muydu! Bilakis özel hazırlık yapılır, vaktinde ikram edilirdi.

Tıpkı ihtiyat akçesi gibi, kilerde misafir için özel yiyecekler/gıda maddeleri bulundurulur, nâçâr kalınmadığı sürece bunlar tüketilmez, sormadan-geciktirmeden misafire sofra hazırlanırdı. Bir yiyip dokuz bırakan tanrı misafiri, külfet şöyle dursun, ahiret azığı için eşsiz bir nimet bilinirdi.

Mahallede bir vefat gerçekleştiğinde evlerde mutlaka yemek hazırlanır; Müslümanlık hakkı gereği uzaklardan, civar muhitlerden/köylerden cenazeye gelenler, namaz ve defin sonrası eve götürülür, karınları doyurulmadan asla gönderilmezdi.

Nimet, hürmet, bereket, ikram bilinir, yaşanır ve yaşatılırdı.

Edebin adet halini alarak toplumsallaştığı ne güzel hassasiyetlerimiz vardı.

Ordu İmam Hatip Lisesi (1988) ve Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden (1993) mezun oldu. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim Dalı'nda araştırma görevlisi olarak akademik hayata başladı (1993-1996), ardından mezun olduğu Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne döndü (1997). Bir yıl süreyle (1999) Ürdün Üniversitesi'nde dil eğitimi aldı ve sahasıyla ilgili araştırmalarda bulundu. 2001'de doktor, 2005'te doçent, 2011'de profesör oldu. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. İslam Hukukunda Özel Mülkiyet ve Sınırlamaları, İslam’da Kolaylaştırma İlkesi-Azimet Ruhsat İlişkisi, İslam Hukukunda Ehliyet Teorisi, Dinî-Fıkhî Açıdan Komşuluk Hukuku, Günümüz Fıkıh Problemleri, İslam Hukuku El Kitabı, İslam Hukukuna Giriş gibi müstakil ve müşterek eserleri yanında, hakemli dergilerde yayımlanmış çok sayıda makalesi bulunmaktadır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.