1. Anasayfa
  2. Kavram

Bize “Baby Boomer/Bebek Patlaması” Kuşağı Diyorlar 

Bize “Baby Boomer/Bebek Patlaması” Kuşağı Diyorlar 
0

 

Bu kuşak, İkinci Dünya Savaşı sonrası çok sayıda çocuğun doğduğu “bebek patlaması” dönemini kapsayan ve 1946’dan 1964’e kadar doğanlardan oluşmaktadır. Bizden öncekilere “Sessiz”, sonrakilere de “X kuşağı” denilmekte. En sondakilere de “Z kuşağı” ya da “i-Nesli” adı verilmektedir.  

Bunu “Kim demiş”, “Neden bu şekilde isimler kullanılmış”, “Bu sınıflandırma ne kadar anlamlı” gibi tartışmalara girmeyeceğim ama şu, bir gerçek ki 1946-1964 tarih aralığında doğanlar ya da onlara yakın olanlar “yok”ların çok olduğu dönemlerde dünyaya geldi ve öyle bir ortamda büyüdü. 

Bu kuşak üç ayrı yüzyılın izlerini taşımaktadır: Şöyle ki bizler XIX. yüzyılda doğan dedelerin ve ninelerin elinde büyüdük, o yüzyılda doğmuş çok sayıda insanı gördük, onları dinledik, onlarla hemhâl olduk. İkinci olarak bizler XX. yüzyılda doğduk ve o dönemin yaklaşık son elli yılına şahit olduk, bir anlamda bizler XX. yüzyıldan kalmayız. XXI. yüzyılda yaşamaya devam ediyoruz, bu yüzyılın da ilk çeyreğini devirmek üzereyiz. 

“Baby Boomer” ismini bizlere Y ve Z kuşakları takmış ve genel olarak günümüz dünyasına ayak uyduramayan ve belirli yaştan büyük kişiler için kullanmaya başlamışlardır. 

Bu kuşağın özellikleri şöyle sıralanır: 

  • Savaş sonrası nüfus patlaması sonucu doğmuşlardır.  
  • Toplumsal değişimlere öncülük etmişlerdir. 
  • Kültür, moda ve politika alanlarında etkili olmuşlardır. 
  • Genellikle daha büyük ailelerin çocukları olarak büyümeleri nedeniyle dayanışma ve aile bağlarına önem verirler. 
  • Yokluk çektikleri için varlığın kıymetini bilirler. Hatta bu yüzden aşırı tutumludurlar. 

Bahsi geçen dönemde çok sayıda çocuk doğduğu için çocuğun, çocuk olmanın kıymeti yoktu. Zira bir şeyin çok olması, kıymetinin azalmasına sebep olur. 

Dedik ya “yok”ların dünyasında doğduk. İlk yokluk da “kıymet” le başlamış. Baby Boomer’ın kıymeti, değeri yok. Belki de onu kıymetli kılan bu yokluklardır. 

Bizim doğduğumuz zamanda, bizim doğduğumuz evde, bizim çevremizde neler yoktu ki! 

Bizim doğduğumuz evde; 

İnternet, bilgisayar, hesap makinası, tablet, telsiz, telefon, cep telefonu,  şarj aleti vb. yoktu. 

           

Sanal dünya, sosyal medya hesapları yoktu. 

Televizyon, anten, uydu/çanak anten, radyo, teyp, saat, takvim, ayna yoktu. 

Kalorifer, şofben, kombi, banyo kazanı, termosifon, kettle/ketıl yoktu. 

Çamaşır makinası, Çamaşır kurutma makinası, bulaşık makinası, ütü yoktu. 

Buzdolabı, derin dondurucu, fırın, davlumbaz, İpragaz, Aygaz, tüp, ocak, elektrikli süpürge yoktu. 

Elektrik yoktu, su yoktu, doğalgaz yoktu. 

Dikiş makinası, süt makinası yoktu. 

Çelik kapı yoktu, kilit yoktu. 

Tuvalet yoktu, tuvalet kâğıdı, peçete, selpak, ıslak mendil yoktu. 

Küvet, duşa kabin, şampuan, saç kurutma/fön makinası yoktu. 

Ayakkabı, ayakkabı boyası yoktu. 

Koltuk, halı, şifonyer, sehpa, baza, karyola, çekyat, vitrin yoktu. 

Gardrop, vestiyer, ayakkabılık yoktu.  

 

Bizim doğduğumuz köyde;  

Motorlu taşıt (otobüs, minibüs, taksi, traktör) yoktu. 

Köyde ve civarında uçak, metro, tren, otobüs, dolmuş yoktu. Scooter, bisiklet, motosiklet yoktu. 

Bizim doğduğumuz köy ve civarında fabrika, imalathane, sanayi tesisi yoktu. 

Petrol, benzinlik, benzin istasyonu, benzin, mazot, doğalgaz yoktu. 

Biçerdöver, patos, tığ makinası yoktu. 

Market, avm, kasap, manav, çarşı, pazar, park, luna park yoktu. 

Top sahası yoktu, top yoktu. 

Tahtadan ya da karpuz kabuğundan yapılan oyuncaklardan başka oyuncak yoktu. 

Banka, bankamatik, şifre yoktu. 

Kahvehane, çay ocağı, meyhane, çamaşırhane, kütüphane, kitapçı, kırtasiye yoktu.  

Hastahane, sağlık ocağı, revir, eczane, doktor, hemşire yoktu. 

Asfalt, sokak lambaları, gece aydınlatması yoktu. 

Burada sayılanların en azından bir kısmı o sırada bir yerlerde mevcuttu ama gerçekten biz doğduğumuzda bunlar köyde-evde yoktu. Bunların bir kısmı hâlâ yok, olanlar da 1970’lerden itibaren gelmeye başladı. Artık onların bir kısmı günümüzde de yok. Hatta burada sayılanların bazılarının ne olduğunu bilen de pek yok. 

Günümüzde adına bizim “cep telefonu” dediğimiz ve on yaşındaki bir çocuğun “Ona neden cep telefonu diyorsunuz, bunun adı telefon” diye itiraz ettiği bir alet var. Çünkü biz önce sabit telefonları gördük ve onları “İşyeri telefonu”, “ev telefonu” diye isimlendirdik. Onlar kabloluydu, sabitti, büyüktü, seyyar değildi, taşınamazdı. Sonra kablosuz, seyyar telefonlar çıktığında onları cebimizde taşıdığımız için adına “cep telefonu” dedik. Fakat yukarıda bahsettiğim ve gerçekten yaşanan olaydaki çocuk önceki telefonları görmediği için haklı olarak bu yeni icada “cep telefonu” denilmesine itiraz etti. Bu yeni telefon yukarıda sıraladığımız onlarca cihazın ve daha fazlasının işlevini görür hâle geldi. 

Bir cep telefonunda neler var? 

Telefon, televizyon, radyo, teyp, wolkman, fax, daktilo, fotoğraf makinası, kamera, fotoğraf albümü… 

Bilgisayar, hesap makinası, el feneri, kalem, silgi, not defteri, defter… 

Kitap, gazete, dergi, kütüphane… 

Takvim, saat, çalar saat, kol saati, kronometre… 

 

Cep telefonuyla birlikte onlarca alet edevat avucumuzun içindeki bir kutu içinde yer aldı. Geçmişte bunların her birini ayrı ayrı elde etmek hem zordu hem de zevkliydi.  

Sahip olduklarımızı ya da olamadıklarımızı sıralarken övünmek ya da yerinmek amacında değiliz. Bizler kendi dönemimizin imkân ve imkânsızlıklarıyla biraz da zorluklar ve imkânsızlıklar içerisinde yetiştik. Belki de o yüzden küçük şeylerden mutlu olmayı, pek çok ilki görmenin mutluluğunu yaşadık 

Bizler köye, eve su gelmesinin, musluktan ilk suyun akmasının, elektrik gelmesinin ve ilk ampulün ışık saçmasının heyecanını yaşadık. Elektrik ve sudan yıllar sonra köye ilk telefonun bağlanmasının zevkini yaşadık. O da sadece bir kişinin-muhtarın evine bağlanırdı. Telefon edecekseniz muhtarın evine giderdiniz. Dışarıdan sizi arayacak olanlar da muhtarı arayarak sizi çağırmasını bekler, öyle arardı.  

Şehirlerarası ya da daha sonraları uluslararası telefon edecekseniz yine muhtarın evindeki o tek telefondan santralı arardınız, görüşeceğiniz numarayı verip sıraya yazılırdınız. Saatler sonra santral size geri dönerse ancak o zaman görüşebilirdiniz. Dönmezse o gün ya da sonraki günlerde kaydı yenilerdiniz.  

Sonuç itibariyle birbirinden çok farklı kuşaklar aynı anda yeryüzünde, aynı ortamlarda yaşamakta ve bu da çeşitli sorunlara, çatışmalara sebep olmaktadır. Biz, yeni nesli, sergiledikleri çeşitli davranışlar ve olumsuzluklar yüzünden eleştiriyoruz. Onlarsa bizim tavır ve davranışlarımızı tahammül edilemez görüyorlar. 

Yapılması gereken; her iki kuşağın da birlikte yaşamak için birbirlerine tahammül ederek, kendi doğrularını dayatmadan, kırmadan dökmeden yaşama becerisini öğrenmesi ve bunu geliştirmesidir. 

Çatışmak, kendi doğrularını dayatmak mutluluk getirmiyor. Artık cep telefonu, internet ya da sosyal hesaplarda gezinme bağımlılığı sadece Z kuşağının ya da i-Neslinin problemi değil. Günümüzde hayatta olan bütün kuşak mensupları 7’den 70’e az önce sayılan problemlerin cenderesinde kıvranmaktadır. Buna çözüm olarak konunun uzmanlarının ilginç önerileri bulunmakta ve mutluluğun sırları olarak şunlar sunulmaktadır: 

  • Cep telefonunu, interneti, bilgisayarı kontrollü kullanmak, zaman zaman bırakmak. 
  • Birkaç günlüğüne de olsa ara sıra internet perhizi yapmak. 
  • İbadet etmek, spor yapmak, sosyal ilişkiler geliştirmek. 
  • Ev ya da bahçe işleriyle meşgul olmak. 
  • Gece uykuda, gündüz uyanık olmak, uyku düzenini korumak.1 

 

Bunlara son olarak şunu da eklemek gerekir: Her toplumun kendine has bir takım özellikleri ve değerleri vardır. Bizim de millî ve manevî değerlerimiz çerçevesinde bir yaşam biçimi geliştirmemiz gerekmektedir. Bunun için de yaşlı olsun, genç olsun bireylerin istekli olması, bilinçli okumalar gerçekleştirmesi ve sonuçta elde edilen malumatı davranışa dönüştürmesi gerekmektedir. 

 

 

 

 

 

1964’de Erzincan’da doğdu. 1982’de Erzincan İHL’inden, 1987 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1987-2010 yılları arasında MEB’a bağlı okullarda öğretmenlik yaptı. 1998’de Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisansını, 2004’te de Ankara Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 2009 yılında M.E. B. Talim-Terbiye Kurulu Başkanlığı Ders Kitapları Yazma ve İnceleme komisyonlarında bir yıl görev yaptı. 2010 yılında MEB tarafından görevlendirildiği KKTC başkenti Lefkoşa’da yine bir yıl öğretmen olarak çalıştı. 2011 yılında Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geçiş yaparak 2014’te doçent, 2019’da Profesör oldu. Daha çok Endülüs’e yoğunlaşan Parlak’ın yayımlanmış, kitap, makale, kitap bölümleri ve tebliğleri bulunmaktadır.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir