Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Bugün Allah Sevgisi Nasıl Olmalı?

Seven kalp, sevdiği için fedakârlık yapmaya, karşılıksız vermeye başlar… Böylece kalbi yumuşamaya başlayan kişi, sevdiğini yaratanı da görmeye başlar ve böylece O’nu da sevmeye başlar. Fakat insan sevgisinden Allah sevgisine tekâmül etmek biraz zor olabilir. Bu yolda rehber veya bir kıvılcımın oluşması gerekir. Ama sevmeye alışan bir kalpte bu, daha kolay tezahür eder.

EKLENDİ

:

İmam-ı Rabbani Mektubat’ında Allah sevgisi dışındaki tüm sevgilerin aslında kişinin kendi nefsine duyduğu sevgidir. O şöyle der: Kişi aslında tek bir kişiyi sever; o da kendisidir, dolayısıyla ben şunu seviyorum bunu seviyorum demesi yalandır. Hepsini kendisi için sever.

Yani kişinin “Ben eşimi, oğlumu, çocuklarımı, vatanımı seviyorum.” demesi aslında kendisini sevmesidir. Çünkü bütün bunları kendisi için arzular. Gerçek salik, tüm bu sevgileri yüreğinden çıkarır. Çünkü bütün bu sevgilerin olduğu yerde Allah sevgisi kalbe yerleşmez. Fakat bu sevgileri çıkarırken bunları sevmeyecek anlamına gelmemeli. Kişi önce Allah’ı sevecek, diğer tüm sevgileri bu sevgi terazisine koyup ona göre sevecek. “El-hubbu fi’llah ve’l-buğzu fi’llah” kavramı vardır; yani Allah için sevecek, Allah için buğz edecek.

* Nasıl yani insan kendini sevmemeli mi?

Kendini severken aslında nefsini sevmiş oluyorsun. Nefsini ilahlaştırmış oluyorsun. Nefsini ilahlaştıran bir ruhsa aslında özgür değil, nefsinin kölesi olmuştur. Özgürleşmek istiyorsa nefsinin esaretinden kurtulmalı, kalbindeki tüm sevgileri çıkarmalı, yerine onun yaratıcısını koymalıdır. Yaratıcıya olan sevgiyi koyduğunda tüm sevgiler yeniden konumlanır. Bundan sonra o “El-hubbu fi’llah ve’l-buğzu fi’llah” (Allah için seven ve Allah için buğzeden olur.) Allah sevgisi, onu enfüsi ilahlardan kurtarmış olur.

Yani tasavvufta kalb sadece Allah sevgisiyle dolar. Allah da bize evlatlarımızı, ailemizi, vatanımızı ve malımızı korumamızı emreder. Yani kişi her şeyi hatta kendisini bile silerek fenaya ulaşır, fenadan sonra mukarrabun seviyesini elde eder. Burada tekrar sebepler âlemine rücu eder. Allah sevgisini kalbe koymak diğerlerini sevmemek anlamına gelmez, ama önce fenaya ulaşmak, ardından oradan tekrar bekaya varmak gerekir.

Yani tasavvuftaki sevgi anlayışında ben yoktur. “Ben” dersek Allah’a da “Sen” demiş oluruz. Yani burada panteizm anlaşılmasın, kişi kendi nefsini ve benliğini yok farz eder, her şeyde O’nu görür, her şeyde O’nun rızasını elde etmek için gayret eder. Ama bu hal uzun sürmemelidir, daha sonra tekrar dünya âlemine (âlem-i esbaba) döner. Diğer tüm sevgiler Allah’ın buyurduğu ölçülerde yeniden oluşur. Allah için sever, Allah için buğz eder.

* Allah Sûbhanehu bize merhamet etsin de sevgisini koysun kalplerimize.

Allah sevgisi, amel-i salih ve sünnete ittiba ile olur. Bir süre sonra o ameller, kalpte gerekli olan tedaviyi yapan ilaç gibi etkili olur. Her hastalık için bir ibadet, dua ve zikir vardır. Her ibadet kalbin üzerindeki bir perdeyi kaldırır. Aslında bizi Allah’a ulaştırmayan, bizzat kendi kalbimiz/nefsimizdir. Aradaki perdeleri bizzat biz oluşturmuşuz. Perdeler çoğalırsa kalp tamamen kapkara olur ve bir süre sonra Allah’ı anmayan, tamamen nefsin egemenliğine kapılmış bir kalbe dönüşür ve artık o kalp kilitlenir, mühürlenir. “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara, 2/7) ayeti tecelli eder.

“Kul ile Allaharasında dört deniz vardır:

Kul bu denizleri geçmeyince Allah’a Ulaşamaz.

– İlk deniz Dünya’dır,

Onun gemisi Zühd’dür;

– İkincisi Halk’tır,

Onun gemisi Uzlet’tir;

– Üçüncüsü Nefistir,

Onun gemisi Dileğini Reddetmek’tir;

– Dördüncüsü İblis’tir (şeytan),

Onun gemisi KENDİSİNİ DÜŞMAN Bellemek’tir.”

(Cüneyd-i Bağdadi )

Nefs Üzerine Düşünceler

Nefis kötülüklerle doludur.

“Ben yine de nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis şiddetle kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin rahmetiyle yarlıgadığı müstesna. Muhakkak ki, Rabbim bağışlayıcı ve merhametlidir.” (YUSUF/53) “Kalblerinde hastalık bulunanların, ‘Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz’ diyerek, onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki Allah, bir fetih ihsan eder veya katından bir emir (iş) getirir de içlerinde gizlediklerine pişman olurlar.” (MAİDE/52) “Onlardan birçoğunun kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kadar kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir. Onlar ebedî olarak azap içinde kalacaklardır.” (MAİDE/80)

Bazı Nakşi ekollerinde müridin eğitimine doğrudan nefsi terbiye ile başlamazlar. Onlar, doğrudan ruhi terbiyeye yani tasavvufi terminolojiyle konuşursak nefs-i sultaniye’ye yüklenirler. Yani nefs-i sultaniyeyi olgunlaştırmaya çalışırlar.

Onlara göre nefs-i sultani iyi şeylere yöneltilirse ve iyi şeyleri yapmaya başlarsa zamanla nefs-i hayvani (bildiğimiz nefs)’ye karşı güçlenir. İyilik ve nur, beden ülkesinde yayılır. Bu nur, hayvani nefsin karanlığını aydınlatır.

Yani iyilikler ve güzel davranışlar çoğalmaya başladıkça kötülükler ve nefsin emrettikleri azalmaya ve tamamen yok olmaya başlar.

Bu, aynı zamanda eğitimde pozitif (optimistik-iyimser) yaklaşımdır. Aslında kötülükleri ne kadar çok işlersek onları gözümüzde o kadar büyütürüz ve onlara olmayan bir güç vermiş oluruz. Kendimizi ve gücümüzü küçümsemiş oluruz. Hatta bazı âlimler her şeyi şeytana mal etmenin bile doğru olmadığını, bu durumun şeytana sahip olmadığı bir gücü vermek anlamına geleceğini ve aslında şeytanın da bundan hoşlandığını söylerler.

Nefis eğitiminde iyilikleri güçlendirmeye ve takviye etmeye başladığımızda, iyiliklerin yaydığı pozitif enerji ve kalbimizde yarattığı tatmin olmuşluk veya rahatlık onun karşıtı olan kötülükleri yok etmeye başlar.

Birçok insan, kendini düzeltmek için bazen yapamayacağı ağır yükleri üstlenir ve nefsinin takatinin üzerinde çalışır. Yıllarca boşa mesafe kat eder. İşte burada yanlışlık yapılmaktadır. Bu nedenle hakiki mürşit gereklidir. Mürşit, müride yol gösterir, onun iyi yönünü takviye etmeye çalışır. İyilikler beden sultanlığında yayıldığında hayvani nefs ezilir, küçülür ve gittikçe sesi daha cılız çıkmaya başlar…

Tasavvuf geniş bir yoldur. İnsanın ıslahında birçok yollar vardır… Amaç insanı ıslah etmek ve beden ülkesinin sultanı olan nefsi sultaniye’yi hak ettiği makamına oturtmaktır.

– Nefs bizim alt benliğimiz midir? Nefs-i emare bilinçaltımız mıdır? Bilinçaltımız bu kadar kötü müdür?

– Nefsin her basamağı bir bilinç düzeyini temsil eder. Kişi bu basamakları aştıkça bilinç düzeyi yükselir ve gerçek bir bilinçli kişi olur.

– Allah’ın kulu sevmesi, kulun Allah’ı sevmesiyle sonuçlanır. Kulun Allah’a sevgisi arttıkça Allah’ın da ona sevgisi artar.

– İlahi sevgi bazen bir insandan (bir kadından) geçer. Bu şu anlama gelir: Kişinin Allah’a yönelebilmesi için kalbinin sevgiye açık olması gerekir. Bir insanı bile sevemeyen kalp, Allah sevgisini kaldıramaz. Bu nedenle bir insanı sevmeye başlayan kalp, sevgiyi keşfeder. Kalbinin sevgiyle yüklenmesi, kalbindeki diğer kötü duygu ve düşüncelerin yok olmasına yol açar.

Seven kalp, sevdiği için fedakârlık yapmaya, karşılıksız vermeye başlar… Böylece kalbi yumuşamaya başlayan kişi, sevdiğini yaratanı da görmeye başlar ve böylece O’nu da sevmeye başlar. Fakat insan sevgisinden Allah sevgisine tekâmül etmek biraz zor olabilir. Bu yolda rehber veya bir kıvılcımın oluşması gerekir. Ama sevmeye alışan bir kalpte bu, daha kolay tezahür eder.

– Nefsin basamakları olduğu gibi Ruhun da basamakları, makamları vardır. Bu basamaklar şunlardır:

  1. Kalp
  2. Fuad/Gönül
  3. Sır
  4. Hafi
  5. Ehfa
  6. Sadr
  7. Ruh

Tasavvufta Allah’ı müşahede etmek şöyle olabilir: Biz dünya âlemine gelmeden önce âlemü’l-ervahtaydık. Burada bilemediğimiz kadar uzun bir zaman yaşadık. Bu süreçte Allah’la aramızda perdeler azdı. Hatta Rab kendini bize tanıttı. (kalu bela günü) Dolayısıyla her nefs Rabbini görmüştür. Kişi kendisini arındırdığında ruhlar âlemindeki yaşadığı bu süreci bazen hatırlar ve özellikle Allah’ı müşahede ettiği günleri hatırlayabilir. Kişi cezbeye geldiğinde ya da vahdet-i şühuda girdiğinde gördüğü Rab, daha önceki ruhunun gördüğü ve hatırladığı anılarıdır. Yani yeniden ve bu dünya gözüyle bir vahdet-i şühud gerçeklememiştir. Ruh, eski günlerine yönelik bazı hatıralar yaşamıştır.

– Sevgi ile Sevgili’yi ayrı gören, sevgiyi anlamamış, onu gerçekten sevmemiştir. Sevgiliye hakaret etmiştir.

– Kapının açılması için imanla çalmaya devam edin, ta ki kapı açılıncaya kadar. Ama şunu bil ki aslında kapı hiç kapalı değildi. O hep açıktı.

– Her gece kendinizle baş başa kalın, kendinizi dinleyin. Hatalarınızı tefekkür edin. Günahlarınızdan pişmanlık/nedamet duyun. Çünkü pişmanlık da tevbeden bir çeşittir. Pişmanlık, hiçbir şey yapamayacak durumda olman değil, her şeyi yapacak kudrette olduğun zaman güzeldir. Pişmanlık kendine acıma değil bilakis yeni bir bilince adım atmaktır.

Çok Okunanlar