Bizimle İletişime Geçin

Söyleşi

Yazar Ahmet Melih Karauğuz: Yaşamadan Yazamayız, Yazmadan Yaşamı Anlayamayız

Can Ahmet Çelik, Ahmet Melih Karauğuz’la yazarın yeni kitabı “Herkese Biraz Bahar Gerek” üzerine bir röportaj gerçekleştirdi.

EKLENDİ

:

“Yaşamadan Yazamayız, Yazmadan Yaşamı Anlayamayız”

Yazar Ahmet Melih Karauğuz ile Uzam Yayınları etiketiyle çıkan yeni kitabı “Herkese Biraz Bahar Gerek” üzerine konuştuk. Karauğuz ile kendisinin kurgu dünyasındaki “tasarım” kavramından yazma pratiğine, yaşamak ile yazmak arasındaki tercihinden sıradaki kitap düşüncesine birçok sorunun cevabını aradık.

 

Can Ahmet Çelik: Tam da içerisinde olduğumuz ve artık iyiden iyiye kolektif bir travmaya dönüşen deprem gündeminin ortasında çıktı yeni kitabınız ve dediniz ki: Herkese Biraz Bahar Gerek! Gerçekten bahar gerekiyor hepimize. Ne söylemek istersiniz bu konuda?

Ahmet Melih Karauğuz: Elbette büyük bir acı. Yıllarca üzerimizden, zihnimizden, kalbimizden atamayacağımız bir travma. Tarih kitapları gelecekte bugünleri yazarken üzerinde uzun uzun durulacak bir durum karşımızdaki. Benim ve kitap içinse ironik ve aslında zor bir durum. Zira kitaptaki öyküleri bir yıl önce tamamlamıştım ve bir yıl önce ismi belli olan bir kitaptı. İçinde yaşadığımız teknolojik dönüşümü anlatmak, bunu yaparken de bugün hakim bir anlatı haline gelmeye başlayan karanlık bir atmosferi ele alarak, zihinlerdeki karşılıkları bulup, dünya ne kadar teknolojikleşse ve teknoloji odağında karanlık bir gelecek yaşayacağımız söylense de aslında insanın olduğu yerde karanlığın olmayacağı, insan varsa umudun da olacağını anlatma amacındaydım. Depremin hemen ardından çıkması, kitap adı, kapak görseli manidar bir durum yarattı. Ama şu bir gerçek ki, ne zamanda yaşarsak yaşayalım, neyin içinde olursak olalım, herkese biraz bahar gerekiyor. Bununla birlikte bahar da her zaman en fazla üç ay uzağımızda duruyor.

İlk öykü kitabınız Sis Nasıl Olsa Dağılır’da çok farklı ve alışık olmadığımız türlerde öyküler okuduk. Bu defa nasıl öyküler bekliyor okurları?

Farklılık ve alışık olmama durumu nereden kaynaklanıyor bilmiyorum ancak yazarken her zaman kendi gerçeğimizden hareket etmeye çalışıyorum. Belki de farklılığın sebebi, içinde yaşadığımız durum ya da olgulara dair zihnimizde net görüntüler oluşturmaktan uzak oluşumuz olabilir. Zira hepimiz dijital dönüşüm çağındayız ama birçoğumuz dijital okuryazar değiliz, bu durumda yaşadığımız gerçeklik bize farklı geliyor diyebiliriz. İkinci öykü kitabımda da aslında bildiğimiz ya da daha önceden aşina olduğumuz karanlık bir anlatı evreni hakim. Bununla birlikte, bu evrende umudu, heyecanı, yaşama sevincini diri tutmak gerektiğine dair bir takım göstergeler, imgeler mevcut. Günümüzde tohumları atılan yakın gelecekte ise hayatımızın merkezinde yer alması olası blokzincir, nesnelerin interneti, metaverse, yapay zeka gibi konuları ele almaya çalıştım. Bunu yaparken de amacım hem bu dünyanın neye benzeyebileceğini göstermek ama aynı zamanda insanın mayasının bozulmadığı bir yerde her şeyin de yolunda olacağını göstermek arzusundayım.

Hem yeni kitap için hem de genel olarak kurgu metinlerinizde otobiyografik izler görmek ne kadar mümkün? Okurlar öykülerinizde sizi arasınlar mı?

“Sis Nasıl Olsa Dağılır” kitabımda “Alzaymır” ve “Sis Nasıl Olsa Dağılır” öykülerinde otobiyografik ögeler mevcut hatta bizatihi kendi yaşamımın yansımaları mevcut. Ancak şunu da söylemem gerekiyor ki, her öykümde yaşadığım zaman, temas ettiğim insanlar var. Karakterler kimi zaman arkadaşlarımdan alıyor adlarını, durumlar tecrübe ettiğim olayları yansıtıyor. Ki aslında her kitap biraz otobiyografiktir bana göre, zira yazarın gözlerinden görürüz dünyayı ve yazarın gözleri ne kadar objektif olmak istese de zihin ve kalp her zaman cümlelere, olay örgüsüne, finallere sızar. Bu durumda da elbette okur otobiyografik izler arayabilir lakin bir tercih hakkım olsaydı, öykülerimde benim kişisel hikayemden çok okurun kendi hikayesine katkı sunacak noktaları görüp, kendisine bir şeyler alabilmesini isterdim.

Sizinle konuştuğumuzda hep kurgu dünyanızda olan “tasarım” kavramından bahsediyorsunuz. Biraz bahseder misiniz bu “tasarım” konusundan?

Tasarım her şeyin başı. Evren bir tasarım üzerine yükseliyor örneğin. Dünyamızda her şey bir tasarımın sonucu. İyi bir tasarım kusursuz bir yapıyı karşımıza çıkartıyor. Sanatın her dalı da aslında iyi bir tasarımı zorunlu kılıyor. Zira tasarımı olmayan hiçbir şeyin bir yankısı, bir anlamı da olmaz bana göre. Bu sebeple, yazdığım her yazıda ya da kitapta tasarımı önceliyorum. Özellikle öykülerimin dergilerde yayımlanmadan bir kitapta toplanmasının en büyük sebebi bu. Zira araç, bir süre sonra mesajın kendisi oluyor. Yani, öyküler bir süre sonra derginin ruhundan kendi ruhuna sinenleri taşımaya başlıyor ve bir tasarım imkanı ortadan kalkıyor. Daha çok derleme, toplama durumu ortaya çıkıyor. Oysa nasıl ki roman başlı başına ciddi bir tasarım sürecinin eseriyse, öyküler de bence öyle olmalıdır. Bu sebepten dolayı, iyi tasarlanmış eserler, bana göre daha güçlü geliyor ve güçlü eserler ortaya koyabilmek için tasarımın zorunlu ve gerekli olduğuna inanıyorum.

Çeşitli konular ve yaşlar için kitaplar yazdınız. Fakat yazmak hep aynı yazmaktı. Yazmak nasıl bir hayat pratiği sizin için?

Yazmak ve okumak benim için bir görme/anlama biçimi. Yazarken kendimi, kendi gerçeğimi, yaşadığım zamanı, zamanımın gereklilik ve zorluklarını daha iyi gördüğüme inanıyorum. Ama elbette yazmak ve okumak eylemlerini hayatın olmazsa olmazı olarak da görmüyorum. Sadece kendi yeteneklerim çerçevesinde hayatı anlamamı kolaylaştırıyor yazmak. Çünkü yazdıkça derine iniyor insan, derinleştikçe görmediklerini görüyor, sormadıklarını soruyor, cevaba biraz daha yaklaşıyor. Benim yazarken cevabını aradığım tek bir sorum var aslında: O kadar zaman içerisinde neden bu zamanda yaratıldım? Bu zamanda yaratıldı isem bu zamanda anlamam gereken ve anlatmam gereken ne? Buna odaklı olarak yazıyorum. Hem kendime hem okura zamanımın gerçeğini göstermeye gayret ediyorum. Ne kadar başarılıyım, ne kadar başarılı olurum, bu Allah’ın nasibi. Ancak zannediyorum bizim üzerimize farz olan sadece çaba.

Bir öykü sizin zihninizde şekillenmeye başladıktan sonra nasıl bir yol izler? Sonuna kadar zihninizde mi tamamlarsınız? Başı ve sonu bellidir ama içini yazıya oturunca mı doldurursunuz? Yoksa sadece bir fikir belirir ve sonrası masaya geçince mi gelir? Genel olarak bir öykünün zihninize düşüşünden son cümlesini tamamlayıncaya kadar nasıl bir yol izlersiniz?

Mutlak bir yöntemin yok ama genelde öyküleri ya da yazıları önce zihnimde yazıyorum daha sonra masa başında olgunlaştırıyorum. Lise yıllarımdan beri hep zihnimde bir şeyleri yazdım, tamamladım, editörlerle çalıştım ve hatta hangi yayınevinden çıktığını bile hep hayal ettim. Hani böyle bakınca zihnimde uzun bir süre dolaşıyor kelimeler diyebilirim. Ancak yazmaya oturduğumda olgunlaşıyor. Çünkü düşüncenin dünyanın gerçekliğinden kopuk ve uzak bir yeri var. Yazdıkça düşüncelerimizi, kelimelerimizi gerçeğe çarptırıyoruz ve yeni şekiller alıyor. Öykü tamamlandığında hayal ettiğime benzer ama çok farklı bir şeyle karşı karşıya kalıyorum her zaman günün sonunda.

Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde “ Öteden beri Cenab-ı Hakk’ın insanlara bu hayatı yazmak için değil, iyi kötü yaşamak için bahşettiğine inananlardanım. Zaten yazılmış şekli mevcuttur. Nezd-i İlâhi’deki nüshasından, kaderimizden bahsediyorum.” diyor. Tüm bu konuştuklarımızı ve bu cümleyi düşününce “yaşamak” ile “yazmak” arasında nasıl bir ilişki var? Hangisi daha sancılı? Siz hangisinden hangisine kaçıyorsunuz?

İkisini birbirinden ayrı görmüyorum. Yaşamadan yazamayız, yazmadan yaşamı anlayamayız zannediyorum. “Yaşamayı bilseydim yazar mıydım hiç şiir” dizesinde aslında yaşamdan kopukluk, yaşamdan kaçma durumu yok bence. Aksine yaşama çabası içerisinde olan birinin, yaşamını daha anlamlı hale getirmek için yeni bir yol, yöntem bulması durumu var. Yazmak yaşamaya göre daha steril bir alanda olduğu için daha kolay görülebilir ama aslında yazmak da bir yaşama pratiği olduğu için, yaşamak kadar sancılıdır.

Son sorum olsun. Üzerinde çalıştığınız, ya da düşündüğünüz yeni bir kitap var mı?

Üzerinde çalıştığım ya da düşündüğüm kitabın olmadığı gün yok diyebilirim. Hemen her gün yıllardır hayalini kurduğum tasarladığım kitaplar üzerinde çalışıyorum. Roman, öykü, deneme hemen her türde yazma gayretim, hayalim her sabah tüm diriliğiyle karşılıyor beni. Yazmak nasip olur mu bilmem ama adımladığım tüm yollar hayalini kurduğum kitapların varlığından haberdar.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar