Şahsiyet
Canım Babama Derin Hasret
Çok sevgili babam, yıllık izne geldiğinde dünyalar bizim olurdu. Onunla kendimizi hem çok güçlü hem de huzurlu hissederdik. Bize ayakkabı, gömlek, top vs. getirdiğinde kardeşlerimle sevincimiz göğe yükselirdi. Geldiği ve gittiği gün hariç kucaklayamasak da babamızı, bizi bütün yüreğiyle kucakladığını hissederdim. Yanından ayrılmayı hiç istemezdim.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Ahmet SezginYetimlik ve garibanlığı sebebiyle türlü çilelerle büyüyen, ilkokul birinci sınıftan sonra okuldan alınıp çobanlık yaptırılan, çiftçilik ve amelelikle geçinmeye çalışan babam, ben dört yaşındayken -1970 yılında- çalışmak için Hollanda’ya gittiğinde dünyam kararmıştı sanki. Hıçkıra hıçkıra günlerce “Baba, babaa!” diye ağlamış, hatta yemeden içmeden kesilmiştim.
Bizim refaha kavuşmamız ve okuyup adam olmamız için ailesinden ve memleketinden ayrılıp yaban ellere giden canım babamı Samsun Havaalanı’nda uçağa binerken gördüğüm için onu, hep uçakta çalışıyor sanıyordum. Köyümüzde oyun oynarken gökyüzünün derinliklerinde üstümüzden veya yakınımızdan ne zaman bir uçak (o zamanki ismiyle tayyare) geçse büyük bir heyecan ve sevinçle koşar; “Babaa, babaa!” diye haykırırdım. Uçakta olduğunu sandığım canım babama el sallar; bizi görmesini beklerdim. Kuş olup uçmak, babama kavuşmak isterdim. Ama içimi yakan özlem daha da artardı. Ah çocukluk, ah kuş yüreğimizi yakan gurbet!
Terme/ Bağsaray köyünde geçirdiğim çocukluk dönemimde canım babamın gurbetten beş haftalık yıllık izne gelmesini büyük bir hasretle beklerdik. Ben her gece yatmadan önce dua eder, sonra babamın gelmesine ne kadar kaldığını hesap eder, geldiği günü hayal ederek kendi kendime moral verirdim. Bazen de sevgili kız kardeşim Fatma ve Mustafa Rıfat ağabeyimle dertleşirdik. O zamanlar, babacığımıza kavuşma heyecanı ve tesellisiyle yaşardık. Sık sık fotoğraflarına bakarak hasret acısını gidermeye çalışırdık.
Birkaç yıl içinde babamızın kesin dönüş yapacağını hayal ederdik hep. Okula gidip okuma ve yazma öğrenmeyi en çok da babamla mektuplaşabilmek için çok istemiştim ve nüfus cüzdanım olmadan bir buçuk ay geç olarak okula gitmiştim. Telefonla haberleşme imkânlarının olmadığı 1970 ve 80’li yıllarda çok sevgili babama sürekli hasret dolu mektuplar yazardık. Gurbet hayatının ne zaman bitip tamamen kavuşacağımızı sorardık. Babacığımızın cevaben yazacağı mektubu günlerce büyük bir özlem, umut ve heyecanla beklerdik. Mektup adresimiz Muharrem Ekmekçi amcanın dükkânı olduğu için oraya sık sık uğrardık. Daha sonraki yıllarda mektuplar Terme’deki yeni evimize gelirdi. Mektup için postacı yolu gözlemek, derin bir hasrete; mektup yazmak ise sevdaya dönüşmüştü artık.
Gurbetçi babamdan hepimize ayrı ayrı mektuplar geldiğinde büyük bir sevinç ve mutluluk yaşardık. Bunun haberini ailemize büyük bir müjde olarak verirdik. Okumayı bilmeyen, yıllarca bin bir çilelerle bize hem annelik hem de babalık yapan gül yürekli annemiz için sesli olarak okurduk mektupları. Babacığımız da derin hasretinden dolayı hepimizin sağlığını, derslerimizi, akraba ve komşularımızı, tarladaki fındık, mısır, fasulye ve patatesleri tek tek sorardı; büyük baş hayvanlarımızı, tavuk ve horozlarımızı hatta kedimiz Osman ile Karabaş’ı bile merak ederdi. Ahlaklı, dürüst, sorumlu ve çalışkan olmamızı, okuyup adam olmamızı, namaz kılmamızı, imam-hatip lisesinde okuyup hizmet etmemizi, annemizin sözünden çıkmamamızı öğütlerdi babam. O gül gibi kokan mektupları defalarca koklar, babamın kokusunu hissedip içime çekerdim. Gül yürekli babamın el yazısına bakar, onu hayal ederdim. Babam bazen mektupla birlikte fotoğrafını gönderir bazen de mektubun arka sayfasına el ve parmaklarını çizerdi, ben de o eli tutup öperdim adeta. Her mektupta hem özlem giderirdik hem de aynı özlem yüreğimizde daha da büyürdü. Karşılıklı hasret gidermek amacıyla bir gün babamıza hitaben tek tek konuşup şarkı-türkü söyleyerek sesimizi teyp kasetine kaydetmiş ve kaseti de mektupla birlikte babamıza bile göndermiştik. Babam bizleri çok göresi geldiğinde o kaseti dinlediğini yazardı mektuplarında.
Canım babamın Hollanda’dan getirdiği ve çok sevdiği türkü kaset ve plaklarını babamı hayal ederek yürekten dinlerdik. Neşet Ertaş, Yıldıray Çınar, Murat Çobanoğlu, Seyfettin Sucu, Ali Ercan, Yüksel Özkasap, Muazzez Türing gibi türkü ustalarını, yanık gurbet türkülerini onunla sevmiştik. Babam gurbette olduğu için annemin yanık sesiyle söylediği türküler, radyodan dinlediğimiz Neşet Ertaş, Nuri Sesigüzel, Ahmet Sezgin, Bedia Akartürk, Nida Tüfekçi, Ümit Tokcan, Ali Ekber Çiçek türküleri bizleri çok hüzünlendirirdi. Özellikle de Ali Ercan’ın sesinden “Soğan ekmek yiyelim, dön gel Zeyneb’im” türküsü ile Çarşambalı Yıldıray Çınar’ın “Bir Yiğit Gurbete Gitse” türküsü çaldığında annemin sessiz gözyaşlarına biz de eşlik ederdik. Annemin içli sesiyle söylediği “İnce Olur Derelerin Dumanı” isimli türkü, hepimizi çok dertlendirir, Arımdere sularında yankılanırdı.
Çok sevgili babamı her gün ve her gece düşünür, özlerdik ama en çok elektriksiz ve ıssız köyümüzde geceleri yanımızda olmasını, onun varlığından alacağımız cesaretle emniyet içinde uyumayı çok isterdik. Bir de en mutlu günlerimiz olan karne ve bayram günlerinde babama olan özlemimiz, içimizi yakardı. Ayrıca babamın bir gün de olsa okulumuza ziyarete gelmesini, öğretmenlerimle tanışmasını çok hayal ederdim.
Büyüdükçe, güzel kalpli babama olan hasretim de büyüyordu. Ama babamın bizim okuyup iyi bir adam olmamız için gurbette kaldığını fark ettikçe sabrım artıyor, babam da gözümde kahramanlaşıyordu. “Gizli bahçenizde/ Açan çiçekler vardı, / Gecelerde ve yalnız.” (Behçet Necatigil) Yıllarca hayatımın en büyük özlemi de babam olmuştu, en büyük mutluluğum da sevgili babama kavuşmak olmuştu.
Çok sevgili babam, yıllık izne geldiğinde dünyalar bizim olurdu. Onunla kendimizi hem çok güçlü hem de huzurlu hissederdik. Bize ayakkabı, gömlek, top vs. getirdiğinde kardeşlerimle sevincimiz göğe yükselirdi. Geldiği ve gittiği gün hariç kucaklayamasak da babamızı, bizi bütün yüreğiyle kucakladığını hissederdim. Yanından ayrılmayı hiç istemezdim. Bir sabah beni ilk defa yatağına aldığında babamın gül kokusuyla derin hasret ve sevgisini kalbimin en derin yerinde duymuştum. O zamanlar bahanesiz olarak “Seni seviyorum.” demek de, birbirine sarılıp öpmek de ayıp sayılırdı. Hani Behçet Necatigil, “Sevgilerde” isimli şirinde diyordu ya: “Sevgileri yarınlara bıraktınız/ Çekingen, tutuk, saygılı.” Biz de yarınlara bırakmıştık. “Kalbinizi dolduran duygular/ Kalbinizde kaldı.” demişti şair. Benimkisi hem kalbimde kalıyordu hem de hâllerimde.
Canım babam izne geldiğinde bana öğrettiği ve istediği biçimde saç-sakal tıraşını yapardım büyük bir sevinçle. Adam muamelesi yaptığını hissederdim. Böylece konuşmaya bile utandığım babama daha çok yakın olur, bu esnada çok keyifli olduğunu görmekten ayrı bir mutluluk duyardım. Bazen tıraş ederken bana namaz surelerini ezbere okuttururdu. Yanlışsız okuduğuma kanaat getirmişse “Aferin oğlum!” diye gurur duyardı benimle.
Gurbete gittikten 17 yıl sonra -ben üniversite üçüncü sınıftayken- yurtdışından malulen emekli olarak memleketine dönen çilekeş ve fedakâr sevgili babamı Samsun Havaalanında büyük bir mutluluk ve heyecanla karşılamaya Mustafa Bal arkadaşımla gitmiştik. Yıllarca bizler için ailesinden, sevdiklerinden, vatanından uzakta çile çeken babamı sılaya döndüğü gün koltuk değnekleriyle gördüğümde kendisine hasret ve kahırla sarılıp hüngür hüngür ağlamıştım. Kendisine 34 yıl önce yazdığım hasret dolu mektubu benim gibi saklayacak kadar bize muhabbet ve özlem dolu olan gül yürekli babam, son yıllarında bile üç gün ayrı kaldığı bana kavuşunca sevincinden ağlayacak kadar evladına düşkün bir babaydı.
Allah’a binlerce hamdolsun ki, son 25 yıldır can babamla aynı apartmanda yaşamayı, anne ve babamın duasını almayı, 40 yaşımdan sonra da onları ne kadar sevdiğimi sık sık söylemeyi, Nasreddin Hoca gibi şaka ve mizahı seven, Pamuk Dede lakaplı babamla şakalaşmayı nasip etti Rabbim. Felçli olarak geçirdiği son yedi yılda da babamın yanında olmayı, hastalığıyla yakından ilgilenmeyi de nasip eden Rabbime hamdolsun.
Annesini daha beşikteyken kaybeden, çok çileler çeken ama ömrünün son 30 yılını da ailesiyle birlikte çok mutlu bir şekilde geçiren canım babam, Öğretmenler Günü’nde -24 Kasım 2017’de- bu fani dünyaya veda etti.
32 yaşında şehit olan M. Rıfat ağabeyim gibi sevgili babama kavuşmak da mahşere, cennete kaldı. Rahmetli babamı çok özlüyorum. Allah; babama rahmet eylesin; bizleri cennetinde kavuştursun.
Beğenebileceğiniz Gönderiler
Çok Okunanlar
- Dünyanın Renkleri-
Gül/lük ”Kırgızistan’da TDV ile Kurban Günleri (1)”
- Düşünce-
Haksızlık Karşısında Dilsiz Şeytan Ol(Ma)Mak
- Edebiyat-
Yaz Mevsimi
- Edebiyat-
Evlilikte Mutsuzluğun Nedenleri 2
- Edebiyat-
Gezen Güzel, Oturan Gazel Olurmuş
- Edebiyat-
Benzer İsimli Bilginler -Râzîler-
- Edebiyat-
Gazze’ye Mektup
- Edebiyat-
Yüreği Olan Sözler ve Sözleri Olmayan Yürekler…