Şehirler arşivde, kentler ortalıkta. Kentlerin doğasında karmaşa vardır.
Kapitalizme göre toplumların gelişmişlik düzeylerinden biri de kişi başına düşen otomobil sayısıdır, derler.
Otomobil demek, aileden birinin ortalama yaşam giderleri kadar giderleri olan bir nesne demek. O da insan gibi tüketiyor. İnsanı yüceltir mi otomobil sahibi olmak? Yüceltmezse, neyi veya neleri yüceltir?
Önceki yıllarda bir arkadaşım anlattıydı: Abi, markalı oto anahtarını koyacaksın masanın üstüne, sonra markalı çakmağını, markalı sigara paketini. Hatta varsa markalı güneş gözlüğünü. Bereket o yıllarda cep telefonları yoktu. Sonra, ne demek bu? Güç demek abi, güç! Güç gösterisinin dili bu. Dil, illâ kelimelerden mi oluşur? Bu dili benimsemediğimi, kaliteli ve iyi insan olmanın dilini öğrenmek gerektiğini ifade etmiş idim. Arkadaşım, anlamamış veya anlamak istemeyiş tavrını sergilemiş idi.
Efendim, bu modern (yani eşdeğer değil, benzeyen) kentlerde otomobil ile şuraya buraya gitmek gerektiğinde gözlüyorum: Hop kardeşim, buraya park edemezsin? Niçin? Benim dükkânımın önü kardeşim! İyi de, burası yol ve yol da kamunun. Senin burayı sahiplenmen yanlış. Fıkıhta da hukukta da yollar halkındır. Malzeme ve ürün indirmeye veya yüklemeye engel oluyor derseniz, mâkul olabilir, park ettirmeme. O da kısa sürelidir ancak. Kabalık etmenin âlemi yok! Üstelerseniz mutlaka bir nizâ çıkar. Çek arabanı! Müşteri gelecek diye bütün gün dükkânının önündeki yolu boş tutmanın, hatta yola duba, taş, boş kasa, flama vs. koymanın neresi doğru olabilir? Haydi kalp kırmamayım, tartışmayayım dersiniz ve başka yer ararsınız otomobilinizi koyacak. Zira modernizmin kalbi yoktur, miğdesi vardır. Kalplerini kaybetmiş insanların kentinde kalp ne gezer? Orada ancak güç söker. Güçlü-güçsüz çekişmesi ve buna modern kent hayatı denir. Maazallah bu hayatın dışında kalmak kabul edilebilir mi yahu! Dayatılan, zorunlu kılınan bir hayat… Bu hayata ancak kalbi olanlar direnebilir.
Bir de şöylesi vardır: Adam, otomobiliyle tek başına dükkânına gelmiştir. Otomobilini dükkânının önüne, yola koymuştur. İşini yaparken şöyle arada bir, göz ucuyla otomobiline bakmaktadır. Gelip geçenler, yolda yürüyenler, başka otomobiller umurunda değildir. Çalıştım aldım kardeşim’in gizli gururunu yaşar bütün gün. Çevre esnaflara da sattığı caka cabası. Hak edip de mi aldı, geleceğini satarak mı aldı, oraları hiç aklına getirmeyi düşünmez. Böylelerinin işimi ve kendimi geliştireyim filân diye bir düşüncesi olabilir mi hiç? Kendisinin ne kadar güçlü ve önemli olduğunu zanneder durur o. Sanki küçük dağları o yaratmıştır yani. Günlük konuşmaları içinde şöyle otomobil, böyle otomobil, şöyle ucuza aldım, böyle ucuza aldım, sözleri geçer durur. İşlerinin kesat olduğu zamanlarda da takar hortumu, otomobilini yıkar. Gizli gurur nasıl yaşanır başka?
Efendimiz, “Yolların hakkını veriniz!” buyurmuştu. Sahabenin, “Yolların hakkı nedir ya Resûlallah?” sorusuna karşılık da “Gelip geçenlere eliyle ve diliyle ezâ vermemektir.” buyurmuştu.
Geçen gün toplu ulaşım aracıyla kent merkezine gitmiştim. Yürüdüğüm caddede bir bağırış bir çağırış. Hemen anlayıverdim ki adamın biri, bir dükkânın önündeki yola arabasını bırakmak istemiş. Dükkâncı da buraya bırakamazsın demiş. Aman Allah’ım, sen kim oluyorsunlar, yol babanın malı mı’lar, sen benim kim olduğumu biliyor musunlar, bana dayılık yapamazsınlar, kim olursan ol, adam ol lan’lar, adamlığı senden mi öğreneceğimler, vs.’ler gırla gidiyor. Markalı bir otomobil olsaydı park edilmek istenen ve de kelli felli bir adam olsaydı sahibi de, dükkâncı ona da aynı tavrı gösterir miydi, diye düşünmeden edemedim yahu! Baktım mesele çözülecek gibi değil. Yürüyüp giderken tepesinde mavi kırmızı ışıkları yanan bir otomobilin gelmekte olduğunu gördüm. Nasıl çözüldüğü veya sonuçlandığıyla ilgilenmedim.
Şimdi, yok abi yok, toplu yaşam kültürümüz yok bizim, tarafından mı bakalım, bireyci tutum ve davranışı yargılayıp eğitim yok abi eğitim mi diyelim, bu yollar bu otomobilleri taşımıyor kardeşim ya mı diye düşünelim, vay be, ne kadar gelişmişiz, baksana şu otomobil bolluğuna yahu, diye mi konuşalım; ne olacak, çıkmış köyünden adam, ne anlar medenî olmaktan mı diyelim, yok yok, bütün suçlu modernizm abi ya, biz modernizmi içselleştiremedik felsefesini mi geliştirelim, sokaklar ve caddeler otomobil, evlerimizin içi gereksiz eşyalarla dolu, peki, insan nerede, diye mi soralım, ne diyelim?
Velhâsıl her şey dönüp dolaşıyor, iyi ve kaliteli insan, hayatı kolaylaştırmayı şiar edinen, her saniye ilâhî kamera tarafından kaydedildiğini bilen insan olmaya çalışmakta noktalanıyor. Kentle şehir ayrımını yapabilen insan… Hayatın hakikati arayış yolculuğu olduğunun bilincine ulaşmış insan… Nesneleri ve eşyayı değil, kalbini yücelten insan…
İyi ve kaliteli bir insan olmanın dilini öğrenmek ve kullanmak temel meselemizdir.