Bizimle İletişime Geçin

Düşünce

“Çok Eril Bir Dil” ya da Posterilliğe Giriş

““Çok eril bir dil” ifadesi tam da böylesi bir vasatta ve düzlemde kendisini gösterir. Muhatabına doğrudan doğruya bir anormallik isnadı ile saldırır, onu kuşatır ve hareketsiz hale getirmek ister. Sözün içeriksel değerini daha en başta sakatlar ve mahkûm eder.”

EKLENDİ

:

“Öyle bir satranç oyunu (?) düşünün ki, onda, taraflardan biri oyun sürecinde ‘şah’ ve ‘vezir’i devamlı birbiriyle yer değiştirmekte olsun! Öyle bir oyun düşünün ki, orada taraflar satranç tahtası ve satranç taşları ile dama oynamakta olsun ve kendilerine ‘ne oynuyorsunuz?’ diye sorulduğunda: ‘Satranç oynuyoruz’ desinler”.

(Şakir Kocabaş, İfadelerin Gramatik Ayrımı)

 

Kelimeler basit başlangıç sistemleri ve simgeleridir. Hayatı onlarla anlar ve anlamlandırırız. Her bir kelime bir şeyin üzerine konulan birer işarettir, onu bizim ve diğerleri için açık ve anlaşılır hale getirir. Bazen de tam tersi bir işlev görebilir. Başka bir anlatımla kelimeler açık ve anlaşılır olanı, muğlak ve anlaşılmaz hale getirmekte de işlevsel kılınabilir. Bu ikinci durum genellikle bir güç ilişkileri ya da bir tür iktidar rekabetinin söz konusu olduğu anlarda, süreçlerde ve hallerde ortaya çıkar. Muğlaklaştırma yani müphemlik bir iktidar aracına dönüşebilir. Buna ilişkin ve içkin (hem bitişiğinde hem içinde/özünde) bir başka cihet de kelimelerin-sözlerin bir imleme, niteleme (nitelik belirtme değil), etiketleme ve kategorize etme ve böylece de sınır çizme amacıyla kullanılmasıdır. Geniş bir bağlam birkaç kelime ile basitleştirilir; yakın-uzak, biz-öteki iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kategoriler inşa edilir. Rakip/öteki/düşman, kullanılan az sayıdaki kelime veya kelime setiyle teşhis edilir ve etrafına bir sınır çizilir. Son tahlilde onunla diyalojik bir ilişkinin imkânsızlığı hattında-sınırında O aşağılanır, özelliksizleştirilir, hükümsüzleştirilir, anlamsızlaştırılır.

Normlarla uzlaşmayan; normu belirleyenin standartlarına uymayan kabul edilmelidir ki kesin bir aforoz ile karşı karşıya kalacaktır. O, standartlar sistemi içindeki ve üstündeki sınıflarca her zaman teşhis edilebilir bir biçimde ikinci sınıflığa itilecektir. Nihai olarak yalnızca O’nun standart dışı-normal dışı ilan edildiği ve ikinci sınıflığa itildiği bir düzlemde, bir işleyişte, aynı zamanda bu sözün muhatabının ikinci sınıflığının tescil edildiği ve benzer herkese uyarlanabilen bir vasatın üretilmesi de mümkün olur. Ki bu, söz konusu işleyişin en dikkate değer, en elle tutulur ve en istenir sonucudur: İkinci sınıflık, had bilmezlik, çirkinlik, kabalık ve bayağılıkla eş anlamlı tutulan ve muamele edilen bir düzlemin belirlenmesi. Ve tabii, her zaman kendini savunmak zorunda olmak, buna mahkûm edilmek. Bu tam anlamıyla kültürel bir hegemonyanın, tahakkümcü bir dilin görünür ya da görünmez bir şekilde kendisini var etmesi-sürdürmesi ve bunun muhatabının da bu kültürel hegemonya tarafından mağlup edilmesi demektir. Böylece normal ile anormal arasındaki hatta/sınırda, bu hattı belirleyen açısından kendi otoritesinin tesis edildiği bir vasata geçiş yapılır. Diğer bir tabirle bu otorite/hegemonya, sözün/ifadenin hem içeriğinin hem de biçiminin değerine ve hükmüne karar verici konuma yükselir. Normu belirlemek, kimin bu normla nasıl uzlaşabileceğini, bu normun dışına nasıl muamelede bulunulacağını belirleme gibi bir imkân da verir norm belirleyiciye.

“Çok eril bir dil” ifadesi tam da böylesi bir vasatta ve düzlemde kendisini gösterir. Muhatabına doğrudan doğruya bir anormallik isnadı ile saldırır, onu kuşatır ve hareketsiz hale getirmek ister. Sözün içeriksel değerini daha en başta sakatlar ve mahkûm eder. Tam olarak muhatabı susturmak için söylenmiş bir söz olarak yankılanır. Bu yankı bazen söyleyenin –o gramerin kuşatıcılığı altında olması hasebiyle- dahi pek farkında olmadığı bir mekanizmayı işler hale getirir. Bu yankı, çift yönlü bir mugalata olarak aynı zamanda inşa edici bir nitelik de taşır: Yukarıda ifade edildiği üzere bu, yeni normalin inşasıdır.

Tekrar başlıktaki ifadeye geri dönecek olursak, şu soruları peşi sıra sormak bazı hususları zihinlerde daha açık hale getirecektir. Bir dili eril yapan şey ne? Bir dilin eril olması ne anlama gelmekte? Erillik-erkeklik nasıl bir kategorik ayrımın yapısal-negatif ögesi haline geliyor? Erillik ifadesini doğru-yanlış, iyi-kötü, yerinde-yerinde değil gibi ikilikler çerçevesinde düşündüğümüzde nasıl bir değerlendirme yapmak durumundayız?

Örneğin buyurgan, tepeden inmeci, tahakkümcü, sert ve şiddet içeren bir dilin kullanımı herhalde erillikle ifade edilmekte. Ancak böylesi bir dil neden salt erillikle ilişkilendirilsin ki? Bu genel durum, zaman zaman cinsiyet ayrımını anlamsızlaştıran bir ifade biçimi olarak ya da bir cinsiyetsiz gramatik yapı olarak da pekâlâ karşımıza çıkabilmektedir. Dolayısıyla “eril dil” ifadesi salt bir gözlemin ya da bir bilimsel bulgunun ifadesi olarak değil geleceğe dönük bir kurgunun modellemesi olarak da karşımıza çıkmakta. Tersinden bakıldığında, eğer eril dil buysa, bu sefer de kadınsı gramer için nazik, kibar, ağır başlı, usturuplu gibi ifadeler kullandığımızda da feminizmin radarına girmiş oluyoruz. “Nasıl olur da kibarlık ve nezaketi kadının zayıflığının bir göstergesi ve anlatısı olarak kullanırsınız” şeklindeki ifade ve iddialara muhatap oluruz. Yani kelimelerle oynanan bir oyunda hem oyun tahtasını hem oyun taşlarını hem de oyunun kurallarını kendilerine göre istedikleri gibi değiştiren oyuncularla ve bir söylemle karşı karşıya kalıyoruz demektir.

Sonuçta ister orijinal kurallarıyla oynanan bir oyun olsun ister kuralları değiştirilerek oynanan bir oyun (dil oyunları anlamında) olsun, her oyunda olduğu gibi bunda da kazanmanın ve rakibini alt etmenin baskın olduğu bir bakış söz konusudur. “Çok eril bir dil” ifadesi tam da bu noktada itham ettiği şeyle yani “erilik”le (!) maluldür (posterillik). Zira söz şunu imler ve ima eder: “Seni muhatap alabilmem için benim gibi konuşuyor olman gerekir. Aksi durumda ne sen ne de senin sözlerin dikkate alınacak bir değerde olacaktır. Yani senin değerini belirleyen şey söylediğin şeylerin içeriğinden önce onların biçimidir. Standartlarını benim belirlediğim bir biçim.” Hâlbuki söz açık bir iletişim davetidir/olmalıdır. Ya da en azından başlangıç noktasında öyledir. Sözler, gerçekliği kendi gözümüzden betimlemeye yarar. Bu betimleme ifadeye dönüştüğünde aynı zamanda bir iletişime davet anlamına da gelir. Zımnen “ben böyle görüyorum, benim gördüklerimi siz nasıl görüyorsunuz ya da sadece siz nasıl görüyorsunuz” diye bir soru sormaktır muhataplarına. İletişimin başarısı buradan neşet eder. Fakat itham ve susturma bu davetin kesintiye uğratılması ile sonuçlanır. “Çok eril bir dil” ifadesi en başında kendisini bir nihai yargıcın ağzından vaz ettiği andan itibaren buyurgan bir nitelikle belirir ve bir giyotin işlevi görür.

Son bir soru ile bitirelim: Normu yani normal olarak kabul edileni kim belirliyor? Bu soru en az buraya kadar yazılanlar kadar önemli bir soru. Ancak belirtmek gerekir ki, bu, üzerinde ayrıca durulması gereken uzun uzadıya bir cevabı zorunlu kılan bir sorudur. Tekrar altını çizelim, normun belirlenmesi ve bunun sonuçları üzerine düşünmek ne kadar önemliyse, bu normun kim tarafından belirlendiği ve bu kimin nasıl ayrıştığı üzerine düşünmek de bir o kadar önemlidir.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar