Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Dağların Gizemi ve Erek Dağı -III-

Yüce dağların ihtişamına, heybetli duruşuna bir göz attığımız zaman, binlerce aşığın, ozanın, şairin ve musikişinasın ilgisini, ahını ve sevdasını görürüz. Tüm bu duygular, dağların güzelliği ile karışmış, sayısız türküler, şarkılar ve de uzun havalar yapılmıştır. Ayrıca Anadolu’nun bin bir güzelliklerle dolu dağlarının bağrında kim bilir ne hikâyeler, ne efsaneler, ne masallar ve ne duygular gizlidir.

EKLENDİ

:

Dağın bir kader, bir tarih, bir sosyoloji, bir estetik olduğunu, gerçeklere erilen bir çile yeri olduğunu ne yazık ki insanlık unuttu… Dağ sesini işiten kulak ve dağın eserini gören göz nerede?

Dağların bulutları vardır. Bulutlar içinde dağ, harmanili bir Roma senatörünün heykelidir…

Orman ki, dağların giysisidir. Pınarlar ki, dağların köprüleridir. Çığlar ki, dağların paniği…

Karlar ki, ölmeyen dağların sembolik ölüm ayinlerinin pelerinleri…

Kartal ki, dağın en soylu yaratığı, en asil yüreğidir, bin yıl yaşar derler. Dağ, ömrünü ona vermiştir sanki… Devlet-i ebet ömrünü…

Yeni şehir hayatı, dağı bir engel, bir maniâ sayıyor ve dağdan kaçmaya çalışıyor… Suyunu dağ verse de o, dağa gönlünü vermiyor…

Dağların hakkı, denizlere bağışlandı yeniçağda… O da bir denizin düzeyini andıran deniz açıklarına değil… Denizlerin karayla birleştiği yerlerde yaptığı çamurdan randevulara-plajlara…

Dağları kaldırın, ilk çağ, orta çağ diye bir şey kalmaz, onları silip süpürmüş olursunuz… Mitoloji ve masallar yere batar, ortada ne masal ne de mitoloji kalır.

“Dağlar ile taşlar ile

Çağırayım Mevlâm seni

Seherlerde kuşlar ile

Çağırayım Mevlâm seni”

Yeni insan ve yeni yaşam peşinde olan, dağın derin anlamını ve macerasını bilmediğinden, o, Nuh’un gemisini Ağrı (Ararat) dağında ararken bir müze ve arkeoloji serüveni içinde olduğunun farkında bile değildir.

Himalayaları aşarken Vedalardan habersizdir. Batı dünyasında Alplere tırmanan Alpinistler, Alp dağlarının en azından kader savaşlarına alan olan işlevinden habersiz gibidirler… Onlar için dağ, yalnız bir doğa olayıdır.  Kendilerini ona koşturan gerçek eğilimi bile düşünmezler. İçlerindeki dağı, dışarıda aradıklarının bilince ve farkında değiller…

Diğer yandan, bir çocuğun eline boya kalemleri ve bir kâğıt geçtiğinde, hemen size ufku kaplayan mavi dağlar ve iki dağ arasında fışkıran bir güneş çizmesi, çocuğun ruhunda hazır bekleyen dağ imajı olduğunu hatırlatmaktadır bize… Dağlar bir annedir ve güneş bir bebe… Bebek, annenin kucağında… Çocuk, anne-oğul sembolünden bir güven toplar kendine…

Tanzimat dönemi şairlerinden İsmail Safa:

“Mün’akisdir kalbimin hüzn ü melâli dağlara

Ebr-i ‘ulvi manzarın düşmüş zılâli dağlara …”

Derken, saatlerce aynı yöne bakan ve yorulan insanlara biraz da başka bir doğrultuda, başka yönlere bakmasını tavsiye eder.

“ Dinledi feryâdımı dağlarla taşlar inledi

Yer gök oldu peyrev efgânımla mâli dağlara”

Diyen şairin, ruhun şimşeğe ve aleve alışkın olduğunu ve bu aşkı yaşamanın doğada semaya yükselen dağ başlarında mağaralara çekilen ve çile çeken erenlerin bunu çok iyi bildiğini ifade eder.

“Sence imkân-ı tesir yok mudur ey senin dil?

Ahımın varken dokunmak ihtimâli dağlara!”

Yüce dağların ihtişamına, heybetli duruşuna bir göz attığımız zaman, binlerce aşığın, ozanın, şairin ve musikişinasın ilgisini, ahını ve sevdasını görürüz. Tüm bu duygular, dağların güzelliği ile karışmış, sayısız türküler, şarkılar ve de uzun havalar yapılmıştır. Ayrıca Anadolu’nun bin bir güzelliklerle dolu dağlarının bağrında kim bilir ne hikâyeler, ne efsaneler, ne masallar ve ne duygular gizlidir.

“Her hayâl-i şâirânem dağların mahsûlüdür

Pür-maâlî dense lâyıktır şu hâli dağlara …”

Fakat dağlar, hem gözlerimize hem de düşüncelerimize hitap eder. Gözlerimize hitap ederken, bir bakarsın üzerindeki bulut, sanki çıkarılıp takılan bir külahı andırır. Bir bakarsın bulutlar, bu kez dağın üzerini tamamen kaplar ve biraz sonra bulutlar dağılmaya başlayınca dağın yürüdüğünü hissedersiniz…  Düşüncelerimize hitap ettiğinde ise, dağların seven yürekler kadar mağrur olduğunu ve bağrında sayısız aşığın ahını ve nağmelerini hisseder ve ona göre çeşitli resimler ortaya koymaya vesile olur.

“Dağların ulviyeti efkârımı i’lâ eder

Eylerim şiirimle ibrâz-ı maâli dağlar”

Beytinde dile getirilen duygular, bir göreve işaret etmektedir. Yaratılışın ve dünyanın bir anlamı vardır her zaman… Hilkatin ve dünyanın bir ödevi olduğu gibi… En büyük ve bir bakıma en ağır, ağır olduğu ölçüde de anlı şanlı ödev, insanın yüklendiği ödevdir. Dağların bile ağırlığı altında çöktüğü ödevi, insan yüklenmiştir.

Bu ağır ödevi, kendi isteği ile kabul ettiği için de, Yaratıcısı tarafından bu ağırlığı, gereğinde bir kuş hafifliği gibi duyacağı bir güçle donatılmıştır…

Gün doğmadan, birçok doğu dağında görüldüğü gibi, bir peygamber makamı-Ergani’deki Zülküfil makamı gibi- veya bir veli türbesi olan bir dağda, o ziyaret binasının önünde, insanın ayakları altında uzanan ova, sonsuzluktan bir fragman, bir arya, kişiyi saran ve her hücresinde teker teker uyandıran bir gümüş meltem (hava) insanın yüzünü okşar durur…

Çok Okunanlar