1. Anasayfa
  2. Genel

Darlık Bitti Şimdi Genişlik zamanı

Darlık Bitti Şimdi Genişlik zamanı
0

 

2002 yılının güz dönemiyle birlikte sabırla sınandığımız günler, yerini şükürle sınanacağımız günlere bıraktı. Rabbimiz, bizi bazen darlıkla bazen de genişlikle sınıyor. İkisinde de hayırlar var elbette. Darlık zamanı sabreden, genişlik zamanı şükreden kazanır. Dua ve sabırla yolunu gözlediğimiz, ümit ışıklarının yanmaya başladığı, gözlerimizin ferine fer katan, bize tebessümü hatırlatan genişlik günlerimiz başladı. Bir İmam Hatip Lisesi mezunu beyefendi; Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğündeki siyasi hareket, girdiği ilk seçimde büyük başarı elde etti ve seçimden birinci çıktı. Rahmetli Adnan Menderes, seçimi kazandığı zaman ezana yeniden kavuşan milletin sevindiği gibi tekrar sevindirdi Allah Teâlâ bu milleti. Mahzun ve mazlum gönüller için şimdi sevinç ve şükür zamanı Kur’ân’ın işaret ettiği gibi:

“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: Ant olsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 7)

Konunun ehli olan âlimler, sadece sözle “Şükür” diyerek şükür olmaz, “Şükür, nimetin cinsiyle olur” diyorlar. Herkes, elindeki nimetin kıymetini bilip şükrünü eda etmeli, gereğini yapmalıydı. Gereğini yapalım ki Rabbimiz nimetlerini artırsın, azabından korusun. Şimdi özgürlüğün şükrünü eda zamanıdır. Şimdi masum yüreklere özgürlüğün önemini anlatma, özgürce konuşma ve yazma zamanıdır. Özgürce gezip, dolaşma ve toplaşıp muhabbetleşme zamanıdır. Fırsatları ganimet bilme zamanıdır.

O zorlu süreçte bizi adam yerine koymayan, yüzümüze ve elimizdeki dilekçeye bakmayan sözde yöneticilerin de bize ihtiyaçlarının olduğunun bilinciyle hareket etmeliydik, yeni dönemde. Öyle de yaptık. Biz onların yaptığını yapamazdık, yapmadık da. Bizim hiç kimseden intikam almak gibi bir lüksümüz yoktu. Ne var ki güçten yana meyleden menfaatçi bakış açısı iğreti duruyordu. Eyyamcılar yine kaybettiler, sabredenler ve şahsiyetli duruş sergileyenler yine kazandılar. Kazancın büyüğü ise elbette öbür âlemdedir. Yaratılanı hep sevdik, Yaratan’dan ötürü; üstelik yaratılanların tüm kusur ve günahlarına rağmen. Hepimiz günahkârız. Ne var ki insanlar; “Tevbe edenler” ve “Tevbe etmeyenler” olarak ikiye ayrılıyor. İyileri kötülerden ayırt eden şey; iyiler bir hata yaptıklarında pişman olur ve hemen tevbe ederler. Kötülerse ya hatalarını kabul etmezler ya da hatalarında ısrar eder, tevbeye yanaşmazlar. Rabbim bizi tevbe edenlerden etsin.

“Mezun Duygular” doğuyor

Biz öğretmenlerin görevi her şartta sorumluluk bilinciyle hareket etmektir. Ne var ki, bazen gereğinden fazla konuşuyoruz. İyi öğretmen çok konuşan değil, yerinde ve zamanında konuşandır belki. Bir de iyi öğretmen; öğrencilerine iyi konuşmalar yaptıran olsa gerek.

Mezun olan öğrencilerimize hep bir şeyler vermeye çalıştık: dersler, törenler, geziler, şiirler, nasihatler ve vasiyetler… Şimdi son söz onların olmalıydı. Onların, dört yıl boyunca biriktirdikleri, gönül arşivine derdest ettikleri duyguları nelerdi? Onlardan dinlemeliydik. Ben de öyle yaptım. Formaliteden değil ciddiyetle sordum. Ciddiyetimi anlasınlar diye özenle hazırladığım en güzel ajandamı onların önüne koydum. Vedalaşmaya gelen öğrencilerime; “Lütfen, mezuniyet diplomasıyla beraber alıp götürdüğünüz duygularınızdan bir kısmını benimle paylaşır mısınız?” dedim. Ciddiye alınmak, fikirlerinin önemsendiğini bilmek hoşlarına gitti. Kolay kolay kimse geri çevirmedi bu teklifimi. Mezunlardan çok azı, yazılarının güzel olmadığını gerekçe gösterdi, yazılarını kısa kestiler. Çoğunluk ise yeni bir edebi tür icat edercesine geçen dört yılın ruhunun resmini çizdiler. Zaman isteyenlere müsaade ettim. Ne iyi etmişim, ne cevherler varmış da açığa çıkartılmayı beklermiş meğer. Kimi yazıları onlarca kez okumuş ve okutmuşumdur. Kimi misafirlerime çikolata yerine o yazılardan bir bölüm ikram ettim. Okuyanlar ve dinleyenler mest oldular. Bir kısmını okuyan bir müfettiş üstadımız; “Beni daha fazla ağlatma hocam!” diyerek duygularını ifade etti.

Bu güzel hareketimiz gelenekselleşti, on yılı aşkın devam etti. Mezunlarımızın duygularını yazdıkları ajandaların ismini “Mezun Duygular” koydum. İçinden birkaç kitap çıkacak muhteviyatta el yazması eserler oldu. İçinden ne çıkacağını şimdilik zamana bırakalım.

“En Sevgiliye Mektup” yarışmalarının mucidi oluyoruz

“Kutlu Doğum Haftası” etkinliklerini kim başlattı, hangi niyetlerle başlatıldı, bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, isabetli bir iş olmuştu. Evet, Hz. Peygamber’i anma, anlama bir haftayla sınırlandırılamaz elbette. Yılın her haftası, her günü bu noktada bir çaba sarf edilmeli muhakkak. Okullarda, işletmelerde, resmî kurumlarda, sivil toplum kuruluşlarında, camilerde en azından yılın bir haftası “Peygamber Haftası” heyecanıyla dopdolu geçiyordu. Herkesin gündemi Peygamberimiz (sav) oluyordu.

Yine 2002 yılında, “Bu sene kutlu doğum haftası münasebetiyle ne yapmalı?” diye istişareler yaparken, “Peygamberimize mektup yazma yarışması yapalım” fikrinde önce tereddüt edildiyse de sonra kabul edildi. O güne kadar böyle bir mektup yarışması hiç gündeme gelmemişti. Nihayet, Kahramanmaraş Merdân Ahlâk Kültür ve Çevre Derneği olarak böyle bir yarışmanın organizatörü olduk. Birbirinden güzel, içli, samimi, edebî mektuplar geldi. Ülkenin her tarafından katılımlar oldu. Yarışmaya mektup gönderenlere gıpta ettim. İkinci sene

yarışmaya ben de katıldım. “Dua Zamanı Mektuplar” isimli kitabımıza da aldığımız bu mektupta kısaca şöyle yazmıştım:

“Ey Nebi! Mağaranın kapısına ağ ören örümcek, yuva yapan güvercin, sırtında yol aldığın Kusva olmak isterdim. Medeniyet beldesi Medine’ye gelişini müjdeleyen münâdi olmak; ‘Talea’l-bedru’larla teşrifini kutlayan çocuklara katılmak isterdim.

 

Abdest alırken ibriğini tutmak, imâmetinde bulunduğun bir namazda sana uyup cemaatin olarak seninle namaz kılmak; sohbetlerinde, sanki başında kuş varmış da hareket ederse uçacakmış gibi dinleyenlerden olmak isterdim. Mübarek saç ve sakalını tıraş ettirirken bir tel kapmak için sırada bekleyenlere katılmak isterdim.

 

Gazvelerde tuttuğun kılıca kabza, gölgesinde oturduğun ağaçlara yaprak, su içtiğin kırbaya bağ olmak isterdim.

 

Bir kerecik bile olsa Enes’in yerinde olmak ve mübarek ellerinizle başımın okşanmasını isterdim.”

 

Mektubu yazmaya çalıştığım iki hafta içindeki duygularımı yazıya aktarmam imkânsız. Şu kadarını söyleyeyim, Peygamberimiz’in bize bizim tahmin ettiğimizden çok daha yakın olduğunu hissettim. Bu yarışma tahminlerimizin ötesinde taklit edildi, bizi de mutlu etti.

 

2002-2007 yıllarında aralıksız olarak bu yarışma devam etti. Dereceye giren mektupları, bu programın organizesinde de yer alan Muhammed Fatih Ertaş kitaplaştırdı.

Bu yarışmayı yapanlar çoğalınca biz de farklı formatlarda yarışmalara geçtik.

Farklı mülahazalarla, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez’in “Risalet Haftası” ismiyle devamı yönündeki gayretlerine rağmen maalesef “Kutlu Doğum Haftası” iptal edildi, yazık oldu. Çok yanlış, anlamsız ve tutarsız gerekçelerle “Peygamber Haftası” iptal edilmiş oldu.

 

Fabrikatör olmak benim neyime?

Tecrübe edilmiş şeylerin tekrar denenmemesi ümidiyle yazıyorum. 2003 yıllarıydı. Babamın emaneti olan kenarda duran bir miktar para vardı. Çok sevdiğim bir arkadaşımın teklif ve tavsiyesiyle kurulmakta olan bir dokuma fabrikasına ortak olduk. Ortakların çoğu arkadaşımız ve ticarette tecrübe sahibi kişilerdi. Bir yıl sonra “Sermayemiz üçe katlandı” diye müjde verdiler. Bir yıl daha geçti “İflas ettik” dediler. “Zarar ettik” deseler belki anlayabilirdim ama “İflas ettik” denmesini anlamakta güçlük çektim. Ortaklık için yatırdığım tüm para gittiği gibi üzerine bir miktar da ödeme yaptım.

Herkes tekstil işinden para kazanırken bizim iflas etmiş olmamız anlaşılır gibi değildi. Aslında nice zaman sonra anlaşılan şuydu: Çıraklığı ve kalfalığı yapılmayan işin, ustası olunamıyordu. Atalarımız boşa dememiş, “Ustasız kâr haramdır” diye. Herkes kendi işini yapmalıydı. Tekstil işini ehline bırakıp bizim öğretmenliğimizi, hocalığımızı yapmamız gerekiyordu. Yaptık yapmasına da bu tecrübe bize pahalıya mal oldu.

 

Dershaneye yarı zamanlı rehber öğretmen oluyorum

Yine o yıllarda birçok hayırlı faaliyetleri birlikte icra etmeye gayret ettiğimiz, aynı okulda çalıştığımız Muharrem Erantepli kardeşimiz, emekli olup bir dershaneye ortak olmuştu. Başarıyla da yürütüyordu. Bir gün bana, “Yıldırım Bey, bizim dershanede bir rehber öğretmene ihtiyacımız var” dedi. Ben de “Araştırayım, bulursam bilgi veririm” dedim. “Ben buldum” dedi. “Mübarek insan, buldunsa bana niçin soruyorsun?” deyince; “O öğretmen sensin” dedi. O günlerde de özel okulda girdiğim dersleri bırakmıştım. Ben tereddütlerimi dile getirince ısrarını sürdürdü ve kabul ettim. Hata yapmama adına İstanbul, Ankara ve Gaziantep’teki dershanelerde rehber öğretmenlerin yanında birer gün staj yaptım, dördüncü gün usta bir rehber öğretmen gibi yarı zamanlı olarak, okul saatleri dışında göreve başladım. Dershanenin çoğunluk öğrencileri hafta sonu öğrencisiydi. Rabbim bizi utandırmadı, alaylı bir rehber öğretmen olarak bu süreç üç yıl devam etti. Belki de bunda İlahiyat fakültesinde öğrenciyken “Bu kadar felsefe dersi mi olur?” diye kınadığımız altı çeşit felsefe dersinin katkısı olmuştu.

 

Sendikacı Oluyorum

“Yedi Güzel Adam” diye bilinen edebiyatçı ekibin yol arkadaşı olan, onlarla birlikte “Mâvera” dergisi kadrosunda yer alan, merhum Mehmet Akif İnan, bir grup arkadaşıyla birlikte hizmet sendikası olarak “Memursen” isimli sendikayı kurmuştu. Kahramanmaraş’ta da şube açılmıştı ama henüz üye kaydı ve sağlıklı bir faaliyeti yoktu. Dönemin genel başkanına benim ismimi vermişler ve tavsiye etmişler. Başkanlık konusunda ısrar etmesine rağmen dershaneye verdiğim söz gereği başkanlığı kabul edemeyeceğimi ama yardımcı olabileceğimi söyledim. Gayretli, fedakâr, hasbi bir grup arkadaşla beraber yeni yönetimi oluşturarak faaliyetlere başladık. Beni başkan yardımcısı yaptılar. O zaman devletin sendikalara ve mensuplarına maddi katkısı yoktu, masrafları yönetim kurulu olarak aramızda paylaşıyorduk ama müşteki değildik. Bir yıl gibi kısa sürede bini aşkın üyemiz oldu. Devletin maddi desteği başlayınca sendikaya yönetici olmak isteyenlerin de sayısı arttı. İlk genel kurulda müsaade isteyip yönetimden ayrıldım.

Hayatta genel prensip olarak her daim rekabet olmayan görevleri tercih etmeye gayret gösterdim. Rekabet olmayınca insanın başı ağrımıyor. Öğretmenlik, okumak, yazmak, vaaz ve seminerler rekabetsiz alanlardı, ben de bu alanda ilerlemeye gayret ettim. Rabbim de

5 / 5

bereketlendirdi. Rabbimin bana en büyük lütuflarından biri de; hep sevdiğim işleri yaptırmasıydı. Onun içindir ki hiç yorulmadım ve heyecanımı kaybetmedim. O’na mahlûkatının sayısı adedince hamd olsun.

İnsanoğlu ne yaparsa yapsın, bütün mesele yaptığı işi Allah rızası için yapmasıdır. Öyle olunca Allah kişiyi en uygun yerde istihdam edecektir. Rabbim bizi rızasına muvafık işlere vesile ve öncü etsin. (Âmîn)

 

 

1963 Kahramanmaraş-Göksun doğumlu. 1984 yılında Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1985-2014 yılları arasında öğretmenlik-okutmanlık, okul yöneticiliği, il millî eğitim müdürlüğü ve daire başkanlığı görevlerini ifa etti. Emekli olduğu 2014 yılından itibaren sivil toplum kuruluşlarında görev yapmaktadır. Evli ve biri kız, ikisi erkek olmak üzere üç çocuk babasıdır. bazı çalışmaları: ✓ Asr-ı Saadette Tıp. (Mezuniyet Tezi) ✓ Hafız Ali Efendi ve Mücadelesi. (Müşterek) ✓ Biz Böyle Gördük. (Müşterek) Basılı.​​ * Dua Zamanı Mektuplar. ✓ Kahramanmaraş İmam-Hatip Lisesi’nde yayımlanan “Dost” ve “Gonca” isimli dergilerin yayın kurulunda yer aldı ve yazılar yazdı. ✓ “Heybe”, “Bohça”, “Mezun Duygular”, “Fuyuzat”,"Kulluğun Tadı"  “Sohbetler”, “Seyahatname”, “Rehberlik”, “Anketler” gibi isimlerden oluşan çalışmaları yayımlanmayı beklemektedir.

Yazarın Profili

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz üye olun ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir