Dünden Bugüne
Dünden Bugüne – 11
EKLENDİ
-:
Yazar:
Erdoğan Muratoğlu
Ekim, sonbahar serinliğinin insanı kucakladığı bir ay… Artık herkesin evlerine çekildiği bir ay… Eğitim öğretimin yoğunlaştığı bir ay… Öğrencilerin arkadaşlarıyla birlikte etkinlikler düzenlediği bir ay… Kış hazırlıklarının tamamlandığı ve kışın beklendiği bir ay… Kırsalın tamamen terk edildiği bir ay… Kalabalıkların kentlere ve apartman dairelerine (eve değil) hapsolduğu bir ay… Yine bu sene ekim ayı Filistinli kardeşlerimiz için hem direniş hem de acılara katlanma ayı oldu. Terörü kendisine şiar edinen bir yapının tonlarca bombayla iki milyona yakın kişiyi yok etmeye çalıştığı bir aydayız maalesef. Böyle dönemlerde ne yazık ki Batı ve ortakları Müslümanlara yönelen bu terörizmi görmediği, duymadığı gibi özellikle bu vahşeti icra edeni sonuna dek destekliyor. İşte Batı ve ortakları budur. Daha dün Saraybosna’da aynısını yaptılar. Bugün Filistin’de aynı vahşeti tekrar ediyorlar. Bize düşen, Filistinli kardeşlerimizin yanında olmak her şeyimizle. Bunu başarabilirsek İslam Ümmeti ve insanlık olarak büyük bir sorumluluğu yerine getirmiş olacağız.
Dünden Bugüne-11’de bu ay inşallah edebiyatımızın usta yazar ve şairlerinden, 18 Ekim 2019’da aramızdan ayrılan Kudüs sevdalısı Nuri Pakdil’i konuk edeceğiz. Nuri Pakdil yazar, şair ve Kudüs âşığıdır. 1934 yılında Kahramanmaraş’ta dünyaya gelen Nuri Pakdil, 2019 yılında vefat etmiştir. Yazar uzun yıllar memuriyet görevinde bulundu. 1969’dan itibaren belli aralıklarla edebiyatımıza soluk olan Edebiyat dergisini çıkardı ve Edebiyat Dergisi Yayınlarını yönetti. Nuri Pakdil, 2013’te Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’ne, 2014’te de Necip Fazıl Saygı Ödülü’ne layık görüldü. Pakdil, 2019 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri’nde, edebiyat dalındaki ödüle, “yerli düşüncenin egemenliği adına ürettiği özgün eserler, Türk Edebiyatı’na kattığı kelime tercihleriyle dolu estetik anlatım dili ve insanı kalbinden tutmayı öneren değerli fikirlerinden dolayı” değer görüldü. Yazarın çeviri ve telif kırkı aşkın eseri vardır. Vefatının 4. yılında yazarı, Biat III adlı kitabında yer alan “Güneşin Doğuşunu Seyre Gidenler” başlıklı denemesiyle yâd edelim. Allah gani gani rahmet eylesin.
Hakikat yolculuğunda cihat etmek, üzerimize düşen büyük bir sorumluluktur. Allah’a emanet olunuz.
Güneşin Doğuşunu Seyre Gidenler
Nuri Pakdil
Tüm insanlık sıkıştırılıyor bir şeyle: insan, kendi kendini sıkıştırıyor bir yerde. Sağlıklı düşünme yeteneğimizi yitirirsek soyutlanırız sorumluluğumuzdan: o zaman da anlamı kalmaz yaşamın. Varoluş sona erer orda.
Neyle sıkıştırılıyor insanlık şimdi? Gerilla ile korsanla sıkıştırılmıyor doğrudan, ‘sonuçlar’ın doğuracağı konum sıkıştırıyor insanlığı. Batı toplumunun, Batı uygarlığının sayrılıklı halinden çıkmadı mı ortaya bunlar, gerilla ile korsan? Bir bakıma anamalcılığın, sömürünün, baskının, soykırımının bir sonucu olarak da bakılamaz mı bunlara?
Biliyoruz şu gerçeği: 1950’lerden sonra, bu ikisi özdeşleşti Filistin direniş eylemiyle, Filistin kurtuluş savaşıyla. Bir de gerilla ile korsan arasında bağlantı var şimdi. Bu bağlantı, daha bir yoğunlaştırdı içeriği.
Bu noktaya nasıl gelindiği tartışması artık anlamsız. “Asya’yı, Ortadoğu’yu, Afrika’yı, Latin Amerika’yı sürekli sömürmedi mi, sürekli ezmedi mi Batı? Kimi Doğu ülkelerinin sömürüde, baskıda, ezmede, bunlardan geri kalan yanları mı vardı? Anamalcı dünya görüşü de, üleşimci dünya görüşü de, birbirleriyle savaşım içindeyken, arada ezilen insanın kendi kendini araması gibi de yorumlanamaz mı gerilla ile korsan? İnsan onurunun ayaklar altına alındığı, insanlığın bir kişiliksizliğe doğru sürekli itildiği bir süreçte, gerilla ile korsanın, bir gözüpekliği, bir yiğitliği, bir onuru simgelediği söylenirse, tersini savlamak için, hangi gerekçelerle çıkacağız böyle düşünenlerin karşısına?” Bu soruların da daha bunlara eklenecek birçok soruların da bize algılatacağı yeni bir şey yok artık.
Ayrıca, şunlar da var ortada: 1940’lar öncesi soykırımının tiksinçliğiyle, 1950’ler sonrası soykırımının tiksinçliği aynı değil mi? Ya da daha ürkünç değil mi? Nazi kamplarıyla İsrail işkencesinin farkı ne? İsrail’in işgal ettiği Arap topraklarında ve tüm Filistin’de Araplara yaptığı zulüm, uyguladığı yok etme siyasası, açıkça, soykırımından başka bir şey midir?
Afrika’daki zenci kırımını da ‘soykırımı’ olarak düşünmeyip başka nasıl düşünebiliriz? Topraksız bırakılan, soyu kırıla kırıla tüketilmek istenen Filistin’li, peki, nerde yapacaktır eylemini? Kuşkusuz, Filistin’linin havada eylem yapması, korsan olması, bir suçtur insanlık suçudur, doğru bu, Filistinlinin bu noktadan başka çıkış bulamayacak denli sıkıştırılışı da insanlık suçu, insanlık cinayeti değil midir?
Yukarılarda, bir ‘içerik’ dedim. Bu içerik, ya insancıl bir devinime dönüşecektir, ya da hızla sonuna yaklaşılmış olacaktır insanlığın. ‘İnsanlığın sonu’ sözüyle anlatmak istediğim şu: ‘devlet denilen örgütle insan öldürülmesi son bulmayacak olursa, işte o zaman tam ilkel bir döneme girer insanlık. Umut iyice yok olabilir. Uygarlıksız bir yaşamdır artık bu. ‘Şiddet’in devleti elegeçirmesi insanlığın sonudur kuşkusuz; ama, ‘devlet’in de şiddetin simgesi olması o denli ürkünç bir tehlike doğuruyor tüm yeryüzünde. Devletin beni öldürmemesi için devlete başkaldırmam mı gerekiyor? Asıl o zaman, benim bu edimimi, beni öldürmek için bir gerekçe olarak kullanıyor devlet.
XX’nci yüzyılın sonlarına doğru, yeryüzünde, insanın önündeki ikilem budur şimdi.
Gerilla ile korsanın ölümü, yeryüzünde bu ikilemi sürekli hissettirmelidir insana.
Tüm bunların üstüne bir karabasan gibi çöken de şu: acıma duygumuzun yanlı belirmesi tehlikesi. Gerilla ile korsanın öldürdüklerine acıyoruz da ‘devlet denilen örgütle’ gerilla ile korsanın öldürülmelerine neden acımıyoruz?
Öyle ya da böyle, öldürülen, ‘insan değil midir? Nasıl olursa olsun, insanın öldürülmesi karşısında duyarsızlaşmak, insanın gide gide ‘tükendiğini’ de göstermiyor mu?
Bir de şu var: Fatihler, yeryüzüne, en karanlık dönemlerde gelirler.”
“Biat III, Nuri Pakdil, Edebiyat Dergisi Yayınları, Ankara 1981, s. 71-74.”