Bizimle İletişime Geçin

Dünden Bugüne

Dünden Bugüne – 8

EKLENDİ

:

 

Temmuz, herkesin kabuğuna çekildiği, ne yazık ki bir anlamda kendini kalabalıklar içinde kendine yabancılaştırdığı bir tatil ayı oluverdi bir süredir. Sıla-yı rahimlerin unutulduğu, herkesin birbirine sırtını döndüğü bir ay oldu. Üzüntü verici ama acı bir gerçek…Bize düşen, sıla-yı rahimleri ve birbirimizle samimiyeti pekiştirmek olmalı.

Dünden Bugüne-8’de bu ay inşallah, edebiyatımızın önemli isimlerinden deneme, mektup, hatıra, oyun, öykü ve roman yazarı Adalet Ağaoğlu’nu misafir edeceğiz. Adalet Ağaoğlu 23 Ekim 1929 doğumlu. 14 Temmuz 2020’de de aramızdan ayrıldı. Ankara Üniversitesi DTCF Fransız Dili ve Edebiyatından 1951’de mezun oldu. 1951-1970 yılları arasında TRT’de çalıştı. Daha sonra geçimini yazarlıktan sağladı. Öykü, roman, oyun, günlük, deneme ve hatırat vb. türlerinde elliye yakın eseri bulunan Ağaoğlu, 14 Temmuz 2020’de vefat etti. Cebeci Asrî Mezarlığına (Ankara) defnedildi. Adalet Ağaoğlu’nu vefatının 3. Yılında “Sürekli Arayış” adlı denemesini paylaşarak anıyoruz.

Yapay zekâ uygulamalarının büyük bir şeymiş gibi sunulduğu günümüzden yaklaşık kırk dört yıl önce kaleme aldığı bu yazısında yazar, bizleri kendimizi keşfe çağırmakta. İyi okumalar.

SÜREKLİ ARAYIŞ

Adalet Ağaoğlu

Çağımız, biraz daha artan bir sayıyla, her yerde olup bitenden haberli insanın çağı. Bu insan, her gün biraz daha çok soru soruyor; kendisi ve çevresi üstüne soru soruyor. Verilen yalınkat yanıtlar onu eskisi kadar kolay doyurmuyor. Kişi, her şeyden önce kendisini kandıramıyor. Gerçeklik sürekli aranıyor.

Tahtların ve taçların son kalıntıları da çatırtılarla yıkılı yor, patırtılarla düşüyor. Yıkılışın sesi, her yandan işitiliyor. Yeni insan, ilk kez bu kadar çok sayıda, artık üç beş başkasının kendisi adına düşünmesine ve yapmasına boyun eğmek istemiyor. Daha genel söylemek gerekirse, ken- disi adına düşünecek ve eyleyecekleri seçerken de kişiliğini koruma sorununu bir yana atamıyor. Hatta bu insan, yüzyıllar boyu yönetimde söz sahibi olmak için uzun, çetin savaşlar verdikten, pek çok toplumlarda bunu az ya da çok elde ettikten sonra, şimdi kendisini yepyeni bir soruyla da karşı karşıya buluyor. İlk ağızda çok şaşırtıcı gibi görünen bir yeni soru: Acaba gerçekten kendi kendimi yönetmeyi istiyor muyum ben, yoksa başkalarının beni yönetmesi daha mı kolayıma gidiyor?

Uygarlığın en ileri aşaması insanı bir kişilik, bir kişi haline getirebilmekse, içinde yaşadığımız zaman, tam bunu gerçekleştirmekle yoketmenin bıçak sırtında duruyor sanki. Insan, hiç olmadığı oranda kendine yabancılaşırken, hiç olmadığı oranda da kendini yeniden keşfe çıkmıştır. Hoş zaten, onca keşif, kişinin kendini keşfe çıkmasına da yaramayacaksa, hiçbir şeye yaramamış olacaktır. Ya da salt bir şeye: Bulguların; atomun, uzay silahlarının kendini, insanı yoketmesine…

Edebiyat, salt iletişim araçlarının yaygınlık ve etkinlik kazanması nedeniyle değil, sanırım asıl bu noktada, kendini arayan, araması gereken insan nedeniyle varoluşunu yeniden sorgulamak, kendini yeniden aramak zorunda. İletişim araçlarının yaygınlığı, okuru kuşkusuz olumsuz yönde etkiliyor. Kitap okurunun sayısı, nüfus artışlarına oranla gerilemekte. Bu ve daha pek çok nedenle, edebiyatın temel sorunu, günümüzün yeni insanının benliğinde uçveren yeni kimliğin kavranması, gittikçe karmaşıklaşan bu kimliği dışlaştırma tekniklerinin aranıp bulunması sorunu olmalı… Olaylar ve serüvenler dizisi, bugün artık kendisi karmaşık bir serüven haline gelmiş olan insana ne der? Bir günde okunup çöp kutularını boylayan havaalanı kitapları, bunun yanıtını çoktan vermiş görünüyor. Ama, yazar da şimdi, böyle bir tüketici okurla henüz gazete yüzü bile görmemiş insanlar arasındaki çizgiyi anlamlandırmak, bunu da yeni bir anlama dönüştürmek durumunda.

Böylece, edebiyat ölüyor, denirken, edebiyatın hiç olmadığı denli bir gereklilik haline geldiğini algılıyorum. Ne olursa olsun, yaşamın yeni şiiri ile dört bir yandan sarılıyız. Bu şiiri yakalamak ve bu şiiri işitilir kılmak ancak yine sanatın, edebiyatın üstesinden gelebileceği bir iş.

Teknoloji, sanatın ve edebiyatın düşgücüyle her gün biraz daha çok alay edebilir. Atlı arabanın yerini uçaklar, uçakların yerini uzay araçları alabilir. Kompüterler, insanın duşötesi alanlarına rahatça uzanabilir, bilimkurgu makinelerin ve robotların sanatı olabilir, ama bütün bunların, en azından tek insan, düğmeye basacak o insan olmadan bu sonsuz yolculuklara çıkamayacağa da bir gerçek.

Sanıyorum bizi yanıltan, günümüz insanının neredeyse yeni bir kimliği olmadığı görünümü. Onun maketleştirilen, hemen hemen plastik görünümü. Gelgelelim, üstüne nasıl bir zırh geçirilirse geçirilsin, bu zırhın altında her zaman canlı bir şey var. Yeni çatışkılarıyla, yeni kimlik kavgalarıyla yaşayan bir şey… Dünkü duyarlıklara benzer duyarlıklarla karşılaşmamamız, bugün yeni bir duyarlık yoktur, anlamına gelmemeli. Acaba bu yeni duyarlıklar nasıl duyarlıklardır? Roman, hikâye, şiir; elbette müzik, elbette resim; dans; hepsi bu yeni duyarlığı kavramaya, bu yeni duyarlık alanlarına uzanmanın yollarını bulmaya zorlanı yor; çağdaş duyarlığı dışlaştırmanın yeni yollarını arıyor.

Sanırım bugünün sanatçısı, yazarı, olayların büyüklüğü, genişliği, en fazla da her şeyin çok hızla olup bitmesi karşısında bir çeşit ürküntü duyuyor. İşte, tek başına bu ürküntünün betimlenmesi bile, daha iyi bir yarın kurulmasına katkıda bulunabilir. Beri yanda, olay yazmayı, serüven dizmeyi giderek bir yana iten -çünkü olaylar boyutlarıyla, hızlılıklarıyla güncel, sanat ve edebiyat ise uzun erimli- çağdaş edebiyat, resim, müzik, artık yoğunluğu küçük ânların büyük görünümlerini kavramayı ve kavratmayı amaçlayabilir. Günümüz insanının dev dünyası, bence, asıl bu yoğun ve küçük ânlarda gizli.

Çağdaş duyarlığa eş bir anlatıma başka hangi yollardan ulaşabileceğimizi de aramak durumundayız. İşte, John Berger’dan Silva’ya, Cortázar’dan Kundera ve Fuentes’e dek çağımız roman yazarı da, yeni insana yeni yollarla ışık düşürmenin arayışı içinde. Bu arayış, dünyadaki tipik kimliğin giderek billurlaşması anlamına da gelmiyor mu acaba?

Herhalde sanatın, edebiyatın tek gerçeği arayış. Yeni toplumsal oluşumlarla biçimlenen insanı arayıp bulmak. Bu arayış olmadan, ne yeni bir topluma, ne de dolayısıyla, yeni bir insana doğru yolalınabilir.

1979

“Geçerken -Denemeler, Değiniler-, Adalet Ağaoğlu, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2008, s. 53-55.”

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar