Edebiyat
Dünya Dönüyor, Ortaokul Bitiyor
Uzun günlerde okul sonrası babama yardım eder un, küspe buğday satardım. İhtiyar amcalar bana acımaz, beni iki yüz kilogramlık çuvalların altına sokarlardı, belki de ondan boyum bir seksen ikide kaldı. Bisiklet yarışlarımız, piknik ve yayla seferlerimiz şimdilik kalsın.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Yıldırım AlkışKöyün en güzel yerine kondurmuşlardı okulumuzu. Okul dedimse ilkokul tabi. Eskiden köylerde ortaokul filan olmazdı. Sade iki derslikli ama beş sınıf eğitim görürdü, bazı sınıflar birleştirilmişti.
Evli olan öğretmen lojmanda, bekâr olan öğretmenlerse eve dönüştürülmüş olan öğretmenler odasında kalırdı, usul böyleydi.
Okulun hemen yakınından çıkan kaynak su, ilkbaharda çoğu zaman kendi yoluna sığmaz, yolumuzu yoluna katardı. Çoğu zaman ayakkabılarımızı çıkartarak oradan geçmek zorunda kalırdık. İşte bu sevdalı, şaşkın dere; her gün, her saat okulumuzu ve öğrencilerini en güzel melodilerle selamlardı. Öğrencilerde uzun ince yola revan olurdu. Şairin teşbihindeki “Başını taştan taşa vurup gezen âvâre su”ya, kavaklardaki kuşların enstrümanları eşlik ederdi. Bize de bilet almadan, saatini beklemeden dinleme ve seyir zevki kalırdı. Ne güzel günlerdi çocukluğumun mazideki o günleri. Yine baharın habercisi yumurtadan çıkan civciv misali ressamın tuvaline sığmayan çiçekler birbiri ardınca açar, arılara ve böceklere davetiye çıkartırdı. Yarım saatlik teneffüslerde oyunların içinde kaybolurken bu güzelliklerin hakkını vermeyi de ihmal etmezdik.
Okulum da güzeldi, öğretmenlerim de ama bizden önce ortaokula gidenlerin ikindi üzeri okulumuzun önünden geçmeleri, hele arada bir de olsa okulun içine girip aramızda dolaşmaları bende gıptadan öte açığa vurmaktan korktuğum hallerin zuhuruna sebep oluyordu. Turnalı şapkalar, takım elbiseler ve kravatlı gömleklerle sınıf atlamış insan rolü oynuyorlardı sanki. Hızlı büyüyüp ortaokullu olmak için eğer elimden bir şey gelseydi, tereddüt etmez yapardım onu ama o vakitlerde tek çare beklemekti. Araplar “Her gelecek yakındır.” demişler.
Bir gün oldu ben de ortaokullu oldum. İki beden büyük de olsa takım elbisem de oldu, kravatım da. İki beden büyük olması gerekiyormuş gelecek sene de giymem için, babam öyle derdi. Turnalı şapka da giydim ama hevesimi alamadım, çünkü o sene şapka giymek kaldırıldı, takmak isteyenlere de izin verilmedi. Bu Millî Eğitimcilerin şapka devriminden haberleri yoktu sanki. Yoksa bu yöneticilerin Cumhuriyet’le bir problemleri mi vardı? Neyse bunları düşünmek için henüz küçüktüm.

“Göksun Ortaokulu 1970’li Yıllar”
Bunları yaşarken elimde olmadan aklıma geliveren ve garipsediğim durumlar bazen zihnimi meşgul ederdi. O durumlardan biri de Maraş’ta “Maşallah” dedemiz varmış, “Benim adım Maşallah, şapka giymem inşallah.” dediği için onu asmışlar. Neyse ki korktuğum olmamıştı, artık şapka giymediği için kimseyi asmıyorlardı.
Özlemle çektiğim ortaokul beklediğim gibi çıkmadı ama anamın ve babamın ilk çocuğuydum okumam gerekiyordu, onları mutlu etmeliydim. İyi de paytak ve yamuk soy isimli iki öğretmenden biri bedenime, diğeri ruhuma zarar veriyordu. Nasıl cesaret buldumsa paytak’ın “evrim teorisi” ısrarını babama anlattım. İyi ki anlatmışım; erken destek aldım, ruhum yamulmadı. Öğrenciler arasında konuşulur olmuştu “Fen Bilgisi öğretmeni komünistmiş!” diye. Demek ki komünistlik diye böyle bir inanç varmış.
Ne var ki yamuk hocanın her ders, hatta gördüğü her yerde beni tokatlamasını kimseye anlatamadım. Şimdi sizinle paylaşıyorum. Bugün oldu hâlâ suçumu da öğrenebilmiş değilim. O, aslında İngilizce öğretmeniymiş, boş geçmesin diye bizim beden eğitimi dersini vermişler. Boş geçse daha mı iyi olurdu bilmem. Çünkü açık havada veya spor salonunda ders yaptığımızı hiç hatırlamam. Bir defasında da bayram için prova yürüyüşü yaparken çağırmış ve tokatlamıştı. Sanırım bu onun bir nevi deşarj metoduydu. O zamanlar “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter.” özlü sözü sanki kanundu. Ondan olsa gerek kimseye şikâyet edemedim ama şimdi herkese ilan ediyorum. “İlan ediyorum.” demekle elime ne geçecek, açıkçası onu da bilmiyorum. Belki de bu, “Ben yandım yeni körpe yavrular yanmasın.” beklentimden dolayı söylenmiş olabilir.
Kocaman üç yıldan geriye kalan tabii ki sadece bu iki hatıra değil. Eksi yirmi beş derecelerde sabahın erken saatinde okula giderken kulaklarımız gevrer ve burnumuz sızlardı. O vakitler ne dolmuş ne de servis işleri henüz âdet olmamıştı. Havaya verdiğimiz nefesimiz donardı âdeta. Cumartesi, pazar ve tatil günlerinde babaannemin ve halamın yanına köye gidişlerimiz ayrı bir macera olurdu. Kış günleri öyle kar yağardı ki evlerin birinci katları kaybolurdu. Bazen tünellerden girilirdi evlere. Damlarda gülle oynayan kocaman adamları seyrederdik. Biz küçük bilyelerle ara sokaklarda oynayabilirdik ancak. Kışları kızak, yazları ilçenin içinden geçen çayda yüzme keyfimize diyecek olmazdı. Bizim ilçede yüzme bilmeyen olmazdı bu çay sayesinde.

“Göksun Ortaokulu 1970’li Yıllar”
Uzun günlerde okul sonrası babama yardım eder un, küspe buğday satardım. İhtiyar amcalar bana acımaz, beni iki yüz kilogramlık çuvalların altına sokarlardı, belki de ondan boyum bir seksen ikide kaldı. Bisiklet yarışlarımız, piknik ve yayla seferlerimiz şimdilik kalsın.
Fevzi Güzel Hoca’nın mandolin namelerini, hafta sonlarında mazotlanan zemin tahtalarının kokusuyla okula girişimizi de unutmadım.
Biraz iri yapılı olmamdan olsa gerek hep “Lise kaçtasın?” diye sorarlardı. Orta ikiden sonra da liselilere özenir oldum.
Dünya dönüyor, zaman ilerliyor, ömrümüz varsa lise de uzak gözükmüyordu vesselam.
Çok Okunanlar
- Kavram-
Bize “Baby Boomer/Bebek Patlaması” Kuşağı Diyorlar
- Kültür Sanat-
“Hatiboğlu Ailesi” Ulusal Sempozyumu Burdur’da Düzenlenecek
- Kavram-
Bedevilikten Kurtuluş
- Gezi Yazısı-
Şehriyar, Ah…
- Edebiyat-
Sıla Ölür Gurbet Kalır
- Kavram-
Millî Tarih Bilinci Üzerine
- Düşünce-
Dünya: Yerel ve Küresel Oyun Sahası
- Edebiyat-
Susmak İnce İşçilik İster