Müslümanlar, Hz. Peygamber’e vahyin gelişinin yüzüncü yılında (M. 710) İber Yarımadası’na/İspanya topraklarına ayak bastılar. Bilindiği gibi Emevîlerin Kuzey Afrika valisi Musa b. Nusayr, Tarîf b. Mâlik adlı komutanı bu tarihte keşif için karşı kıyıya gönderdi. O sıralarda bu topraklarda Vizigotlar hüküm sürmekteydi.
Keşiften olumlu rapor gelince M. 711’de Târık b. Ziyad komutasındaki Müslümanlar İspanya’ya geçerek Vizigotlarımağlup ettiler (M. 711) ve üç yıl içerisinde yarımadanın neredeyse tamamını ele geçirerek Preneleri aşıp Frank topraklarına girdiler.
Hz. Peygamber’in vefatının yüzüncü yılında Müslüman ordular bu sefer Paris yakınlarında görüldüler ve M. 732 yılında Frank kralı Şarl Martel’le yapılan Balâtüşşühedâ/Puvatya /Tur Savaşı’nda ağır bir yenilgi alarak çekilmeye başladılar. Batılılara göre bu, “Avrupa’nın kader savaşı” idi. Eğer burada Müslümanlar galip gelseydi Avrupa’da Müslümanların önünde duracak başka bir güç kalmamış ve onların Müslümanlaşmaları kaçınılmaz olacaktı.
Puvatya’dan yaklaşık 340 yıl sonra da Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt zaferinin ardından yine Avrupa’ya doğru İslâm ordularının yürüyüşü devam etti.
İspanya ve Anadolu üzerinden Avrupa’ya ilerleyişlerden ciddi manada dersler çıkarılması gerekmektedir. Nitekim yukarıda bahsi geçen Puvayta Savaşı’ndan sonra Müslümanlar arasında yaşanan bazı problemler ciddi boyutlara ulaştı, fetih ruhu kayboldu, hedef yoksunluğu yaşandı ve onlar birbirlerini imha etmeye başladı. Bunu Katolik saldırılar ve haçlı mücadelesi takip etti. Yaklaşık 800 yıllık mücadelenin ardından Katolikler bütün İspanya’yı ele geçirdi
Müslümanlar zamanında Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanlarbir arada yaşama fırsatı yakalamışlardı. Katolikler hâkim olduklarında Müslüman ve Yahudiler ya zorla Hıristiyanlaştırıldı, ya da öldürülerek ve sürülerek imha edildiler. Yapılan işkenceler, zulümler ve insanlık dışı uygulamalar için kaynaklara müracaat edilebilir.
Özet olarak şunları söyleyebiliriz:
– Müslümanlar, 3 yılda fethettikleri İspanya’da çekilerek de olsa yaklaşık 800 yıl kaldılar.
– 3 büyük din mensubu ve 7 farklı ırk, bir arada yaşadı.
– Müslümanlar, ulvi gayeleri bırakıp süfli amaçlar peşinde koşmaya başlayınca dağılıp parçalandılar.
– Bu parçalanma ve iç çatışmalardan faydalanan Katolikler,İspanya’nın kuzeyinde gittikçe güçlenen krallıklar kurdular. Bunlar zaman zaman birbiriyle anlaşmazlık yaşasalar da kritik zamanlarda ittifak yapmayı başardılar.
– Nihayet büyük ittifakı gerçekleştiren Aragon ve Kastilya krallıkları, Müslümanları İspanya’dan çıkarma ideali olan Reconquista hedeflerine ulaştılar (2 Ocak 1492)
– 1492’den sonra insafsızca işletilen İspanyol Engizisyonu ile İber Yarımadasındaki Müslüman varlığına son verildi.
Yukarıda verilen kısa bilgilerden sonra burada asıl üzerinde durulmak istenen mesele şudur: Eğer Müslümanlar Endülüs’ten gerekli dersleri çıkarıp kendilerine çeki düzen verirlerse İspanya’dakinin bir benzerini Anadolu’da yapmak isteyenler, buna fırsat bulamayacaklardır.
Müslüman Türkler fethettikleri Anadolu’ya öyle bir maya çaldılar ki bu sayede farklı milletler ve dinler yaklaşık bin yıldır bir arada birbirini imha etmeden yaşama imkânına kavuştular.
Ancak bu milletin, bu topraklardaki varlığından ciddi manada rahatsız olanlar, tarih boyunca çeşitli entrikalarla Anadolu’da sağlanan birlik ve beraberliği bozmaya ve bizi bu topraklardan çıkarmak için ellerinden geleni yapmaya devam ettiler ve halen de devam etmektedirler.
Bu bir komplo teorisi değildir. Bu, hayal dünyamızda kendi kendimize ürettiğimiz bir korku da değildir. Bunun bir komplo teorisi olarak görenler Haçlı Seferlerinin tarihini veya Sevr’idikkatle incelemelidirler. O kadar uzağa gidilemiyorsa 1992-1995’te Avrupa’nın göbeğinde Bosna’da yaşananlara ve Sırp liderlerin hâlâ çeşitli sosyal medya platformlarında dolaşan videolarına bakılabilir. O zaman Avrupa’nın göbeğinde yapılan savaşlarda bile “Türklerden(Müslümanlardan) intikam alma” güdülerinin nasıl bir rol aldığı daha iyi anlaşılacaktır.
Müslümanların Endülüs’ü kaybetmelerinin elbette pek çok sebebi vardı fakat en önemlisi ve bizim de üzerinde ısrarla durmamız gereken husus: Müslümanların birbiriyle, çekişmesi, çatışması, parçalanıp tefrikaya düşmesidir. Nitekim Endülüslüler fetihten kısa bir süre sonra şu alt kimlikler dolayısıyla birbirleriyle savaştılar:
-Araplar-Berberiler (Her iki grup da Müslümandı),
– Kayslılarla-Yemenliler (Her ikisi de hem Müslüman hem de Arap’tı),
– Endülüs’e önce gelen Müvelledlerle sonra gelen Suriyeliler.
Günümüzde de özellikle Anadolu’da insanların alt kimlikleri üzerinden tam da Endülüs’tekine benzer bir parçalama planı uygulamaya konulmak istenmektedir. Bunun tek ve kesin bir çaresi vardır: Müslümanlar Kur’an’a ve Hz. Peygamber’in sünnetine sıkı sıkıya sarılmalı, okuyup anlayıp uygulamalıdır. Bunun yanı sıra aynı toprakta, aynı devlette ve aynı bayrak altında beraber yaşadığımız diğer yurttaşlarımızla da birlik temin edilmelidir
Bu konuda bireysel ve kurumsal faaliyetler yürütülmeli, kampanyalar yapılmalı, devletin bütün imkânları seferber edilmelidir. Diğer sorunlar bir şekilde çözülebilir. Ancak tefrika/parçalanmışlık sorunu ötelenirse bir süre sonra önü alınamaz boyutlara ulaşır ve telafi edilemez.
Bu millet bu zamana kadar olduğu gibi bundan sonra da birlik ve beraberliğini sürdürme imkân ve kabiliyetine sahiptir, yeter ki toplum doğru yönlendirilsin, yeter ki bu konuda sistematik ve kararlı faaliyetler yürütülsün, yeter ki halkın belli yüksek idealler etrafında kenetlenmesi sağlansın.