Lise ikinci sınıfa başlayacak torunum sordu: “Dede, en çok sevdiğin yazar kim?”
Bir yandan “Zor soru” derken öte yandan içimden vereceğim cevabı tartıyor, tartışıyorum: “Dostoyevski desem mi?” Ve fakat birden içimde bir şey parlayıveriyor ve şuna benzer cümleler kuruyorum:
– En sevdiğim yazar Sezai Karakoç! Hem yazılarını çok severim hem şiirlerini. Onun bir şiiri var: Anneler ve Çocuklar. Küçücük, kısacık bir şiir. Topu topu üç dörtlük. Fakat o kadar güzel, o kadar etkileyici, o kadar çarpıcı ki… Bu şiir, dünyanın hangi diline çevrilirse çevrilsin, gücünden ve değerinden bir şey eksilmez. Belki altmış yıl olmuştur yazılalı. Altı yüzyıl önce de yazılıp okunabilirdi, altı yüzyıl sonra da okunabilir. Bak, o şiiri okuyayım sana:
Anneler ve Çocuklar
Anne ölünce çocuk
Bahçenin en yalnız köşesinde
Elinde siyah bir çubuk
Ağzında küçük bir leke
Çocuk ölünce güneş
Simsiyah görünür gözüne
Elinde bir ip nereye
Bilmez bağlayacağını anne
Kaçar herkesten
Durmaz bir yerde
Anne ölünce çocuk
Çocuk ölünce anne
Torunum şiiri dikkatle dinledi. Öyle ilgiyle ve kendini vererek dinledi ki şiiri ikinci kez okumak ihtiyacını hissettim ve okudum. Beğendiği ve etkilendiği belliydi.
– Nasıl? dedim.
– Güzel! dedi ve “Elinde bir ip nereye / Bilmez bağlayacağını anne” ifadesini tam olarak anlayamadığını dile getiren bir şeyler söyledi.
– Anne, o kadar sarsılır, öyle etkilenir, öyle derin bir şaşkınlığa düşer ki her zaman kolayca yaptığı şeyleri bile yapamaz olur… gibi bir şeyler söyledim. Bir zamanlar bu şiirle ilgili bir yorum yazısı yazdığımı da söyledim. (O yazıyı okumak isterim demesini bekledim. Demedi.))