1
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” (Yahya Kemal Beyatlı)
Gün gelir İstanbul destan olur… Bazen mısralarında şairlerin dize olur. Âşıkların gönüllerinde kandil olur, ateş olur. Gün gelir sözün bittiği yerde hikâyesi başlar İstanbul’un… Sevinçlerin kucağında avutur karanlıkları şehir… Gün gelir gözyaşlarına tutsak olanların hürriyete açılan kapısı olur. İstanbul seyrederken gökyüzünü, yıldızlar şehrin mavi gözlerine bir kez daha vurulur.
Gün gelir yağmur yağar kalabalıkların üstüne… Renkleri seçilmez ebemkuşağının… İçimizin sessizliğinden İstanbul geçer. Gün gelir solgun bir sonbahar değer yalnızlığınıza… Sararan yaprakların ağıtları düşer ayaklarınızın altına… Kanatlanan ruhunuza bir mısrası yetişir İstanbul’un… Gün gelir İstanbul deste deste gül olur. Şefkatli gölgesi değer ağaçların üzerinize… Gün gelir İstanbul önsözü olur bütün aşkların… Takatsiz duyguların mecali olur. Yalnızlıkların kalabalığı olur… Gün gelir mecrası kuruyan pınarların çağlayanı olur İstanbul… Bağı çözülen bir dilin yakarışları olur İstanbul… İstanbul usanmaz Fatih’in tuttuğu dilekleri duymaktan… Gönlümüze fethin müjdesi değdiğinden beri bu şehir usanmaz sevdadan…
2
“Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.” (Necip Fazıl Kısakürek)
İstanbul bir sevdadır… Özlemi bitmek bilmeyen, gurbetin sancısını ta gönlün derinlerine düşüren bir sevdadır. Bölüşülünce sevdası çoğalır bu şehrin… Kalpler ışıldar sabahının güneşiyle… Masallar dökülür şehrin dudaklarından maziye dair…
İstanbul “dünyanın kilit noktasında”… bir mücevher gibi iki kıta arasındaki zümrüt… İki deniz arasında… Boğaz’ın iki yakasında… Kıtalar arasında, milletler arasında…
3
“Bu şehr-i Stanbul ki bi-misl-i bahadır.
Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır.” (Şair Nedim)
İstanbul bir sevdadır. Tarih boyunca birçok kez kuşatılan, uğruna kanlar dökülen, canlar feda edilen, sevdası sanata dönüşen, nakış nakış işlenen…
İstanbul… Niceler gelmiş geçmiş üzerinden, geçmişe tanık olan bu tarihi ve güzel beldeden…
Her gelen “o benim” demiş, O’na bir isim vermiş, Bizans demiş, Konstantinopolis demiş, Bizantion, Antonia, demiş…Fetihle birlikte İslambol, Der-i Saadet… Der-i Devlet…Asitane…olmuş, şehir ihtişamına yakışır bir adla anılır olmuş…
Nice cihangirler kaptırmış İstanbul’a gönlünü. Nice usta şair kalemini açmış özenle ona methiye yazmak için, hokkasına divitini banmış, yerine göre kan çekmiş yüreğinden mürekkep yerine…
İstanbul, şehirlerin şahı, sevenlerin ahı… Hisarlar, Boğaz’a selâma durur. Kız Kulesi kuğu zarafetiyle Boğaz’da kurulur. Yakınından geçen ayrı, uzaktan bakan ayrı vurulur. Güneş yedi tepesinden selamlar, minareler göğe doğru uzanırken yıldızlar tutar camilerin elinden…
İstanbul sevdadır, Sevdanın bir diğer adı İstanbul…
4
“İstanbul elbette fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel asker…”(Hz. Muhammed (s.a.s))
İstanbul ruh… İstanbul fikir… İstanbul mana… Fikir, ruh ve mana doldurmaya müsait kalp… Kalbini kaybeden, her şeyini kaybeder… Bizans ortada… Kazanan, her şeyi kazanır…
Kaç yarım kalan rüya, kaç gerçekleşmeyen muştu… Önce gönüller fethedildi. Sonra şehriyar… Bu şehir asırlarca beklemişti kapısını aralayacak hatta ardına kadar açacak Fatih’ini… İstanbul beklemişti kendisini ille de alacak sevgiliyi…
Kolay değildi Fatih olmak. Fetih için yola koyulmak ve ısrarcı olmak kolay değildi. Zor olana talip olmak kolay değildi elbette… Bir müjdeye aşina olmak… Asırlar öncesinden gelen selama, çağları aşan kutlu anda muhatap olmak kolay değildi.
Hedefe ulaşmadan önce gönlü ve ruhu beslemek gerekliydi. İstanbul’a sevdalanmak gerekliydi her şeyden önce…
Çünkü İstanbul, bir sevda idi, birçok milletin hayalinde ve yaşamında farklı şekillere bürünen. Her şekli bir güzelliğin, bir görkemin ifadesi olan… Ve bir gün, Türklerle buluşur İstanbul… O günden itibaren İstanbul’un bahtı değişir, “Aziz İstanbul” olur. Ve milletimizin, her güzel sahada merkezi olur… İstanbul Efendisi, İstanbul âlimi, İstanbul Türkçesi olur…
İstanbul… Bir mayıs daveti… Yıllar öncesinde verilen kutlu haberin müjdesi… Çağların açıldığının habercisi… Bu müjdeyi rehber edinerek Anadolu içlerine ve Kuzey Afrika’ya seferler düzenler müslümanlar. Bu heyecanla daha yedinci yüzyılda İstanbul’a kadar gelirler, ordular halinde dayanırlar İstanbul surlarına. İstanbul uğruna savaşır, onun uğruna şehit düşerler. İşte Ebu Eyyûb el-Ensârî de 90 yaşında… O da gelir ve İstanbul kucağını açar bu peygamber dostuna…
Kutlu müjdedeki şerefe nail olma aşkı bitmez, silinmez gönüllerden. Peygamber muştusu sancılar içinde doğmayı bekler. Bütün ırmaklar Konstantıniyye’ye akar milâdî bindörtyüz elli üçe kadar…
Karadan yürüyüp, Haliç’e bir gece vakti yağarken yetmiş parça gemi, döverken surları toplar, dikerken bayrağı sura Ulubatlı… Bizans’ın çehresine vurmuştur aydınlık günler, Bizans’ın yanağında açmıştır Muhammedî güller…
5
“Yüzyıllar fetihlerin kapısıdır. Biz mazide büyük fetihler yapmış bir milletiz. Biliyoruz ki fethin birçok şekilleri vardır. Kılıçla ve şiddetle fetih yapılır. Siyaset ve maharetle fetih yapılır, kalemle ve hitabetle fetih yapılır. İmanla telkin de fetihler yapıcıdır. Kalp yoluyIa yapılmış sonsuz fetihler vardır. Aşkın dünyamızda nice fetihler yaptığına şahidiz…” (Nurettin Topçu)
İki cephesi vardır fethin… Birincisi maddeden ibaret olan toprak ve servetin fethi, ikincisi aydınlıklara âlemi olan ruh dünyasının… ruh dünyasına pencereler açmaktır asıl önemli olan…
İşte “Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni…” derken Fatih, önce gönülleri fethetti. Sonra Bizans’ı… Önce ümitleri diriltti, sonra sadakati… Önce sevmeyi öğretti sonra sevilmeyi… Gönlün köprülerini önce O kurdu. Coşmayı bilen baharlara önce O’nun müjdesi değdi. Ayaklarının altına döşendi sanki kır çiçekleri… Korkusundan titreyen menekşeyi önce O tuttu avuçlarıyla… Gözlerinden vurgun yemiş bu şehre sabır elbisesini kuşandırandı O…
O Fatih’ti… Ve önce… Her şeyden önce gönülleri fethetti… Bugün olduğu gibi…
6
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek
Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
(Arif Nihat Asya)
29 Mayıs 1453… Kapanırken orta çağ, Kutlu bir doğumla doğmuştu yeni bir çağ! İstanbul fethedildi, gönüller fethedildi…
Bizler talan edilmiş yüreklerimizle bu fetih ikliminden çok ötelere düşmüşüz bugün… Bu yüzden İstanbul kırgın ve küskün bize… Bu yüzden bir başka batıyor İstanbul’da güneş…
Tebessüm eden bir çehreyle uzatsak ellerimizi insanlara, çiçeklerle karşılandığı gibi Fatih’in, gönül tahtlarında ağırlanacağız bizler de… O vakit, müjdeli bir sabaha uyanacak yine bu şehir… “Metropol” değil “Aziz İstanbul” olacak adı, eskisi gibi… Her gönül bir İstanbul olacak, her gönül bir Fatih… O zaman ilimde, sanatta, sosyal hayatta, merhamette, dünyayı kana bulayanlara merhamet öğretmede, adalette ve gönüllerde fetih gerçekleşecek…
Gözlerde sevgi sancakları dalgalanacak ve biz, “bizi” fethedeceğiz yeniden Bir gönlün fethi için gemiler yürüsün şimdi taş yüreklerin üzerine, gözyaşından toplar dökülsün seherlerde yine… Yarınlar, zamanın Fatih’lerine vermek için ellerinde bekliyor çiçeklerle…