1878 tarihinde Antalya’nın Elmalı ilçesinde doğan 64 yıllık bir ömür sürdükten sonra 27 Mayıs 1942 de İstanbul’da vefat eden Muhammed Hamdi Yazır, Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyet’in ilk yıllarını yaşayan/tanıyan alim, arif ve sanatkârlarımızdan biridir.
Onun, Fıkıh, Mantık ve Felsefe alanında kaleme aldığı telif, tercüme eserler bir tarafa, 1935-1938 yılları arasında basımı tamamlanan 9 ciltlik tefsiri; Hak Dini Kur’an Dili, din ve kültür tarihimizin önemli halkalarından biridir. Bazı kimseler onun başka tavırlarını öne sürerek bu eseri gözden düşürmeye çalışıyorlarsa da “güneş balçıkla sıvanamaz”. Yüz yıllık yeni dönemin en parlak ve kalıcı eserlerinden biri de budur.
Konuya objektif ve soğukkanlı bakanlar bu eserde tefsir, hadis, fıkıh, kelam tasavvuf ve edebiyat başta olmak üzere dinî ilimlerin yanında felsefeden astronomiye kadar uzanan diğer bilgilere de yazarımızın vakıf olduğunu ve bu birikimi aşkla şevkle, büyük bir gayret ve ihlasla günümüz insanlarına aktardığını göreceklerdir.
Vefatının 80. yılında rahmetle anılmasına vesile olsun diye Neml suresinin son ayetini tefsir ederken temas ettiği “garib” meselesini dikkatlerinize sunmak istiyorum. İlgili ayet, meallerimizde şöyle tercüme ediliyor: “De ki Hamd Allah’a mahsustur. O size ayetlerini (alamet ve işaretlerini ) gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir”
Müfessirimiz bu ayeti, Neml suresinde yer alan diğer ayetlerin ışığında tevil ve tefsir ederken Müslim ve diğer kaynaklarda yer alan[1] bir hadisi de farklı bir şekilde şerhetmekte, konuyu Bedir’den Cumhuriyet tarihine kadar getirmekte bir diğer ifade ile umutsuzluğu umuda inkılab ettirmektedir.. Bu hadisin de Türkçe tercümesi şöyledir: İslâm garib başladı tekrar garib olacak. Ne mutlu o gariblere!”
*
Şimdi söz onun:
Ve de ki hamdolsun Allah’a, O size ayetlerini gösterecek de onları tanıyacaksınız. Yani Kur’an’da delâil-i kudretinden İslam’a vaad buyurduğu hârikulâde nusret ve muvaffakiyetleri ileride fiilen gösterecek şimdi tanımak istemediğiniz o hakikatleri o vakit tanıyacaksınız. “Elbette senin Rabbin onların arasında kendi verdiği hükmü uygulayacaktır..” (Neml, 27/78). “Ve elbet sen de bu Kur’an’a, her şeyi bilen her hükmünde tam isabet edenin katından nail kılınmaktasın” (Neml, 27/6.) Ve işbu “ ayetlerini size gösterecek ve siz onları tanıyacaksınız..” (Neml, 27/93) ayetleri müminlere hidayet ve tebşir için nazil olduğu başında beyan olunan bu surenin ruhu mesabesinde olan teminat ayetleridir.
Bu surenin nâzil olduğu Mekke’de Peygamber’in ne kadar yalnız, İslam’ın ne kadar garib olduğu düşünülür de öyle bir zamanda böyle bir sure ve bahusus bu kat’î ayetlerle istikbal hakkında verilen va’d u teminatın kuvvet u azameti ve filhakika Hicret-i seniyyeden sonra İslam tarihinin açtığı şevket u saltanatın vüs’at ve ehemmiyeti mülahaza olunursa bu surenin ve bu ayetlerin bu yüksek ihbar ve teminatın ne kadar büyük mucizeleri ihtiva ettiği tebeyyün eder. Ve filhakika bu Kur’an’ın hakim, âlim Allah taalânın ledünnünden telakki olunduğu bütün vüzuhuyle anlaşılır.
Tarihi mütalaa edenler Bedir’den başlayıp Hz. Ömer devrinden Fatih, Yavuz ve Kânunî Süleyman devirlerine kadar Allah taalânın burada buyurduğu üzere ayetlerini nasıl gösterdiğini hiç şüphesiz görür hamd ederler.
Selim ve Süleyman saltanatlarının Davud ve Süleyman saltanatları gibi “Doğrusu, Davud’a ve Süleyman’a da ilim vermiştik. O ikisi, ‘bütün hamd bizi mümin kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah’a mahsustur’ demişlerdi” (Neml, 27/15) şükrânesiyle teselli etmesi de bu suredeki tebşirat netâyicinden olduğunda şüphe yoktur. Şunu da unutmayalım ki Çanakkale, Sakarya, İnönü muzafferiyetleri, İzmir’in istihlası, Avrupalıların İstanbul’dan çıkarılmaları hamd olsun Allah taâlânın zamanımızda gösterip tanıttığı âyât-ı islâmiyyedendir. Bu mücahedelerde Türkiye Müslümanları öyle bir iztırar ve ihlas ile Allah taâlâya iltica ederek çalışmışlardı ki “Allah değilse kimdir düa ettiğinde darda kalanın yardımına yetişecek olan ve sıkıntıyı giderecek olan ve sizi yeryüzünün halifesi yapacak olan?” (Neml, 27/62) mazmunu aynen tecelli etmişti.
Fakat bütün bunların tahakkukundan sonra “ Şu da bir gerçek ki sen asla ölülere duyuramazsın, arkasını dönüp uzaklaşırken her tür davete sağır kesilenlere de duyuramazsın” (Rum, 30/52) buyurulduğu üzere duymak istemeyen kalpsizler sağırlar körler.. İslam’ın artık bütün vaadleri olmuş bitmiş istikbal için vazifesi kalmamış olduğunu iddia ederek Müslümanlığı körletmek, Allah’ı unutup şirk yollarına gitmek istiyorlar. Böyle nankörlükler yapılacağını bildiği için Allah taâlâ da “Rabbın neler yapacağınızdan da gâfil değil” buyuruyor.
Surenin başında da “Bunlar Kur’an’ın yani açık ve açıklayıcı olan ilahi kelâmın ayetleridir. İnananlar için bir rehber ve bir müjdedir. Onlar ki namazı, hakkını vererek kılarlar, zekatı verirler. Ahirete de geçekten inanırlar. Ahirete inanmayanlara gelince biz onlara yapıp ettiklerini süslemişizdir. Bu yüzden onlar saplandıkları kuşku bataklığında debelenip dururlar. Azabın en kötüsüne düçar olacak olan kimseler işte böyleleridir. Onlar evet onlardır en büyük kaybı yaşayacak olanlar” (Neml, 27/2-5)buyurulmuştu. Yani müminlere nâmütenâhi istikbal olan ahret va’d u tebşir buyurulurken ahrete imanı olmayanların kendilerini beğenen körlüklerini ve sonundaki hüsranlarını anlatmıştı. Dâbbatü’l-arz ve nefh-i sûr ayetlerinde de bütün âlemin inkılâb-i küllisi anlatılırken İslam’a vaad olunan ahiretin ebedî tahakkuku tesbit edilmiş “ Kim güzel amellerle huzura gelirse daha hayırlısıyla karşılığını bulacaktır. Üstelik onlar o günün dehşetinden emin olacaklardır. (Neml, 27/89) “ Hem onlar geceyi, bağrında dinlensinler diye (karanlık), gündüzü de (hayatın çift kutuplu yasasını) görsünler diye (aydınlık) kıldığımızı hiç mi düşünmediler” (Neml, 27/86 buyurulduğu üzere İslam’ın da gecesi gündüzü olacak, o da bu inkılâb âleminde gâh gecelerin âğûş-i sükûnunda dinlenecek ve gâh gündüzlerin pertev-i ikbalinde gözlerini açarak Hak taâlânın huzûr-ı izzetinde en yüksek hayatı yaşamak için uyanacaktır.
Bu ayetin işaretine nazaran İslam’ın istikbali gece değil gündüzdür, sönük değil parlaktır. Ara sıra basan gece zulmetleri onu dinlendirip tekrar uyandırmak içindir. Bu mana ma’rûf bir Hadis-i şerif ile şöyle beyan buyurulmuştur:
Bu Hadisteki ‘se yeûdu’ fiilini ekseri kimseler ‘se yusîru’ manasına fil-i nâkıs telakki ederek “İslâm garib olarak başladı (yahut zuhur etti) yine başladığı gibi garib olacak. Ne mutlu gariblere!” diye yalnız inzar suretinde anlamış, bundan ise hep yeis/umutsuzluk teammüm etmiştir. Halbuki Kâmus’ta gösterildiği üzere ‘âde’ fiili dönüp yeniden başlamak manasına da gelir.
Bu Hadiste de böyledir. Yani İslâm garib olarak başladı (veya zuhur etti) ileride yine başladığı gibi garib olarak tekrar başlayacak (yahut yeniden zuhur edecek) ne mutlu o gariblere!” demektir. Hadis’in âhirindeki ‘fe tûbâ’=müjdeler olsun onun. İnzar (umutsuzluk ve korku) için değil, tebşir (müjde)için sevk buyurulduğunu gösterir. Gerçi bunda da dönüp garib olmak inzarı yok değil, lakin sönmeyip yeniden başlaması tebşiri vardır. İşte ‘fe tûbâ li’l-gurebâ’ müjdesi de bunun içindir. Çünkü onlar sâbikûn-i evvelûn gibidirler. Binaenaleyh Hadis te ye’si değil müjdeyi nâtıktır. Ve bu sure-i celile ayetlerinin mazmunlarındandır. Bu nokta-i nazardan anlaşılıyor ki bu Mekkî (Mekke’de vahyedilen) surelerin tertipte böyle bir çok Medenî (Medine’de inen) surelerden sonraya konulması mazmunlarının daha ziyade istikbale ait olduğuna tenbih gibi bir hikmeti tazammun etmektedir.[2]
Müfessirimiz tefsirinin ilk sayfalarına, müsecca nesrimizin harika örneklerini veren bir düa ile başlamıştı. Burada ise Hak Dini Kur’an Dili’nin son sayfasında yer alan düa ile hatm-i kelam edilecektir:
Yâ Rab!
Bana bir hüküm ihsan et
Ve beni salihin zümresine ilhak buyur
Ve sonrakilerde bana bir sadâkat dili zikr-i cemil tahsis eyle
Ve beni naim cennetinin vârislerinden kıl.
Yâ Rabbena!
Bizlere eşlerimizden ve zürriyetlerimizden gözler süruru ihsan buyur
Ve bizleri müttakîlere pişüva kıl
Yâ Rabbena!
Bizlere ve bizden önce iyman ile geçen ıhvanımıza mağfiret buyur
Ve iyman edenlere karşı kalblerimizde bir kin tutturma.
Yâ Rabbena!
Şüphe yok ki sen ra’ûfsun, rahimsin
Yâ Rabbena!
Sanadır hamd evvel ve âhir. Sübhaneke yâ Rab!
Şanın ne büyük!
Burhanın ne yüce!
Fatiha senden hâtime sana
Allahumme salli alâ Muhammed…
[1] Müslim, İman,232.
[2] Dersiâmdan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Matbaai Ebuzziya, İstanbul, 1936, c.5, s.3711- 3714