Düşünce
Gazze, Guernica ve Pablo Picasso
Katıldığı bir sergide Alman bir general Picasso’ya yaklaşır ve sorar:
“Bu tabloyu siz mi yaptınız?”
Picasso da: “Hayır, siz yaptınız.” der.
Bu resmi bu çağ yaptı. Bu çağın soysuz insanları, soysuz kıtaları ve soysuz ülkeleri.
EKLENDİ
-:
Yazar:
Fatih Ertugay1937 ilkbaharında dönemin en modern ve korkutucu Alman ve İtalyan savaş uçakları havalanarak küçük bir Bask kasabası olan Guernica’ya doğru uçmaya başladılar. Gökyüzünde gaddar bir kibirle ve zalim bir hınçla Guernica üzerinde alçalan uçaklar, biraz sonra başlayacak olan dehşetin metal soğukluğunu ve duygusuzluğunu da temsil ediyorlardı.
Gün çoktan başlamıştı. Sabah erkenden kahvaltılar yapılmış, kimisi okula kimisi işe kimisi başka bir yere gitmek için insanlar evlerinden çoktan çıkmıştı. Dahası o gün çevre yerleşim yerlerinden gelen insanların da iştirak ettiği bir Pazar kurulmuştu kasabada.
Günün ilerleyen saatlerinde başlarına neler geleceğinden habersiz olan insanlar günlük işlerini görmeye devam ediyorlardı ve o, meşum an geldi. Telsizle ulaşan emir üzerine havadaki uçaklar kasabaya dönük serbest bombardımana başladılar.
Saat 16.30’da ilk bombalar insanların, hayvanların, binaların, yolların ve ağaçların üstüne düşmeye başladı. Saldırılar Guernica’yı tamamen yok etti. 1654 kişi bu bombardımanda hayatını kaybetti. Uçaklar Franco diktatörlüğüne karşı direnen Cumhuriyetçileri yani teröristleri destekleyen bir kasabayı bombalamıştı. Dolayısıyla bu kasabadaki bütün siviller ve dahası hayvanlar ile bitkiler de teröristti. O nedenle böyle gaddarca öldürülmeyi hak ediyorlardı!
Paris’teki Dünya Fuarı’nda İspanya adına sergilenmek üzere kendisinden bir resim yapması istendiğinde önce bunu reddeden Picasso, daha sonra Guernica’da olanları gazeteden öğrenince bir resimle buraya katılmaya karar vermiştir.
İki ay gibi kısa bir sürede üç buçuk metre yüksekliğinde yaklaşık yedi buçuk metre eninde ve tamamen siyah, beyaz ve griden oluşan devasa bir resmi bu fuara göndermiştir. Kısa sürede o zamana kadar yapılmış en önemli savaş karşıtı sanat eseri olarak ün yapar. Eser Franco ölene kadar İspanya’da sergilenemez ama dünyanın pek çok yerinde sergilenir ve insanlarla buluşur.
Resmin ana teması büyük bir acı ve buna eşlik eden karamsarlık ve ümitsizliktir. Resim baştanbaşa bir acı ve kederle karşılar izleyicisini. Her şeyden önce siyah ve grinin hâkimiyeti resmin gerçek duygusunu yansıtır. Böylesi bir dünyada renklere ve onların temsil ettiği yaşamın canlılığına yer yoktur.
Bu devasa resmin tam ortasında yer alan ve bir mızrakla vurulmuş olan at, yenilgiyi ve düşüşü simgeler. At sadece bir mızrakla vurulmamıştır, aynı zamanda parçalara da ayrılmıştır. Bu parçalanma resmin diğer acı çeken ögeleri için de geçerlidir. Vücut parçaları etrafa saçılmıştır.
Atın hemen üzerinde etrafı aydınlatıyormuş gibi gözüken lamba/ampul ise resmin en ironik simgelerinden birisidir. Zira bunun bir lamba mı yoksa bir bomba mı olduğu belirsizdir. Aslında her ikisi de geçerlidir.
İspanyolca da bombilla hem ampul hem de bomba anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu, bir yandan insanlığın hayatını kolaylaştıran/aydınlatan (!) modern bir buluşa gönderme yaparken, eş anlı olarak da aynı modern teknolojinin insanlık için nasıl bir yıkım ve felaket getireceğine işaret etmektedir.
Resmin en merkezi temalarından birisi olarak bu ampul, Guernica’nın başına gelen ve gökten inen acıyı da sarih ve çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
Resimdeki insanların neredeyse tamamı ise parçalanmış bir vaziyettedir. Yerde yatan asker, kucağında bebeği ile ağlayan anne, en sağ tarafta ateşler içinde feryat eden kadın, resmin ortasındaki iki kişi. Hemen hepsi büyük bir acı, keder ve şaşkınlıkla resimde yer alırlar.
Acının nedeni açıktır. İnsanlar ani ve daha önce hiç görmedikleri, bilmedikleri bir şekilde katledilmişlerdir. Daha önce hiçbir insan şehri bu şekilde yok edilmemiştir. Daha önce hiçbir insan topluluğu nereden geldiğini anlamadığı ve düştüğü yeri, yerle yeksan eden bombalar tarafından öldürülmemiştir.
Erkekler, kadınlar, çocuklar, hayvanlar, ağaçlar, binalar kısacası her şey çok kısa bir süre içerisinde bu şekilde ortadan kaldırılmamıştır. Tarih daha önce böyle bir şeye tanıklık etmemiştir. O yüzden buradaki acı keskin, derin ve açıktır. Fakat bu acıya hayret de eşlik eder.
Resimdeki herkes şaşkındır. Zira ne olduğunu anlamamışlardır. Ölümün nereden geldiğini, niçin onları bulduğunu, bu kadar acıya sebep olan öfkenin ve nefretin kaynağının ne olduğunu kavrayamamaktadırlar. Bir insanın ya da insanların, başka insanlara dönük olarak nasıl böyle bir gaddarlığa ve bunu mümkün kılan bir duyarsızlığa sahip olabileceğini anlayamamaktadırlar.
Resmin en duyarsız, en sakin ve bu açıdan en dikkat çeken figürü ise boğadır. Boğa, ölmüş ve bu nedenle başı yere doğru sarkmış olan bebeğini tutarak canhıraş bir feryatla resme damgasını vuran bir annenin tam üzerinde durmaktadır. Anne büyük bir acıyla kıvranmaktadır. Mızrak gibi sivri dili ile acısını göğe doğru haykırmaktadır. Tıpkı İsa’sı elinden alınan Meryem gibi yakarmaktadır.
O sivri dil, bu yakarışın keskinliğini ve gelip bizleri buluşunu/bulması gerektiğini anlatmaktadır. Ve doğrudan bu acının müsebbibini işaret etmektedir. İşte boğa, tam da bizi yakalaması gereken bir yakarışın üstünde büyük bir duyarsızlık ve kibirle arz-ı endam etmektedir. Zira boğa bu katliamın müsebbibi, buna neden olanların sembolüdür. Karanlık, kötücül ve umursamaz bir varlıktır. Bir nevi insanın en hayvani (belhüm adal) yanının temsilidir. Yüzünde en ufak bir duygu belirtisi yoktur. Dahası sanki tepeden izlediği tüm bu olup bitenden memnundur. Kendinden emin duruşu ile ne yapmış olduğunun farkındadır ve tüm sonucu onaylamaktadır.
Resmin çarpıcı ayrıntılarından birisi de neredeyse tamamen karanlık içerisinde kalmış ve ancak çok dikkatli bir bakışla seçilebilecek olan güvercindir. Güvercin zarafeti, inceliği, güzelliği ve her şeyden önemlisi barışı simgelemektedir. Burada resmin derinlerinde, seçilemeyecek kadar uzakta ve karanlıkta kalması, böylesi bir gaddarlığın insanlık zarafetini, merhameti, inceliği nasıl yok ettiğini ve barışın artık çok uzaklarda kaldığını anlatmaktadır.
Sanatçıyı, insanlığın ve uygarlığın en temel değerlerinin yok edilme tehlikesi ile karşı karşıya kalındığında buna kayıtsız kalamayan kişi olarak tanımlayan Picasso, Guernica Tablosu ile yaşanan olaydaki gaddarlığı, şiddeti, acıyı, duyarsızlığı, ölüm ve çaresizliği ortaya koymak istemiştir. Bu öyle bir dramdır ki vicdan sahibi hiçbir insan bu dram karşısında sessiz kalamaz.
Esasında Picasso, bu resimle ve resimdeki çeşitli temalar ve sembollerle gerek içinde bulunduğu yüzyılın gerekse de bir sonraki yüzyılın insanlarını nasıl bir dünyanın beklediğini göstermiştir. Bir yandan kitlesel imha silahlarını kullanarak acımasızca, gaddarca ve duyarsız bir şekilde düşman ilan ettikleri masum insanları katleden güç sahipleri, diğer yanda ise yine kendi çıkarları, vicdansızlıkları ve ikiyüzlülükleri nedeniyle bunlara sessiz kalan başka güç sahipleri. Sanki Picasso, bu resmiyle bir kehanette bulunmuş ve eli kanlı güç sahiplerini bütün vicdansızlıkları, merhametsizlikleri ve gaddarlıkları ile ifşa etmiştir.
Savaşın doğasını ve anlamını ters yüz eden bu yeni güç sahipleri, sadece kendilerine doğrultulmuş silahlarla ve silahlı kişilerle değil masum insanlarla, bebeklerle, annelerle, yaşlılarla, atlar ve kedilerle, evlerle, hastanelerle, cadde ve sokaklarla, yemiş veren vermeyen tüm ağaç ve bitkilerle savaş halindeler. Bu açıdan bakıldığında Picasso’nun o tarihten sonra defalarca tekrarlanacak olan bir kitlesel kıyımın ilk örneğini mahkûm eden bu resmi, sadece bu ilk örneğe mahsus bir manifesto olarak değerlendirilmemelidir.
Guernica Tablosu, 1937 ilkbaharında Guernica’da katledilenleri anlattığı kadar hemen sonrasında II. Dünya Savaşı boyunca yıkılan şehirleri ve katledilen insanları da anlatmaktadır.
Çok daha önemlisi tüm bunlardan dersler çıkarılarak bir daha böyle yıkımların ve kıyımların yaşanmaması adına oluşturulan uluslararası kurumların, insan hakları belgelerinin ve insan haklarını koruyan yapıların varlığına rağmen yine de yıkılan şehirleri ve kıyılan canları da vurdumduymazlığı, vicdansızlığı ve iğrenç ikiyüzlülüğü de anlatmaktadır. Örneğin bu tablo Hiroşima’dır, Saraybosna’dır, Grozni’dir, Bağdat’tır, Harkov’dur, Halep’tir. Ve bu resmin adı artık Gazze’dir. Ağlayan anneler, boynu yere doğru düşmüş yavrular, parçalanmış insan bedenleri aynıdır. Sadece mekânlar ve o mekânların adları değişmiştir.
O gün, dönemin en caydırıcı askeri gücü olan Naziler karşısında susanlar, bugünün Nazileri karşısında susmaya devam etmektedirler. Onların susması hatta bu gaddarlığı ve barbarlığı onaylamaları, işin özünü ve gerçeğini değiştirmeyecektir. Günümüzün mintorları/insan görünümlü hayvanları tarih ve hakikat önünde, eninde sonunda mahkûm edileceklerdir.
Hep denir ya, “Falanca kişi hayatta olsaydı filanca konuda ne yapardı?” diye. Guernica’da yaşananları görmeyen, oradaki yıkımı ve dramı sadece okudukları üzerinden bilen Pablo Picasso, Gazze’de yaşananları ve halen yaşanıyor olanları bizim gibi kendi gözleriyle görseydi ya da bizim gibi izleseydi, muhtemelen bunun bir gaddarlık olduğunu haykırırdı sözleri ve fiilleriyle. Ezcümle izlemekle kalmazdı. Tıpkı Guernica’da olduğu gibi onu renklerle anlatırdı bütün dünyaya. Çarpardı çağın yüzüne yüzüne bu merhametsizliği ve gaddarlığı.
“Ben savaşın ne olduğunu bilmiyorum” demiş bir keresinde. “Savaşın ve bombaların şehirleri nasıl yıkıp harap ettiğini bilmiyorum.” Ama hepimiz bu gaddar çağda neyin ne olduğunu biliyoruz. Zira her şey gözümüzün önünde oluyor.
Binalar gerçekten yıkılıyor, insanlar gerçekten ölüyor, çocuklar gerçekten acı çekiyor, ölüyor ve ağlıyor. Hiçbiri bir film sahnesi ya da bir simülasyon değil. Bunca yaşanan acıyı bir film gibi izleyenler ve bunlardan yüreklerinde bir ürperti, ruhlarında bir acı hissetmeyenler tam da bu çağın insanları. İzlemekle yetinenler sadece.
“Utan, ey çağ! Soylu insan yetiştirmez oldun” derken haklı değil mi Shakespeare? Ya da bir başkası “Ey çağ tiksiniyorum senden.” derken haksız mı?
Katıldığı bir sergide Alman bir general Picasso’ya yaklaşır ve sorar:
“Bu tabloyu siz mi yaptınız?”
Picasso da: “Hayır, siz yaptınız.” der.
Bu resmi bu çağ yaptı. Bu çağın soysuz insanları, soysuz kıtaları ve soysuz ülkeleri.
Çok Okunanlar
- Dünyanın Renkleri-
Gül/lük ”Kırgızistan’da TDV ile Kurban Günleri (1)”
- Edebiyat-
Evlilikte Mutsuzluğun Nedenleri 2
- Edebiyat-
Gezen Güzel, Oturan Gazel Olurmuş
- Edebiyat-
Benzer İsimli Bilginler -Râzîler-
- Edebiyat-
Yüreği Olan Sözler ve Sözleri Olmayan Yürekler…
- Edebiyat-
Montu Kaptırmam Arkadaş
- Dünyanın Renkleri-
Gül/lük ”Kırgızistan’da Bir Müderris ve İmam Serahsi Camii”
- Edebiyat-
Anne Olmak