Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Gelmektedir Gelecek Olan

İnsan bazen umut dolu duygularla, çoğu kere de karamsar duygularla hayal âleminde dolaşır, tıpkı yolunu şaşırmış biri gibi. Ama bazen de yolumuzun kaybolmasını dileriz, ancak elimizde olmadan kaybolmak ne mümkün? Böyle zor yakaladığımız vakitler vardır yine de. İşte o anlarda hüzünden haz duyarız. Bir muhakemedir, ne bileyim belki de bir muhasebedir zihnimizi saran bu derin duygular. Sessiz ama derinden, kimselerin anlamayacağı dilden dertleşiriz kendimizle.

EKLENDİ

:

Biraz ütopik takılmak, geleceğe ilişkin hayallerimi sizlerle paylaşmak istedim; tabii kişisel olmaktan ziyade toplumsal bir geleceğe dair, ayağı yere basan tasavvurlarımı kastediyorum. Her insan kendi geleceğini inşa eder. İyi veya kötü. Sonuçta olan budur. Zihinsel ya da fiziksel esaret altında olanların böyle bir iddiası olmaz belki. Zaten aklı ve iradesi olmayan insanlar toplum da oluşturamazlar. Kişisel akıl yoksa toplumsal akıl nasıl oluşsun? Bunlar iddialı sözler mi? Sanmıyorum.

Ontolojik olarak var olmak bir iddiası olmayı gerektirir. Bu yüzden tarihte varlık gösteren milletler sayılıdır. İşte yakın geçmişte Roma’yı, Bizans’ı, Osmanlı’yı sayabiliriz. Açıkçası dostlarımı küçük işlerinde en iyi olmaya çağırıyorum, işinin en iyisi, o kadar. Bunda ürperecek bir şey yok. Maça mağlup olmak için çıkılır mı? Kavgaya dayak yemek için çıkmak akıl kârı mıdır? Yarını düşünmeden bugünü kurtarmak mümkün olabilir mi? Günübirlikçiler ya da böyle bir aldatmacaya kendini kaptıranlar ne bugünü kurtarabiliyorlar ne de yarını.

Bugünü olmayanın yarını da olmaz tabii dünü olmadığı gibi. Dün yoksa, bugün yoksa, yarın yoksa, ne var ortada! Fikir yoksa eylem de olmuyor, bir hayat tasavvuru olacak sistemde. Bireyin rolünü anlayabiliyor muyuz? Bireylerin bir işe yaramadığı ortama bakar mısınız? Tam bir kaos… Asıl ürpermemiz gereken bu hâldir. 

Bugünü heba ederek geleceği kurtarabilir miyiz? Bu mümkün mü? “Her gün yeni bir inşa” çalışmasıysa eğer, yanlış işlem yaparak doğru sunucu bulamayacağımız, tarihsel olarak da ortadadır. Üstelik son derece doğru tecrübelerle dolu tarihsel geçmişimiz varken yanlışa düşmek gibi lüksümüz de olmamalı. Kısacası, dünü doğru okumalı, bugünü doğru yazmalı, yarına doğru bakmalı. İsterseniz buna durum-alış güvenliği deyin.

İyilik (birr); kişisel ve toplumsal durum-alış güvenliğinin yeryüzünde inşasının ana stratejisi, kişisel ve toplumsal selamette kalmanın yegâne güvencesi, yani geleceğimizin teminatıdır. Topyekûn insani varoluşun tasavvuru, iyilik (birr) çatısı altında vücut bulur. Dünya algımız bu gözle gerçekleşirse istikametimizi doğru belirlemiş oluruz. Kur’an’dan iyiliğin (birr) tanımını okuduğumuzda, orada soyutlanmış bir ögeye rastlamayız. Bu, çok önemlidir. Ne demek soyutlanmış öge? Kısaca insanla arasına mesafe konulmuş; seküler, nesnel olgulardır. Bizzat iyilik (birr) tanımlanırken soyut olan somutlaştırılmaktadır.

İyilik böyle bir şey işte. Ama yaptığımız iyiliğin kıymetini biz bilmeye kalkışmamalıyız dostlar. Şöyle böbürlenmek ne kadar tehlikeli değil mi? “Yığınla mal harcadım” der. “Kendisini kimse görmüyor” sanır. Böylece yolumuza bir işaret daha koymuş oluyoruz: Erdemlilik Ölçüsü… Demek ki gelecek yolcusu iyilik sahibi ve erdemli olmalı. Bunlar az şeyler değil. Ancak erdemli insanlar fazilet toplumunu kurabilirler.

Şöyle dönüp bir baktım yazdıklarıma, sanki düşler âlemindeyim. Issız ve sessiz bir vadideyim; suların çekildiği dere yatakları, kurumuş ağaç kalıntıları etrafımda seyrettiklerim… İnsan böyle bir varlık işte. Bir ışık alamadı mı, bir yankı gözleyemedi mi yılgınlaşıyor hemen. Oysa karanlığın en derin vadisinde görmüştü ışığı Hz. Musa. Karanlığın büsbütün sardığı bir demde Nur dağından inmişti Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.). Yolda giderken yorulanlar dönüp dönüp geriye bakarlar. Oysa yorulmalı, ter dökmeli menzile varmak için. Yorulmalı ama yılmamalı, ter dökmeli ama tepki vermemeli dostlar. Yoksa bunun adı sabır mı?

Bunu ilk katıldığım yarışta anladım. Kendi kendimi boş yere, bunca zamandan beri kandırdığımı fark ettim. Mesela koşarken terlememeye çalışmak kadar komik ne olabilir? “Ayaklarım acımasın” diye asfaltta koşmamanın acı sonucunu yarışırken gördüm. Daha neler neler… Ne zaman ki, bu işin nasıl yapıldığını araştırmaya başladım, işte o zaman, önüme hiç bilmediğim, tamamen yabancısı olduğum bir yol açıldı. Şimdi adım adım o yolda ilerliyorum; öğrenerek, uygulayarak, zor tabiat şartlarına sabırla direnerek. Artık mesafeleri nasıl tamamlayacağımı değil, ne kadar zamanda tamamlayacağımı hesaplıyorum. Her yarışı başarı için bir fırsat olarak değerlendiriyorum, tıpkı diğer yarışçılar gibi. Devamlılık için sabır ve metaneti elden bırakmamam gerektiği bilincindeyim. Yarışçının kendi özgüveni ve onu motive eden bir şey olmalı. Evet, nedir beni bunca zahmete katlanmaya zorlayan, hayatı cazip kılan?

Allah Resulünün mü’minler için söylediklerine kulak verelim:

“Mü’min, bal arısı gibidir. Hep güzel, temiz, helal şeyler yer ve hep güzel şeyler üretir. Her yere konar ama hiçbir yeri ne kırar ne bozar.

Mü’min, hurma ağacı gibidir. Meyvesi daima yenir, yaprağı hiçbir zaman solmaz.

Mü’min, altın gibidir. Üzerine ne kadar toz, toprak gelirse gelsin ne değişir ne bozulur.

Mü’min, taze ekin gibidir. Rüzgâr onu ne kadar sallarsa sallasın devrilmez.

Mü’min, güzel koku satan aktar gibidir. Beraber otursan da beraber yürüsen de ortaklık yapsan da sana faydası olur.”

Yönü geleceğe dönük olanların her zaman söyleyecek sözleri olmalı. Tıpkı “Bizim görülecek hesabımız var” diyen gibi… O, hesap tutmaya çıkmıştı yola; Kuzey Afrika’yı, Balkanları, Asya’yı dolaştı. Hesabı toparlayıp çekip gitti aramızdan, geriye ne bir haber ne bir selam bıraktı. “Aradık taradık Hindukuşları, tozunu bulamadık” dediler. “Ondan bir eser koyduk Edirnekapı’ya, gelip geçen bu kimdir?” bilsin diye…

Geleceğe doğru yol alırken iyiliği paylaşalım aramızda, yayalım bütün dünyamıza, kötülüğe yer kalmasın dünyada.

İnsan bazen umut dolu duygularla, çoğu kere de karamsar duygularla hayal âleminde dolaşır, tıpkı yolunu şaşırmış biri gibi. Ama bazen de yolumuzun kaybolmasını dileriz, ancak elimizde olmadan kaybolmak ne mümkün? Böyle zor yakaladığımız vakitler vardır yine de. İşte o anlarda hüzünden haz duyarız. Bir muhakemedir, ne bileyim belki de bir muhasebedir zihnimizi saran bu derin duygular. Sessiz ama derinden, kimselerin anlamayacağı dilden dertleşiriz kendimizle.

Hayat denen iniş-çıkışlarla dolu yolu ürpertilerle seyrederiz âdeta. An gelir dudaklarımızda bir gülümseme belirir, ardından acı bir hatıra yakar, kavurur yüreğimizi. Çoğu kere derin bir oh çekerek ayılırız daldığımız bu derin düşüncelerden. İşte o zaman ne kadar yalnız olduğumuzu bir kez daha fark ederiz. Tam bu sırada eğer dönüp kendimize, kalbimizde taşıdıklarımıza bakabilirsek paylaştığımız iyiliklerden başka geriye bir şeyin kalmadığını görürüz. Eğer paylaşım fakiriysek, ne acı! Yok, hayatımız paylaşımlarla doluysa, değmeyin keyfimize dostlar.

Küçük bir değişiklik olsa hayatımızda, hani ne derler… “Küçük bir kıvılcım oluşsa da bana moral verse, hayat enerjim artsa, gözlerimin içi ışısa” deriz. Nedense hep başkalarından bekleriz bunu. Oysa ihtiyaç duyduğumuz şey kendimizde saklıdır, her seferinde kendimiz bunu gerçekleştiririz ama nedense sonra hep unuturuz. Yüreğimizin ışıdığı, ruhumuzun aydınlandığı demler genellikle kısa sürelidir. O kısa zaman içinde kendimizi keşfettiğimizi fark ederiz. Bunun sevincini yaşarız. En sevdiklerimizle bu tespitimizi paylaşmak isteriz. Paylaşırız ama kimi paylaşmalarımız hayal kırıklığı ile sonlanır. Müthiş ilgi gösterilmesini beklerken karşımızdaki bizi küçültür, küçültür de sanki yerde parçalanmış bir çalı parçası gibi değersizleşiriz.

Yüreğimiz yanar, sesimizi çaresiz yükseltemeyiz. İşte o sırada, yüreğimizde taşıdığımız sevdiğimize ait en güzel duyguları seslendiren o ince telin kopup gittiğini hissederiz. Sonra bir zaman gelir, artık kimseyle paylaşmak istemeyiz bu özel anlarımızı. Zira heyecanımız tükenmiştir. Hayata karşı ilgi duymayız pek fazla. Öyle ki sanki dost da yoktur, düşman da… Buna rağmen etraftan “Nasıl gidiyor?” diye sorarlar, “Rutin” deyip, âdeta kestirip atarız.

Ne kadar soğuk ve yalnızlık dolu bir durumdur yaşadığımız.

Kuşluk vaktine, kararıp sakinleştiğinde geceye yemin eden rabbim, elçisini terk etmediği gibi bizi de terk etmeyecek; buna inanıyoruz, her daim bundan güç alıyoruz.

Çok Okunanlar