Rivayet olunur ki; Evliya Çelebi rüyasını ve gezme isteğini babasına anlatır. Babası da kendisine iki vasiyette bulunur. Gittiği yerdeki âlimler hayattaysa dualarını alması şayet vefat etmişlerse kabirlerini ziyaret etmesi ve gördüklerini yazmasıdır. Biz de bu vasiyete uyarak gittiğimiz yerdeki izlenimlerimizi ve hissiyatımızı aktaralım.
Hayatımızı imkânlarından yararlanmak için büyükşehirlerde geçiriyoruz. Belirlenmiş saatlerde uyanıp güne hazırlanıyor, belirlenmiş saatlerde günü geçirerek yine belirlenmiş saatlerde günü tamamlıyoruz. Büyükşehirde kalabalıklar arasında bu mekanik “yaşamaya çalışma” uğraşı, insana maalesef bir yük de getiriyor. Bu yükten kurtulmanın yolu ise koca şehirlerin dışına çıkmaktan, doğa ile iç içe biraz zaman geçirmekten ve yeni yerler keşfetmekten geçiyor.
Anadolu coğrafyası tarihî birikimi ve doğasıyla bize eşsiz nimetler sunuyor. Uzun mesafeler kat etmeye gerek kalmadan güzel bir manzaraya ya da tarihî bir olaya şahitlik etme imkânı tanıyor bizlere. Bir ağacın gölgesinde oturup yaşanan olayları tahayyül etmek, tarihî bir mekânın havasını teneffüs etmek, bir âlimin duasına ortak olmak veya ismini ilk defa duyduğun bir yemeği tatmak dinlenmelerin en güzeli olsa gerek. Hızla akıp geçen zaman böylece yavaşlıyor ve tamamen duruyor.
Bu niyet ve duygularla ilk yolculuğumuz Kastamonu’ya oldu. Osmanlı ve Selçuklu mirasını günümüze taşıyan kadim bir yer burası. Sokaklarında yürürken her köşede bir başka tarih karşılıyor insanı. Şehir merkezinin asıl kimliğini korumak için ciddi bir çaba harcanmış. Yüksek katlı binalar ve lüks yapılar elbette var ama merkezin biraz daha dışında bulunuyor. Eski camiler, hanlar ve medreseler bilinçli şekilde korunmuş. Görülmesi gereken yerlerin hemen hepsi birbirine çok yakın mesafelerde bulunuyor.
İlk durağımız Nasrullah Kadı Camii. Cami merkezli yaşamın en güzel örneklerinden birisi burası. Çevresinde alışveriş yapılan dükkânlar, çay ocakları ve restoranlar var. Havuzlu şadırvanından çıkan su sesi müzik notası gibi geliyor kulağa. Merhum Mehmet Akif’in millî mücadeleye halkın desteğini arttırmak için coşkulu vaazlar verdiği ve İstiklal Marşımızın Meclis’te kabul edilmeden önce okunduğu yer burası. Osmanlı döneminde külliye olarak inşa edilen yapının medrese bölümünün neresi olduğu bilinmiyor. Camiye yakın mesafede bulunan Münire Sultan Medresesi ve Cem Sultan bedesteninin tarihî yapısının muhafaza edilmiş olması sevindirici. Ancak medrese, han, bedesten gibi yerlerin yenileme yapıldıktan sonra yapılış amaçlarına uygun kullanılması gerektiğini düşünenlerdenim. Eğer günümüz şartları imkân vermiyorsa ya da şehirde böylesi bir ihtiyaç bulunmuyorsa kütüphane, müze veya kültür merkezi olarak kullanılması daha iyi oluyor.
Şeyh Şaban-ı Veli külliyesindeyiz. Hakkında çok fazla menkıbe ve rivayet anlatılan Şeyh Efendi Kastamonu’da doğmuş, ilim tahsiliniyse İstanbul’da tamamlamış. Akabinde memleketine dönerek irşad faaliyetlerinde bulunmuş. Halvetiye tarikatının Şabaniye kolunun kurucusudur. Şeyh Efendinin kabrinde dua ettikten sonra tadı ve kokusu zemzeme çok benzeyen ‘asa suyu’ ndan nasibimizi alarak yolculuğumuza devam ediyoruz.
Şehir merkezinden ayrılarak Pınarbaşı ilçesine doğru yol alıyoruz. Niyetimiz ilçedeki Horma Kanyonu ile Ilıca Şelalesini görmek. Aracımızı park edip kanyon içindeki yaklaşık 3 km uzunluğundaki yürüme yollarından yaya olarak devam ediyoruz. Kanyonun dibinden akan suyun yıllar içerisinde yaptığı yarıkları ve küçük havuzları izleyerek yürüyoruz. Doğa ile mücadele etmeden ama günümüz imkânlarından da yararlanarak güzel bir rota oluşturulmuş. Asma köprülerin olduğu bu yol yer yer ürperti veriyor insana. Ama temiz orman havası unutturuyor her şeyi. Yolun sonunda Ilıca Şelalesine ulaşıyoruz.
Tarihi ve doğasıyla çok güzel bir şehir olan Kastamonu burada anlatamadığımız daha nice güzellikleri taşıyor. Şehre girerken bizleri selamlayan orman, ayrılırken de elveda diyor. Ama temelli bir ayrılık değil tabii. Yeniden buluşacağımız bir ayrılış…
Ömer Ali