Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Gül/lük – Açık Kapı Günleri

Almanya’da 3 Ekim günü Müslümanlar ve Almanlar için büyük bir anlam taşıyor.

Almanlar için anlamı, iki Almanya’nın birleşmesi dolayısıyla bu günün bir bayram/şenlik/tatil olarak kutlanmasıdır. Haklı olarak, daha güçlü olmak, daha büyük olmak, baskılar altında ezilen insanlarına sahip çıkarak onları özgürlüğe kavuşturmanın verdiği sevinçli bir gün.

EKLENDİ

:

İstismarcılar

İstismarcılar her zaman tehlikelidir. Bu tehlike hem kendileri hem de istismar ettikleri din, ilke, dava, ırk, bölge, ülke her ne ise ona ciddi zarar verir.

İstismarcılar davasına, idealine bağlı insanlara da zarar verirler.

Kendilerini de bazen komik bazen trajik bir konuma düşürürler pek farkına varmasalar bile.

Dün caminin çay salonunda sohbet ederken bir hacı amca anlattı:

“Bir Ramazan Bayramı sabahı, çalıştığımız fabrikanın ustabaşından namaza gitmek için izin istedik. Bizlere izin verdi. Bu arada iki arkadaş daha izin istedi. Alman ustabaşı, onlara izin vermediği gibi, kızarak şunları söyledi:

“Sen ne bayramından bahsediyorsun? Bir ay boyunca bu arkadaşların yemedi, içmedi, sen ha bire yedin içtin. Ramazan bayramı gelince mi Müslüman olduğunu hatırladın?”

Bir Hıristiyan, biz Müslümanlara çok acı ama hakiki bir ders vermişti. O iki arkadaş; belki kaytarmak, belki vicdanını rahatlatmak, dinle irtibatlarının tamamen kopmadığını en azından kendilerine göstermek isteyen o iki arkadaş, hayatlarının dersini almışlardı.”

Aynı hacı amca anlatmaya devam etti:

“Ömrüm boyunca hiç unutamayacağım bir diğer olay da şudur:

Biz bir fabrikada çalışıyorduk. Hafta sonları ve tatil günleri de tanıdık bir Alman’ın büyük bahçesinde iş olunca çalışıyorduk.

Bahçe sahibi Alman, bir hafta sonu, on kişiyle gelmemi istedi. Ben de on kişi ayarladım ve bahçeye gittik. Ramazan ayı olduğu için hepimiz oruçluyduk, sadece Bolulu bir arkadaş oruç tutmuyordu. İçimizde en güçlü, iriyarı olan ve bizden kat kat fazla çalışan da oydu.

İlk günün akşamı yevmiyelerimizi alırken Alman bana dedi ki:

“Bu arkadaşınızı yarın getirmeyin.”

Ben şaşırdım.

“Niçin efendim?”

“O saygısızın biri…”

“Nasıl efendim?”

“Siz akşama kadar dininizin gereği aç susuz kalıyorsunuz, o ise bu ibadeti yapmadığı gibi size saygı da duymuyor, yemesine içmesine açıktan devam ediyor.

Böyle saygısız birini ben istemem!”

27. 12. 2011/ Stuttgart

 

Açık Kapı Günleri 

Almanya’da 3 Ekim günü Müslümanlar ve Almanlar için büyük bir anlam taşıyor.

Almanlar için anlamı, iki Almanya’nın birleşmesi dolayısıyla bu günün bir bayram/şenlik/tatil olarak kutlanmasıdır. Haklı olarak, daha güçlü olmak, daha büyük olmak, baskılar altında ezilen insanlarına sahip çıkarak onları özgürlüğe kavuşturmanın verdiği sevinçli bir gün.

İslam Toplumu Milli Görüş, Almanlar için bir kavuşma ve mutluluk gününe özel bir anlam daha yüklemek istemiş ve bunda çok büyük başarılar elde etmiştir.

Özellikle bu günde Milli Görüş camilerinin kapısı herkese sonsuza kadar açık. Hanımlar da bu güne katkıda bulunmaktadırlar. Hazırladıkları pasta- börek-kekler- ev yemekleri, elişi sergilerle gelenlere ikramda bulunmaktadırlar. Beyler de İslam’ı tanıtan el ilanları, broşürler, kitapçıklarla gelenlere kültürel-dini bilgilendirme sağlamaya çalışmaktadır.

Bu çalışmayla farklı din mensubu insanlar arasında sağlıklı iletişim ve tebliğin gerçek havası verilmektedir. Gelenlere hem ikramda bulunulmakta hem de İslam hakkında bilgiler sunulmakta ve sıcak bir iletişim kurulmaktadır. Kimse dininden dolayı kompleks içinde değil, kimse dinini pazarlama gayretinde değil, kimse sahte sözlerle birbirini kandırmakla meşgul değil. Sadece, İslam’ı doğru ve kaynaklarından sunma, insanların, özellikle gayrı Müslimlerin, doğrudan Müslümanları tanımalarını sağlama gibi sade ve yerinde bir hedef var.

Bu birliktelikle gayrı müslimler, müslümanları daha yakından tanımakta, onların terörle, cinayetlerle, bağnazlıkla bir ilgilerinin olmadığını, dünyanın en duyarlı, sevecen, merhametli insanlar olduklarını bizzat görmüş oluyorlar.

Allah emekleri boşa harcamasın.

11.07.2004/ Delmenhorst

 

Ödül Töreni

Cuma namazı için camiye gittiğimde, ünlü Adil Hocanın sesi kulaklarımda yankılandı. Hoca Efendi insan tiplerinden, müminlerin vasıflarından bahsediyordu. Cemaatten kimileri uyuklarken kimileri de can kulağıyla dinliyordu.

Ah cemaat. Bu insanlar gerçekten cemaat olmuş mu?

Yoksa cemadat mı? Neyse…

 

Akşamüzeri saat 19 sıralarında kapalı spor salonuna gittim. Salonun yarısı dolmuştu. Resmi giyimli birinin yanına giderek Nizip’ten yarışma dolayısıyla geldiğimi söyleyince ilgilendi. İmam-Hatipten olduğumu da biraz övünerek söyledim. Karşımdaki de okulumdan memnun olacak ki, arkadaşlarına beni tanıtırken İmam-Hatipli olduğumu özellikle vurguladı.

Komiserin beklememi istediği yerde dururken Abdussamed’i gördüm. Kısa hal hatırdan sonra o da yarışmada ikinci olduğunu söylemesin mi? İki İmam-Hatipli, biri ikinci diğeri üçüncü. Ne kadar güzel.

Gaziantep İmam-Hatip’ten olan Abdussamet ile epey muhabbet ettik.

 

Saat dokuz olduğunda komiser gelerek bizi protokolün bulunduğu yere götürdü. Birinci olan kişiyi merak ediyorduk ama ortalıkta görünmüyordu.

Sanatçı Nil B. konserini bitirince sunucu programa başladı. Konsere gençlerin olan ilgisi doğrusu beni çok düşündürüyordu. Aç ve şehvetli bakışlar gelecek adına ürkütücüydü. Yarı çıplak bedenleriyle arzı endam eden kişiler gençler için gerçek birer bombaydı.

 

Ve nihayet bizi heyecanlandıran an gelip çatmıştı.

Birincinin ödülü verildi. İkinci olarak Gaziantep İmam-Hatip Lisesinden Abdüssamed…

Üçüncü olarak Nizip İmam-Hatip Lisesinden ben…

Ne kadar heyecan verici, mutluluk verici bir tablo.

İmam-Hatip ismini tüm salona duyurmak ne kadar sevindirici…

Muzaffer ve Abdüssamedle, salondan çıktık.

11 Nisan 1982/ Gaziantep

 

Yalnızlık

Yalnız olmanın ne denli zor olduğunu kişi, topluluk içinde genelde anlayamaz. Milyonların içinde, evde, kalabalık ortamda, sınıfta da kişi kendini yalnız hissedebilir. Benim diyeceğim öbür yalnızlık, yalnız kalma hali…

Eskiler kimi zaman özellikle yalnız kalmayı tercih ederlermiş. Böylece hem bir durum değerlendirmesi yapar, hem de ibadetlere daha fazla zaman ayırırlarmış.  Yani bilinçli bir tercih, yarara, huzura yönelik bir yalnızlık.

Bu iş bazen bir i’tikâf çerçevesinde olduğu gibi, bazen çilehanede kendini yetiştirme, pişirme çerçevesinde de olurdu.

Şimdi artık doğru dürüst i’tikâfa giren kalmadı, sayısı azaldı o insanların. Çilehane kalmadığı gibi, çile dolduran da kalmadı. Ancak şimdinin müslümanı çile çekiyor.

Dünün insanı nefis ve şeytana karşı mücadele verir, çile doldururken günümüz müslümanı; evinde işyerinde, özel-kamusal alanda çile çekmeye devam ediyor.

Hayatımızdan çilehaneler çıkınca, yaşam bir çileye dönüştü.

 

Ve Resulullah (sav)…

Hira’da günlerce, haftalarca yalnız olan Hz. Muhammed (sav). Ama Allah’la, Cebrail’le olan bir münzevi.

Ve Sevr’de Ebubekir (ra). O da kendini bir an için yalnız hissetmiş, ama Allah (cc) elçisi vasıtasıyla  “Korkma! Allah bizimledir.”  mesajını, müjdesini alarak gidermişti o duygusunu.

Rebeze’de Ebu Zer de yalnızdı. Ama son anında, Rabbi O’na Abdullah b. Mesud’u göndermişti.

Âdem de yalnızdı. Ona insanlığın annesi olacak bir eş verdi Rabbi.

Şehveti doruğa çıkmış, karşısında taptaze bir genç kız dururken de, o, amcaoğlu da yalnızdı.

Medrese odasında sabaha kadar ders çalışan, ama aslında ahirete çalışan genç molla da, köşede uyuklayan kız ile birlikteydi ama yalnızdı.

Daha doğrusu hepsi de biriyle idi. Allah ile birlikteydiler.

Ne mutlu yalnızlığını bu anlamda yaşayana ve giderene…

Bizi yalnız bırakma Allah’ım!.

Yalnız bırakma…

04 07 1999/ Nizip

Çok Okunanlar