Deprem Gül/lük- 1
Zelzele… Türkçe karşılığı deprem8
Müthiş kelime, zelzele… Söylenişinde bile bir sarsıcılık, ürkütücülük, bir heybet, bir azamet var.
Zelzele hepimiz için büyük bir ihtar mesabesinde.
Zihinleri harekete geçiren bir motor.
İdrak tıkanıklıklarını açan bir temizleyici.
Ve pek çok güzellikleri yok eden bir kezzap.
Kalplere dokunan bir merhamet pompası.
İnsanları sarsan, sallayan, yakan, yıkan, yok eden, var eden, kendine getiren, kendinden kaçıran bir mekanizma.
Bireyin dalmış olduğu gafletten uyanmasına en büyük bir etkendir.
Ve bir düşünüş, sorgulayış; kendini, yaşamını, çevresini, hadiseleri, dünyayı, kâinatı…
İnsana, tüm bunları yaşatır. İnsana, tüm bunları hatırlatır. İnsana, tüm bunları öğretir.
…
Üç gün önceki Cuma gününün akşamı, bu duyguları yaşatıyor hâlâ.
Elime Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı adlı kitabını almış, gözlüğümü takmış okurken, gök gürültüsüne benzer bir ses duydum ilkin. Sonra bina, odalar, yatağım sallandı.
İlk defa yaşadığım bu olayda, şaşkındım ve ne yapacağımı bilemiyordum.
Arkadaşlarımın uyarısıyla kendime geldim ve hemen dışarı fırladım.
Anladım ki insan ölüme ne kadar da yakın, ona her an yakalanabilir.
Anladım ki insan çok aciz.
Ve anladım ki insan cahil, nankör, zalim ve de mazlum…
24.10.1983/ Bursa
Zilzal
“İza Zulziletil ardu zilzalehe.”
“Yer o müthiş depremiyle sarsıldığı zaman. Ve yer bağrındaki ağırlıkları çıkardığı zaman. İnsan şaşkın şaşkın ‘Ne oluyor buna?’ dediği zaman. İşte o gün yer, üstünde olan biten her şeyi anlatır.” (Zilzal, 99/1-4)
Ve yer kıyametin küçük provasını yaptı. İnsanları en gafil anında yakaladı.
Uykudaydı çoğu kişi, nice işlerin yorgunluğuyla yataklarındaydı.
Yarına ilişkin nice hesaplarla girmişlerdi yataklarına, döşeklerine.
Nice umutlar ruhları sarsmış, nice hazlar bedenlere dokunmuştu o gece…
Acının ve zevkin doruğuna çıkmıştı kimileri.
Kimileri de yalnızlığın, hüznün zirvesindeydi elbet…
Helaliyle, yavrularıyla beraberken bazıları, bazıları da nefisleriyle yarışıyordu…
Ve gecenin o vaktinde, zifiri karanlığa az kala ellerini semaya, kalbini, ruhunu, bedenini Rabbine açan kullar.
Herkes, hepsi, hepimiz o provayı yaşadık.
Darlıkta ve bollukta O’na sığınan, O’na yönelene ne mutlu!…
18.08.1999/ Nizip
Devlet Nerede?
Deprem özelde Marmara’yı, genelde hepimizi, tüm ülkemizi vurdu.
Acı olayı duyan herkes kendince bir şeyler yapıyor.
Malzeme taşıyanlar, para gönderenler, enkazdan insan kurtarmaya çalışanlar, feryatlara ulaşmaya çalışanlar.
Tüm sivil kurum ve kuruluşlar; İHH, MGV, Mazlum-Der, Akut… orada.
Ama gözler Kızılay’ı arıyor, devleti arıyor.
Yok!
Devlet yetkilileri yok!..
Pardon ama pek çok yerde var, nasıl unuturuz.
Devleti yönetenler var.
Başörtülüleri okuldan atmak için var.
Dindar subayları atmak için var.
Kur’an Kurslarını devre dışı bırakmak için var.
Dini yaşamı kısıtlamak için var.
İmam-Hatiplilere hayatı zindan etmek için var.
Yetmez mi?
Bir depremde de olmasın.
19 Ağustos 1999
Gece Gelen Telefon
Sabah hanımın çalan telefonuyla uyandım.
“Akif, hayırdır oğlum?”
Anlaşılan acil bir durum var. Vakitsiz bir arama bize göre, normal şartlara göre. Çünkü saat sabahın 5’ini gösteriyordu.
Sesini duyuyordum Akif’in:
“Anne deprem oldu. Allah’a şükür biz iyiyiz. Dedemler de iyi. Ama büyük bir deprem oldu. Siz nasılsınız?”
Biz uyuyorduk o saatte. Depremi hissetmemiştik Ankara’da.
“Çok geçmiş olsun, dikkatli olun. Rabbim muhafaza eylesin.”
Dua ve geçmiş olsun temennileriyle kapattık telefonu. Hemen babamı aradım.
“Allah böyle bir şeyi hiç kimseye göstermesin. Rabbim düşmanıma bile göstermesin. Ben ömrü hayatımda böyle bir şey yaşamadım. Ama her şeye rağmen elhamdülillah.”
Seksen yaşındaki babamdı böyle konuşan. O babam ki bize hiçbir sıkıntısını, zorluğunu, olumsuzluğunu eksiğini yansıtmazdı. O da böyle diyorsa durum çok vahim.
İki taraflı birbirimizi teselli ettik, moral verdik, arabada kendilerini nispeten güvende hisseden babam ve kız kardeşim Ayşenur, eniştem Muharrem ve yeğenlere dua ederek telefonu kapattım.
…
Önce kardeşlerim olmak üzere akraba ve dostlarımı teker teker aramaya başladım. Herkeste derin bir korku, panik, hüzün, endişe vardı. Ve çok çok yakın geleceğe, bir dakika, bir saate ilişkin belirsizlik. Bir saat bile çok uzun gelecek ve yaşam adına.
Kimine ulaştım kimine ulaşamadım.
Hemen haberlere baktım. İlk bilgilerde belirsizlik yoğun olmakla birlikte afet işaretleri de görülüyordu. İllerden fotoğraflar geliyordu. Durum ürkütücü, korkutucu ve endişe vericiydi.
Her şeyin sahibine sığınmak, seher vakti ona yönelmek de gerekiyordu.
…
Sabah daireye giderken gelen telefon Bakanlık merkezdeki toplantıya çağırıyordu. Rotayı Kızılay’a çevirdim. Makam bölümüne geçerken Özel Öğretim Genel Müdürü Mustafa Gelen ile karşılaştık. Hüznümüzü paylaştık karşılıklı.
“Bakan bey makamda mı?”
“Saat 08’de Malatya’ya yola çıktı. Ben de birazdan çıkacağım.”
Bakanımız Mahmut Özer, yine hızını göstermişti.
“Peki yolunuz açık olsun. Ben de MEB Kriz Masasına geçiyorum.”
Birbirimizden bakışlarımızı kaçırdık. Gözlerimize damarlardan bir akın başlamıştı. Ayrıldıktan sonra lavaboya geçerek gözyaşlarımla çeşme sularını buluşturdum.
…
Toplantı Bakan Yardımcımız Nazif Yılmaz başkanlığında başladı. Bakan Yardımcımız Sadri Şensoy Afad Kriz Merkezi’ndeydi. Diğer iki bakan yardımcımız Petek Afşar ve Osman Sezgin de çalışmalara başlamışlardı.
Genel müdürlerin, bakanlık müşavirlerinin büyük kısmı gelmişti. Neler yapılması gerektiğini konuştuk. Pek çok kararlar aldık. Merkezde, illerde neler yapılacağını belirledik. İllerle zaten temas çok erken saatlerde kurulmuştu. Ve öğle üzeri 10 ile gitmek üzere planlama yaptık. Her ile bir genel müdür, ikişer daire başkanı, farklı bir ilden il milli eğitim müdürü gidecekti. MEB AKUB (Arama Kurtarma Birimi) ve gönüllü eğitim çalışanları zaten yola çıkmıştı.
6 Şubat 2023/ Bor- Niğde