Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Gül ve Nergis

EKLENDİ

:

Gül evde oturmaktan sıkılmış dışarıya çıkmaya karar vermişti. Annesine kitapçıya kadar gideceğini söyleyip izin istedi. Kitapçıdan öğretmeninin sık sık söz edip övdüğü Şirazi’nin Bostan ve Gülistan adlı eserini alacaktı.

Gül havalı, ciddi ve güzel biriydi. Okulda ve mahalleden birçok seveni vardı. O kimseye bakmaz ama sevildiği için de gizli bir beğenmişlik duygusu içerisindeydi.

Kitapçıda çalışan genç, Gül’ü görünce öylece kalakaldı. Kız o kadar güzeldi ki… Sonradan küçük düşmemek için toparlandı hızlı bir şekilde. Bir ara Gül ile genç göz göze geldiler. Zaman durmuş, mekân yok olmuş gibiydi. Sözcüklerin kifayetsiz kaldığı bir an… Genç kaybolan diğer parçasını bulmuştu ruhunun. Gül kitabı alıp çıkmıştı.

Nergis üniversitede felsefe bölümü öğrencisiydi. Yaz tatilinde bir kitapçıda çalışıyordu. Kitapları çok seven biriydi. Kitaplar onun için vazgeçilmez varlıklardı. Önceleri takmazdı sevgiye dair olayları. Bunun gibi şeyler duyduğu zaman güler geçerdi. Arkadaşları da konuşmazlardı bu tür konuları yanında. O kitaplar içindeydi, kitaplar onun içinde.

O günden sonra bir şeyler hisseti yüreğinde. Yüreği bir şeyler fısıldıyordu: Sanki ‘Gül’e de yer var’ diyordu. Bazen dalıp gidiyordu uzaklara, Gül’e.

Okul açıldığında ‘Gül’e rastlarım’ diye dolaşıp durdu sürekli. Bir gün edebiyat fakültesine ders dinlemeye gittiğinde gözlerine inanamadı. Gül ön sıralara oturmuş dersi dinliyordu.

Ders bitiminde ürkek bir hâlde Gül’e yaklaştı. Merhabadan sonra bir şey diyemedi. Gül konuşmasını bekledi ama boşuna. Gül umursamadan çekip uzaklaştı oradan.

Artık iyi değildi Nergis. Kafasında binbir düşünce, karmaşa ve Gül… Arkadaşları Nergis’teki değişikliği fark etmede gecikmediler. Ama Nergis konuşmuyordu. Üstelik yalnızlığa mahkûm etmişti kendisini. Bir ara içini dökmeyi düşündü bir arkadaşına. Çabuk vazgeçti. Çünkü daha düne kadar böyle şeylere gülüp geçerdi. Komik olacağını zannetti. Belki açılsa rahatlayacaktı. Fakat oralı bile olmadı.

Günler her şeyi erittiği gibi Nergis’i de eritiyordu. Nergis Gül’le konuşmaya karar verdi.

Bir gün fakülteye giderken Gül’ü arkadaşlarıyla dolaşırken gördü. Bir gölge gibi yaklaştı onlara. Gül’e sordu:

– Biraz konuşabilir miyiz?

Nergis yakışıklı ve asil görünüyordu. Sıradan insanlara benzemiyordu. Gül önce kabul etmek istemedi. Sonra ‘Peki’ deyip birlikte yürümeye başladılar.

Nergis duygularından ve kendisinden bahsetti. Gül dinliyordu. Nergis derin ve sempatikti. Gül de bir şeyler hissetti. Bundan sonra Gül ve Nergis görüşmeye başladılar.

Günler geçiyordu. Nergis kendisi değildi sanki. Bir değişim içerisindeydi. Artık Gül’ün düşünce ve duygu boyutunda yaşıyor gibiydi. Onun gibi bakıyor, onun gibi yaklaşıyordu hayata. Ekmekten sudan kesilmiş, benzi sararmış, insanlardan soyutlanmış bir hâldeydi.

Bir ara Nergis’in ismine takmıştı Gül. Nergis de babasının Ovidius’un Narkissos efsanesinden (Narkissos olağanüstü güzellikte mağrur bir gençmiş. Bir gün pınardan su içerken suda aksini görerek kendisine âşık olur. Bu çaresiz aşkla günden güne erimeye başlar. Sonunda kendi görüntüsünü kucaklamak isterken suya düşerek boğulur) etkilenerek bu ismi kendisine verdiğini anlatır.

Nergis, Gül’ü tanıdıkça ona gereğinden fazla değer verdiğini düşünür. Çünkü Gül hislerinde tasavvur ettiği anlayıştan çok geridedir. Yüreği daha güzeli, daha soyluyu ister. Gül bu istekleri karşısında bir ay ışığı kadar sönük kalmaktadır.

Bu hâli Gül de fark etti. ‘Acaba benden mi kaynaklanıyor?’ diyerek davranışlarını sorguladı. Bundan böyle daha dikkatli olması gerektiğini düşündü. Bu düşüncelerini değerlendirirken kendisinin de Nergis’e aşırı derecede bağlandığını görüyordu.

Nergis gittikçe Gül’den uzaklaşıyordu. Ondan uzaklaştıkça kendisine yaklaşıyordu. İçindeki duyguları sevmeye başladı. Duyguları daha kusursuz, daha kemale yakındı. Bir ara Narkissos’un öyküsünü anımsadı, ‘Yoksa ben de mi aynı menkıbeyi yaşayacağım?’ diye. Ama arada ciddi bir fark vardı: O dış güzelliğine, kendisi iç güzelliğine âşık olmuştu.

Duyguları Nergis’e yalnızlığı sevdirdi. Bazen günlerce evden çıkmıyor, yüreğinin sesine kulak veriyordu. Yüreği ona tatlı şeyler fısıldıyordu bir sevgili gibi. O da bir şeyler anlatıyordu yüreğine. Ev arkadaşları onun delirdiğini düşünüyorlardı.

Yüreğiyle olan aşkı da uzun sürmedi Nergis’in (Bazen akıl kılavuz bazen de uyan oluyordu). Duygular hem seven hem sevilen olamazdı. Sevilenin kendi dışından olması gerekiyordu. Ama çevresinde içindeki kusursuz duygulara denk bir güzel bulamadı. Bu hâl Nergis’i uzun bir süre rahatsız etti.

Rahatsızlığına ve arayışına bir kitap derman olmuştu: Muhyiddin Arabi’nin ‘İlahi Aşk’ı’: Var edilen sınırlı, kusurlu, kesintili ve acizdir. Var edilen sönüktür, tekrardan ibarettir. Var edilen muhtaçtır. Mutlak, güçlü, kusursuz, sınırsız, aydın ve zengin olan Var Eden’dir. İnsan kusurluyu sevebilir ama sonra bıkar. Bıkılan varlıklar sonludur ve mükemmel değildir. Kusurlu olan, kusursuza bir basamaktır. Yürek ağırlığa yavaş yavaş alışır.

Bu kitap Nergis’e bir yol göstermişti. Günlerce bu düşünceler Nergis’i teselli etti. Ama sonra yine sıkıntı ve çıkmaz…

Nergis yüreğiyle epey yol almıştı ama ulaşamamıştı gerçek sevgiliye. Bazen sevgilinin ülkesi sınırlarına varıyor fakat bir türlü geçemiyordu diğer tarafa. Sınırda sevgilinin ülkesine ait muazzam güzellikler, görüntüler ve akisler vardı. O hâller Nergis’i mest ediyordu.

Nergis’in çabaları fayda vermedi. Daha önce bu yolda yürüyen kişilerle diyalog kuramadı. ‘Dünyada nasıl gerçek bir âşık olunur ve kalınır?’ konusunu da çözemedi.

Bir sabah arkadaşları, Nergis’i yatağında sağ eli göğsü üzerinde ölü buldular. Nergis sevdiğine kavuşmuştu…

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar