Genel
Hafız Abi: Ramazan Bildirici
EKLENDİ
-:
Yazar:
İbrahim DemirciHafız Abi, Armusunlu Mustafa Hoca’nın oğluydu. Adının Ramazan olduğunu çok sonra öğrendim, soyadının Bildirici olduğunu daha da sonra. Hocaların evi ile bizim ev arasında sanırım üç ev vardı. Bizim evin hayatına1 açılan bir kapı vardı da onlarınkine açılan iki kapı vardı. İkinci kapı çift kanatlıydı ve gerektiğinde hayata bir at arabası girebilirdi.
Hafız Abi, Çimenlik Camiinin imamıydı. İlkokuldan sonra resmî öğrenim gördüğünü sanmıyorum. Öğrendiklerini babasından mı öğrendi, başka hocası / hocaları oldu mu bilmiyorum.
Hafız Abi’den hafızamda kalanları hatırlamaya çalıştığımda ortaya çıkanları sıralamaya çalışacağım:
1. 1960’lı yıllardayız. Genç Hafız Abi, bisikletiyle camiye gidiyor. Bisikletin zinciri mi çıktı ne, durdurup iniyor. Pantolonunun iki paçasının da metal bir mandalla sıkılmış olduğunu fark ediyorum. Paçaları bisikletin zincirine değip yağlanmasın diye böyle bir tedbir aldığı belli. Bunu yapan başkalarını da gördüm sonraları. Ama onların sayısı çok azdı. Ben de yıllarca bisiklete bindim, o tedbire hiç başvurmadım.
2. Hafız Abi, bizim eve gelmiş. Nedense oturma odasında değil de mabeynde2 oturuluyor. Belki mevsim yaz. Hafız Abi için kahve yapılmış. Kahvesini içerken öyle bir höpürdetiyor ki anlatamam. Kahveyi çok beğendiğini mi göstermek istiyor acaba? Sonraları çayı, kahveyi höpürdeterek içen başkalarını da gördüm ama onun gibi höpürdetene rastlamadım.
3. Hafız Abi’nin sesi pek güzel değildi ama Kur’an okurken harflerin mahreçlerine gösterdiği özen, tecvid kaidelerine riayet bazılarına abartılı görünecek kadar olağanüstüydü.
4. Hafız Abi, perşembe günü yatsı namazından sonra cemaate “tecdid-i iman ve’n-nikâh” duasını söyletirdi. Böylece camide teravih ve bayram namazları dışında da cemaatin sesi haftada bir yükselmiş olurdu.
5. Hafız Abi, sabah namazından sonra Haşir suresinin son ayetlerini okurken “Lâ yestevî …” ayetinden başlardı.
6. Hafız Abi’nin sesi, cuma ve bayram namazı hutbelerinde kendi sesi olmaktan çıkar, başka bir tona bürünürdü. Bu durumu çocukken yadırgamıştım ve hep yadırgamaya devam ettim. Vaazlarında kendi olağan sesini kullanan çok az vâiz, hutbelerinde kendi sesiyle seslenen çok az hatip gördüm.
7. Hafız Abi, camideki imamlığı dışında Topraklık Kur’an Kursunda da hocalık ediyordu. İlkokulu bitirdiğim yılın yaz mevsiminde onun talebesi oldum. Besmele’nin “be”sini hak ettiği gibi seslendirmemiz için nasıl titizlendiğini gördüm. “İbrâhîm” kelimesinin güzel he’sini gırtlağımı kasarak “ha” gibi telâffuz ettiğimi işitince nasıl öfkelendiğini unutamıyorum: “Öküz” veya “eşek” gibi bir hakaret kelimesinden sonra: “Ben sana ‘İbrâhıym” mi diyorum?” diye bağırmıştı.
8. Nasr suresinin son ayetinde geçen “ve’stağfirh” kelimesinden sonra durulacak olursa söylenmeyen ü sesinin hakkını vermek üzere dudaklarını büzüştürmesini ve bunu kim bilir kaç kez tekrarlayışını unutmadım.
9. Nâzi’ât suresinin 24. Âyetini okurken ses tonumuzu düşürmek gerektiğini de ondan öğrendim. Çünkü o âyette Firavun’un “Ben sizin en yüce Rabbinizim” sözü naklediliyordu.
10. Bir kış gecesi, faytonunu çukura düşüren bir sarhoşu cezalandırmak için kamçıyla ona vurmaya başlayan ve seksenden önce durmayacak olan ağabeyimi Hafız Abi durdurmuştu.
11. Hafız Abi’nin eşi Makbule Abla, dirayetli, ciddi, muhterem ve muhteşem bir kadındı. Onun bağda bahçede rastladığı yılanları kuyruğundan tutup sallayarak bellerini kırdığı söylenirdi.
12. Hafız Abi, çok güzel gülerdi.
Hafız Abi’ye Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.