Bizimle İletişime Geçin

Edebiyat

Hakikate Dair

Bir zamanlar cuma günleri Valide Handaki Azerilerin Camii’ne gidiyordum. Büyük Valide Han Kapalı Çarşı’nın Mercan tarafına düşüyor. Oralarda bir yerde… İlkin orada duymuştum; “Allah’ım beni bana bırakma” diye. Sahi beni bana bırakırsa ben de nefsime uyar, kim bilir ne herzeler karıştırır ne fenalıklar yaparım? Bana bir hayli iyi gelmişti.

EKLENDİ

:

Dünyanın gidişatına bakıldığında hiç de iyi olmayan şeylerin, hiç de iyi olmayan bir şekilde sürüp gittiğini görmek acıtıyor yüreğimi. Bu dünyanın zindanı da bir tuhaf şekilde tecelli ediyor herhâlde. Kötülüklerini, çekilmezliklerini, apaçık bir görüntü olarak seriyor önümüze. Dayanmak zor. Tabii bunu herkes için söylemiyorum. Biraz yüreği mazlumlardan yana olanlar için bu böyle. Yoksa kaba yürekli, bön suratlı insanlar için önemi olmayabilir bu kadar ilenç yüklü zamanları yaşıyor olmamız.  

Şeyh Sadi’de mi okumuştum, Şirazlı Hafız da mı; güzel, ibret verici bir söz vardı: “Sakın sırrını herkese açma.”  Geçenlerde biri geldi, biraz konuşunca açıldı, konuşmak ihtiyacı duymuş olmalı ki sıkıntılarını koydu ortaya. Susmaktan, derdini kimseye açamamaktan depresyona girmiş. Tedavi görüyorum dedi. Hiç kimseyle dertleşiyor muydun, diye sordum? Yüzüme baktı ve “yok” dedi. “Kendimi işe vermişim meğer içimdekileri bastırmak için.” dedi. Anlaşılan kıyıda durup ayaklarını suya sokmamak olacak şey değil. Gerçekçi de değil.

  “Acı çekmek ruhun fiyakasıdır” der şair. Acı haddizatında insana dair bir şeydir. Acıya tahammül edenler kazanmış olanlardır. Lâkin her şeye rağmen haklı olunan taraflar da var tabii. Bir şeyin içinde olmak, bir şeyin özünde yer almak öyle sanıldığı kadar kolay değil elbet. Leyla’yı Leyla olarak algılamak; anlamak gerekiyor. Yani en azından Leyla’yı apayrı bir anlayışla anlamlandırmak bu insanlık trajedisinin ayrımında olmak önemli… Leyla bir obje olarak zaten gönlün içinde yanmaktadır. Bizatihi kendisi ateştir. Zaten vardır ve o da iştirak etmektedir muhatabının ateşine. Yani açıkçası onlar birlikte yanmaktadırlar. Karşılıksız değildir yangınları. Zira sonunda ikisi de kazançlı çıkmıştır. Mecnun’un aradığım sen değilmişsin” idrakine varması artık nihai bir noktadır ve ateşin ikisini de artık yakıp kavurduğu son andır. Tükeniş anıdır, bitiştir. Çok güzel bir kitap var; İranlı bir yazarın yazdığı. “Züleyha’nın Aşk Derdi” kitabın ismi. Harika bir anlatımı, harika bir yaklaşımı var olaya yazarın. Kur’ân ayetleri ışığında irdeliyor Züleyha’nın aşk derdini. İlahi bir şey bu… Biri talip diğeri ise mütereddit… Allah’ın engellemesi olmasa, az daha meyledecek o da Züleyha’ya. Yani insanlık tarihi bunlarsız tarih olmaz. Bunlarsız ibretler alınmaz.

Bir zamanlar cuma günleri Valide Handaki Azerilerin Camii’ne gidiyordum. Büyük Valide Han Kapalı Çarşının Mercan tarafına düşüyor. Oralarda bir yerde… İlkin orada duymuştum; “Allahım beni bana bırakma” diye. Sahi beni bana bırakırsa ben de nefsime uyar, kim bilir ne herzeler karıştırır ne fenalıklar yaparım? Bana bir hayli iyi gelmişti. Belki de beni kendime getirmişti.

Demek ki bir şey var. Bir kaderi ilahi var. Bir önlenemez bağış. Bir şey bu… Nedir, ne değildir. Hayatın gaddar, acımasız, insafsız tarafında mı duruyorum yoksa. Düşünüyor, fakat bir cevap bulamıyorum. Belki cevabı çok basittir lâkin o cevabı bulmak zordur. Bir deyim okumuştum da hoşuma gitmişti. Şöyleydi o söz: “Arayanlar bulamaz, ancak bulanlar arayanlardır.” Böyle bir şey işte… Aramak, bulamamak. Neyi aramak peki? Neyi bulmak akşamın loşluğunda? Bir muamma gibi kalabalığın içinde, gürültüde… Kalabalığın içinde yapayalnız bulmak kendini… Her şeye rağmen hayatın acımasızlığı karşısında yılmamak önemli elbet insan için. Öyle serapa kendi başına bırakıvermek de olmaz? Hani inceldiği yerden kopsun hesabı da yapılmaz artık bu saatten sonra. Çünkü çok şey görülmüş, çok şey yaşanmıştır artık.

İnsanın kendine ayrılan zamanı yaşaması önemlidir. Kendi hayatına çeki düzen vermek için çaba göstermek de önemlidir. Herkesin hayatı kendinedir zaten… Bir arkadaşla Yahya Efendi dergâhına gitmiştik. Benim bu yakadan o tarafa bakarak zaten sözüm vardı o mübarek zatı ziyaret etmek için. Yahya Efendinin, Abdulhay Hazretlerinin kabirlerini ziyaretten sonra yukarı mezarlığa doğru çıkmıştık. Viran olan mezarlıkta bir etüt yaptım. Çökmüş, yıkılmış mezarların içinde ölüler Kim bilir ne kadar güzeldiler yaşadıklarında ne kadar iyi giyimli ve yakışıklıydılar. Lâkin şimdi hepsi toprak olmuşlar. Ölüleeer, diye bağırdım; merak etmeyin, biz de geleceğiz bir gün…

Yani hayat aşk ile kaimdir.
Aşksız hayat zemheri ayına benzer.

Birisi demiş ki: “Ben hayatı gördüm. İnsanların hakikat dediği şeyi de gördüm. İkisinden de hoşlanmadım.

Sahi hakikat nedir?

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar