7 Ekim sabahının erken saatlerinde Hamas Aksa Tufanı ismini verdiği bir operasyon başlattı. İzzeddin el-Kassam Tugayları İsrail’in yıllardır Gazze’ye uyguladığı ablukayı havadan yarıp geçerek İsrail’in kontrolünde olan topraklarda ilerlediler. 1973 yılında Mısır ve Suriye’nin İsrail’i araya sıkıştırarak başlattıkları Yom Kipur Savaşı’nın 50. yıldönümünde başlatılan bu operasyon, Hamas askeri yetkililerinin aktardığına göre, özel seçilmiş askerler tarafından icra edilmekteydi ve yüksek güvenlik önlemleri içerisinde tasarlanmıştı. Öyle ki, asker kanadından olmayan birtakım Hamas yetkilileri dahi saldırı gerçekleştiği sırada haberdar olmuştu. Zaman zaman medyada da yer aldığı üzere, Hamaslılar arasında İsrail istihbarat birimlerine haber ileten bazı kişilerin bulunuyor olması, bu gizlilik hassasiyetinin sebebini açıklamaktadır.
Hamas askerleri motorlu paraşütlerle havadan beklenmedik bir biçimde İsrail’in kontrolündeki bölgeye indiler. Karada yapılan yakın temas çatışmalarında üstünlüğü elde etmeleri dışında fırlattıkları roketlerle de ciddi tahribat oluşturdular. Bu, İsrail cenahında hem halkta hem güvenlik güçlerinde büyük bir şok etkisine sebep oldu. İnsanlar can derdine düşüp siren sesleri altında sığınaklara koşuştururken güvenlik birimleri de pek varlık gösteremeyip geri çekilmek zorunda kaldı. Hamaslılar karşı koyup çatışmaya girenleri öldürerek içerilere doğru ilerlediler ve teslim olanları ise İsrail hapishanelerinde tutsak tutulan Hamaslılar ile takas olarak kullanmak amacıyla esir aldılar. İsrail saldırının ilk günlerindeki şoku atlatarak savaş durumu ilan edip karşı operasyon başlattı ve Gazze’yi bombalamaya başladı. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Galant ve diğer yetkililer açıklama yaparak doğalgaz, elektrik, gıda vs. her türlü insani ihtiyaçları kısma talimatı verdiler ve bu saldırının intikamını en şiddetli şekilde alacaklarını vurguladılar. Buna binaen, İsrail’in Hamas askerlerinin yanı sıra, benzer saldırılara son verme adına Gazze halkındaki savaş azmini de hedef aldığı söylenebilir.
Pek çok ülkeden ateşkes çağrısı gelmesine rağmen çatışmalar beşinci gününde de devam etmektedir. Ülkemizde ve dünyada uzmanlar Aksa Tufanı operasyonuna dikkat kesilip hakkında farklı yönlerden değerlendirmeler yapmışlardır ve yapmaya devam etmektedirler.
Konunun Gazzeli Müslümanlara bakan yönüyle, Aksa Tufanı operasyonu sonucunun şimdiden kestirilmesi mümkün değilse de, gerçekleşmesi itibariyle ezber bozucu nitelikte olduğu vurgulanmalıdır. Seneler boyunca ablukada yoksunluklar içerisinde ve denetim altında yaşasalar da Kassam Tugayları’nın askeri açıdan kapasitesi düşük ve yeteneksiz bir oluşum olmayıp bilakis nizami askeri eğitimi almış ordu ile çatışabilecek çapta kabiliyete sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum, Hamas’ın itibarını kuvvetlendirmekte ve askeri kapasitesinin dikkat çekici düzeyde olduğunun altını çizmektedir. Uzun süredir İsrail tarafından düzenlenen hava saldırılarında kayıp veren Hamas, bu operasyonla edilgen konumdan çıkarak şartları tersine döndürmeyi başarmış, hem kendi tabanında hem Batı Şeria’daki Filistinliler nezdinde rağbet kazanmış, desteklendiği takdirde başarılı operasyonlar yapma kabiliyetine sahip olduğunu ortaya koymuştur. Öte yandan, saldırının ilk günü medyaya servis edilen korkutucu fotoğrafların sonradan verilmemesi, Hamas’ın stratejik üst akılla hareket ettiğine de yorumlanabilir. İlk gün kadınlar, çocuklar gibi silahlı çatışmaya girmeyenlerin esir alınma görüntüleri, çatışanların öldürülme görüntüleri, nitekim tek ve toplu maktullerin resimleri medyada yer bulmuş ve böylece İsrail cenahına korkutucu mesaj verilmeye çalışılmıştır. Fakat sonraki günlerde bu gibi fotoğrafların verilmemesi, Hamas’ın dünya kamuoyunda cani, terörist imajı yerine adaletli özgürlük savaşçısı imajını vermeği önemsediğinden haber vermektedir. Ayrıca, sonradan İsrail ve Batı medyasında ortaya çıkan bazı bilgiler, Kassam tugayları arasında İslam savaş hukukuna uygun davranma hassasiyetinin gözetildiği hakkında da fikir vermektedir.
Konunun İsrail’e bakan yönünde net tespitlerle spekülasyonlar iç içe geçmiş durumdadır. Uzmanlardan bazıları konuyu İsrail’in çıkarına yorumlarken bazıları da bunun tam tersi görüşü ileri sürmüşlerdir. İsrail’in kazançlı çıktığını savunanlar, bu operasyonun etkisiyle birkaç aydır yargı reformuna protestolar dolayısıyla ülkenin içerisinde bulunduğu sosyal krizin sona erdiğini, Müslüman Arap düşmanlığının İsrail’deki toplumsal kutuplaşmayı bitirdiğini, tabir caizse parçalanmanın eşiğinde olan toplumun bir anda güvenlik refleksiyle iç çatışmayı bir tarafa bırakıp tek yumruk olarak kenetlendiğini ileri sürmüşlerdir. Bu yaklaşımda olanlar zımnen de olsa İsrail yönetiminin bu saldırıları desteklediği, hatta bazıları daha ileri giderek gerçekleşmesinde bizzat istekli oldukları savını seslendirmişlerdir. Bu yaklaşım bir yerde İsrail merkezli okuma biçimi olup Hamas’ın askeri kabiliyetini küçümsemekte ve İsrail’in kontrolü dışında böyle bir operasyonun yapılabilir olmasını makul görmemektedir. Buna karşın, geleneksel medyada ve sosyal medyada şiddetli eleştirilerin dile getirilmesiyle İsrail’de bu olayların ciddi öfke doğurduğu da gözlemlenmektedir. “Aslan” gibi güçlü bir ülke teslim alan Netanyahu’nun yönetimi boyunca ülkeyi “kedi” gibi edilgen hale getirdiği, kurumlara yaptığı atamalarda ehliyetsiz ve liyakatsiz ama kendisine bağlı insanları tercih ettiği, bu yüzden bir an bile başbakanlık koltuğunda oturmayıp istifa etmesi gerektiği talep edilmiştir. Toplumun muhalif kesimindeki öfkenin ne ölçüde haklı olup olmadığı bir yana, Aksa Tufanı operasyonunun gerçekleşmesinin, başlı başına, İsrail’in ve başbakan Netanyahu’nun imajını ciddi ölçüde zedelediği aşikârdır. İsrail, sadece bölgede değil küresel çapta başarılı operasyonlar yapabilen maharetli istihbarat aygıtına sahip olduğu, ordunun yüksek düzey askeri donanımla teçhiz edildiği, düzenli eğitimlerle belli yaş aralığındaki sivillerin de askeri kabiliyetlerinin yüksek tutulduğu vs. gibi kudretli bir ülke imajına sahipti. Oysaki bu imaj, operasyondan önceden haberdar olup önlemeği gerektirmesinin yanı sıra daha ilk andan itibaren saldırıları durduramadığı ve 1.000’in üzerinde kayıp verdiği gerçeği ile bağdaşmamaktadır. Sıcak savaş ortamında bu görüşler pek taraftar toplamasa da, görünen o ki savaş bitince İsrail toplumunu daha çok meşgul edecektir. Öte yandan, İsrail’in işine geldiği kesin olan husus, Gazze’ye uyguladığı ablukanın kendisi açısından haklı mazeret ve meşruiyet kazanmasıdır. Görünen tablo, abluka ve sıkı denetim altındayken bu denli operasyon mühimmatını edinen Hamas’ın, serbest kaldığı takdirde ciddi güvenlik riski oluşturacağı yönündedir ve İsrail bu argümanı kullanarak uyguladığı şiddeti haklı gösterecektir. Hal böyleyken, operasyonun bu sonucunun Hamas tarafından hesaba katılmaması düşünülemez. Saldırının İran tarafından tasarlandığı iddiasından sarfı nazar etmekle, görünen o ki İsrail’in uzun yıllardır sürdürdüğü asimetrik baskıdan bıkan Hamas, önünde bir seçeneğinin kalmadığını düşünmektedir ve sorunun diplomatik yolla çözümünden artık umudunu kesmiştir.
Sürecin bundan sonraki seyri mevcut durumu aydınlatacaktır. Hamas’ın bu operasyona başlarken kısa ve uzun vadeli planlara sahip olup olmadığı, dolayısıyla bu operasyonun ani refleksle ve dışarıdan siparişle girilmiş bir saldırı mı yoksa başı ve sonu hesaplanmış bir projenin ilk merhalesi mi olduğu ortaya çıkacaktır. Ayrıca, bununla bağlı olarak, güçlü İslam ülkelerinin liderlerinin konuyla ilgili benimseyeceği tutum ve pozisyonları sürecin bundan sonraki seyrini okuma bakımından operasyonun gizli kalan yönlerinin anlaşılmasına katkıda bulunacaktır.