Bizimle İletişime Geçin

Şahsiyet

Hayatıma Yön Verenler: İsmail Kıllıoğlu

Lise son sınıfta belirlediğim hedeflere biraz farklılıkla ulaşmış oldum. Üniversite sınavlarını kazandım, İstanbul’da okudum, hukukçu (filozof değil) oldum. Yine hukuk alanında akademik çalışmalar yapma imkânı buldum. Bu gün hukuk alanında belli bir yere gelmiş isem, bunda en büyük pay İsmail Hocaya, onun hayatıma dokunuşundadır.

EKLENDİ

:

 

Geçmişe doğru hayatımızı gözden geçirdiğimizde, sevk-i ilâhî ile muhtelif duraklara uğradığımızı, bu duraklarda hayatımızın istikâmetine bazen olumlu bazen olumsuz etki eden şahsiyetlerle karşılaştığımızı görürüz. Şayet karşılaştığımız bu şahsiyetlerin etkisi normalden fazla ise, onların isimleri kolay kolay hâfızamızdan silinmez. Olumsuz etkilerde bulunanları hatırladıkça kekremsi bir duygu dolanır içimizde. Buna mukabil hayatımızın istikâmetine olumlu katkılarda bulunanları hatırladığımızda ise bir sürur halesi dalga dalga tüm benliğimizi kaplar. O kişiye olan minnettarlığımızı ifade edecek kelimeler bulmakta zorlanırız. Bu yazıda benim hayatımın istikâmetini önemli derecede değiştiren bir kişiden bahsetmek istiyorum. Belki de benim hayatıma dokunduğunun farkında bile değildir. Zîra başkalarının hayatına dokunuşu içten, samîmî ve kişiliğinin tabii bir tezâhürü olarak gerçekleşmekteydi. Bu girizgâhı sözü Dr. İsmail KILLIOĞLU hocama getirmek için yaptım. Bu yazıyla ona olan minnettarlığımı ve vefa borcumu bir nebze olsun îfa etmiş olacağım.

***

Kendisini hep minnetle andığım Dr. İsmail KILLIOĞLU hocamın, hayatıma nasıl yön verdiğinin anlaşılması, hayatımın o kesitiyle ilgili biraz bilgi vermemle imkân dâhilinde olacaktır diye düşünüyorum. Bu sebeple biraz geçmişe dalıp, o günlere gitmemiz gerekecek.

Hayat hikâyem, Samsun ili Vezirköprü ilçesine bağlı yaklaşık yirmi beş kilometre uzaklıktaki, bu günkü adıyla “Öz yörük” köyünde, on kardeş içinde dördüncü çocuk olarak 1968 (veya 1967) bir kış günü Ramazan ayında dünyaya gelmişim. İsmim de Ramazan ayında dünyaya gelişimden dolayıdır. İlkokulu 4.sınıfın yarısına kadar köyümüzde; geriye kalanı da Kütahya-Gediz ilçesinin İlcikören isimli köyünde tamamladım. Orta birinci sınıfı 1982-1983 eğitim-öğretim döneminde Vezirköprü İmam Hatip Lisesi’nde okudum. Girdiğim parasız yatılılık sınavı sonucunda diğer arkadaşlarımla birlikte bizi Boyabat İmam Hatip Lisesi’ne gönderdiler.  Orta öğretimimin kalan kısmını ve lise öğretimimin tamamını Boyabat’ta parasız yatılı, eskilerin deyimiyle “leyl-i meccânî” olarak tamamladım.

Köydeki tahsilim sırasında, sâdece ders kitaplarını okuma imkânım vardı. Ancak Kütahya-Gediz ilçesinin İlcikören köyünün ilkokulunun mütevazi bir kütüphanesi vardı. Kemalettin Tuğcu’nun hikâyelerinden önemli bir kısmını orada okumuştum. Boyabat İmam Hatip Lisesi’nin de hatırı sayılır bir kütüphanesi vardı. O zamanlar okullarda, spor kolu, gezi kolu, kütüphane kolu gibi çalışmalar yapılırdı. Ben her sene kütüphane kolunu tercih ederdim. Bu vesileyle kütüphanede yer alan yerli ve yabancı eserleri okumaya çalışırdım. Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri, Ömer Seyfettin, Mehmet Rauf gibi yazarların eserleri yanında, Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev, Gorki, Çehov, Balzac, Victor Hugo, Albert Camus gibi yabancı yazarların eserlerini de okuyordum. Böylece edebiyat, şiir ve felsefe benim düşünce dünyamda derinlikli bir yer etmeye başladı. Özellikle felsefeye ve sosyoloji okumak bende neredeyse takıntı haline gelmişti. Bunda belki de o dönemde felsefe-sosyoloji dersimize giren Düzgün IRMAK isimli hocamızın de etkisi vardı. Fikrî dünyamız farklı da olsa iyi bir öğretmendi. İşini severek ve sevdirerek yapıyordu.

Lise son sınıfa geldiğimde kendime üç hedef belirlemiştim. Birincisi felsefe alanında yüksek tahsil yapmak, ikincisi yüksek tahsilimi mutlaka İstanbul’da gerçekleştirmek ve üçüncüsü de bu alanda akademik çalışma yapmak yani üniversiteye intisap etmek. Buna bir dördüncüsünü de eklemeliyim. O da, felsefe olmazsa sosyoloji yüksek tahsilimi Boğaziçi Üniversitesinde yapmak. İstanbul, felsefe ve Boğaziçi üçlemesi bende neredeyse bir takıntı haline gelmişti.

Üniversite giriş sınavlarına girdiğim 1988 yılında Yükseköğretim Kurulu bir karar alarak, başta felsefe, sosyoloji, edebiyat ve hukuk gibi alanlar olmak üzere bazı bölümlere sadece “sözel” puanı ile giriş imkânı getirmişti. Anadolu çocuklarının çoğu gibi benim de matematiğim zayıf olduğundan YÖK’ün kararı beni hayli sevindirmişti. Zira sözel alanda daha iyi idim. Söz konusu karar doğrultusunda üniversiteye giriş sınavında hiç matematik sorusu çözmedim.

İstanbul’u görme tutkum o dereceye varmıştı ki, ikinci sınavda, sınav yeri olarak İstanbul’u işaretledim. Samsun’da sınav yapılırken o imkânsızlıklar içinde İstanbul’u tercih etmemin gayet basit bir sebebi vardı. Üniversite sınavında başarılı olamazsam, hayatımda İstanbul’u görme ihtimalim belki de hiç olmayacak. Sınav bahanesiyle Pâyitaht’ı dünya gözüyle görmek…

O tarihlerde önce tercih yapıp sonra sınava girilirdi. İstanbul’da Fatih Camii külliyesinde Fetih Yurdu isimli bir özel yurt vardı. Sınavdan bir gün önce, aynı liseden benden bir sene önce mezun olan ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne başlayan ve lisedeki (ve hâlen) en samimi arkadaşım olan Servet DOĞAN ile tercihleri yapmaya başladık. Birinci sınav ile ikinci sınav arasında, Ankara’da 20 günlük bir hızlandırılmış kursa gitmiştik. Bu süre zarfında Mülkiye’de okuyan öğrencilerin yanında kaldık. Onların ısrarı (hak konusunu ortaya koyarak) neticesinde biraz da kazanma şansımın pek olmadığını düşünerek birinci tercihimi Mülkiye olarak yaptım. İkinci tercihim Boğaziçi Felsefe, üçüncü tercihim Boğaziçi Sosyoloji. Servet bir tane olsun hukuk yazalım dedi. O ana kadar hukuk konusunu hiç düşünmemiştim. İstanbul’da hangi hukuk fakülteleri var soruma İstanbul ve Marmara cevabını verince Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kerhen işaretledik. Beşinci, altıncı ve diğerleri yine İstanbul Üniversitesi felsefe, sosyoloji ve diğerleri… Ama hepsi İstanbul’da… Sınav günü akşamüzeri sorular Gazetelerin ortak yayınında yayınlandı. Fatih Camii avlusunda yaptığımız hesapla Boğaziçi felsefe veya sosyolojiye giriyorum ya da kıl payı kaçırıyorum. Sonuç açıklandığında ikinci ihtimal gerçekleşti ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kayıt hakkı kazandım.

İstemeyerek de olsa Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. En azında iki hedefimi gerçekleştiriyordum. Üniversiteyi kazanmıştım ve İstanbul’da okuyacaktım. Ancak aklım hâlâ felsefede idi. Hukuk fakültesinde hiç düşünmeden ve tesadüfen girmiş olduğumdan, hukuku hiç sevemedim. Bu yüzden de ders çalışmak içimden gelmiyor. Bu arada yeniden üniversite sınavlarına hazırlanıyorum. Hedef Boğaziçi felsefeyi kazanmak. Ancak daha önce bir fakülteye yerleşmiş olduğumdan öneli derecede puanım kesilecek olması da beni kara kara düşündürüyor. Birinci dönem bittiğinde, birinci ara sınavlardan aldığım en yüksek not yüz üzerinden yirmi beş…

İşte hayatımın bu noktasında İsmail KILLIOĞLU hocam devreye giriyor. Liseden hocam olan ve daha önce bir yazıda kendisinden bahsettiğim İbrahim ÖZGÜL hocam bizi Müjdat ULUÇAM abi ile tanıştırmıştı. Birinci dönemin sonlarına doğru Müjdat abi bizi Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde hoca olan İsmail KILIIOĞLU ile tanıştırdı. Böylece Hocanın fakültedeki odasındaki sohbet halkasına (rahley-i tedrisine mi demeliydim) katılma şerefine nail oldum.

Hocanın sohbetleri Çarşamba günü öğle sonrası Fakültedeki odasında gerçekleşiyordu. Hukuktan biz iki veya üç arkadaş, sayıları her hafta farklı olmakla beraber 4-5 kişi de İlahiyat fakültesinden olurdu. Bu sohbetlerde, felsefe, edebiyat, hukuk, tarih gibi konular tartışılırdı. Bazen okumak üzere kitaplar tavsiye eder, sonraki hafta o kitap üzerinde sohbeti koyulaştırırdık. Mesela ben Aristoteles’in Poetikasını ve Necip Fazıl’ın Poetikasını ilk defa bu vesileyle okumuş oldum. Yine bu dönemde hukuk öğrencileri tarafından çıkarılan “Teklif” isimli dergi adına “Yaşayan hukukçular” köşesi için Hocayla söyleşi yaptım. Bu vesileyle Hocam beni dâr-ı sadetlerinde ağırlamıştı.  Bu sohbetlerimiz Fakülteden mezun oluncaya kadar devam etti. O kadar ki, İlahiyat Fakültesinde okuyan arkadaşlar beni de orada öğrenci sanıyorlardı ve elimde gördükleri kalın hukuk kitaplarına bakarak bunları nasıl okuduğumu sordukları olurdu. Burada İsmail hoca hakkında kısa bilgi aktarmam elzem diye düşünüyorum.

İsmail Hoca Kahramanmaraş doğumludur. O dönemde imam-hatip okulu mezunları üniversiteye alınmadığı için, lise fark derslerini vererek Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girerek mezun olmuştur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Hukuk Felsefesi doktorası (doktora tez konusu “Ahlak-Hukuk İlişkisi”) yapmış ve İlahiyat Fakültesinde felsefe dersleri vermektedir. Edebiyatla ilgilenmektedir. O dönemde yayınlanan Mavera dergisinin danışma kurulunda yer almaktadır. İlim ve Sanat dergisinde yazıları çıkmaktadır. Kadın ve Aile dergisinde edebiyat, hikâye ve şiir konularında yazılar yazmakta ve değerlendirmeler yapmakta, genç yazarlara yol göstermektedir.

Hocanın edebiyatla ilgisi daha lise yıllarında başlamıştır. “Tahım” isimli ilk öyküsü liseli yıllarında Osman SARI ile birlikte çıkardıkları Gonca (1965-67) adlı sanat ve edebiyat dergisinde yayımlanır. Sonraki yıllarda edebî yazılarına devam etmiştir. Bu bağlamda Yeni DevirMilli GazeteZaman, Yeni ŞafakSağduyu gazeteleri ile  İlim ve SanatDiriliş, EdebiyatMaveraYönelişlerİslamKadın ve AileMerdiven dergilerinde denemeleri ve öyküleri yayınlanmıştır. Öte yandan KelamMavera, İlim ve Sanat ve BFT (Bilim, Felsefe, Tarih) dergilerinde yöneticilik yapmıştır. Yazı ve öykülerinde Mustafa Yakup ve İsmail Karaosmanoğlu imzalarını da kullanmıştır. Ateş Yalımı Üstünde Bir Toplantı adlı kitabından alınan “Kesit” adlı öyküsü, Ö. F. Yılmaz tarafından sinemaya uyarlanmış ve 1978’de TRT’de gösterilmiştir. Yukarıdaki dergilerde çok sayıda “deneme” türünde yazıları yayınlanan Hoca, daha ziyade öykü yazarlığı ile tanınmaktadır.  Öykülerini Ateş Yalımı Üstünde Bir Toplantı (1974), Hayata Uyanış (1984), Gül ve Ateş (1993) ve Aşkın İzi (1999) adlı dört kitapta toplamıştır.

Burada Hoca’nın nezaketi, misafirperverliği, diğergamlığı, hoşsohbeti, derin bilgi birikimi konusunda bir şeyler söylemeyi gereksiz buluyorum.

İşte Fakülte birinci sınıfın dönem tatilinde bu usta ile tanışma şerefine nail oldum. Hoca benim zihnimdeki aydın tipine tam uyuyordu. Öncelikle benim fikir ve inanç dünyama ait biriydi. Ben hukuk öğrencisiydim; Hoca hukuk mezunu idi. Ben felsefe okumayı hedefliyordum; Hoca felsefede doktora yapmış, fakültede felsefe dersleri okutuyordu. Ben edebiyat okumaları yapmaya çalışıyordum; Hoca’nın bu alanda denemeleri ve hikâyeleri yayınlanmıştı. Benim aklımdan geçenlerin hemen hepsi Hocada bir araya gelmişti.

İstemeyerek hukuk okuyor olmak ile felsefe mektebine girme arasında sıkışmış bir durumda iken konuyu İsmail Hoca’ya açtım. Hoca bana, hiç unutmadığım şu tarihî sözleri söyledi: “Sen ne yapıyorsun? Bu ülkede senin yerinde olmak isteyen yüzbinlerce genç var. Mektebine gitmeden filozof olunabilir. Filozofların çoğu da felsefe mektebinde okumuş değildir. Ancak mektebine gitmeden hukukçu olunamaz. Senin felsefe okumanın önünde ne engel var. Felsefe okumaya devam. Ama hukuk fakültesinden ayrılmayı aklından çıkar. Felsefe okumalarına devam edersen bu senin iyi bir hukukçu olmanı da sağlayacaktır…”.

Hocanın yanından ayrıldıktan sonra bu sözler üzerinde uzun uzun düşündüm. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, Hoca benim zihnimdeki aydın tipine tamamıyla uyuyordu. Sonunda şu karara vardım. Ben hukukçu olmalıyım, felsefe ve edebiyat okumalarıma da devam ederek iyi bir hukukçu olacağımı da Hoca söyledi. Dönem tatilinden fakülteye hukukçu olma kararıyla döndüm. Bu kararla derslere girdim ve birinci sınıfı bütünlemeye hiç ders bırakmadan tamamladım. Hukuk fakültesinden mezun olmanın kabinde üniversiteye intisap etmek ve hukuk alanında akademik çalımalar yapmak da nasip oldu.

Burada Hoca’nın yaşanmışlıklardan ve okuduklarından süzerek bize aktardığı bazı tavsiyelerinden de kısaca bahsetmek istiyorum. Zira bu tavsiyelerinin birçoğunu hayat düsturu haline getirdim. Mesela, ideolojik öğrenci hareketlerinden uzak durmamızı söylerdi. Bunu söylerken de şu gerekçelere dayanıyordu. “Sizin göreviniz okumak, okuduğunuz alanda en iyisi olmaya çalışmaktır. Öğrenci önce öğrencidir ve öğrenmeyi hedeflemelidir. Bir kişi, kendi alanında en iyisi olmaya gayret ederse vatanına, milletine en iyi hizmeti yapmış olur. İdeolojik eylemler sizi bu yoldan alıkoyar”. Bu sözleri benim hayat düsturlarımdan biri oldu. Öğrencilik yıllarımda ideolojik eylemlere hemen hiç iştirak etmedim. İmkânım ölçüsünde, hukuk yanında felsefe, sosyoloji, tarih, edebiyat, İslami bilimler alanında okumalar yapmaya, yabancı dil (Arapça, Fransızca) öğrenmeye gayret ettim. Bugün geriye doğru baktığımda, İsmail Hoca’yı karşıma çıkardığı için Rabbime şükrediyorum, Hocaya da minnettarlığımı ifade ediyorum.

Lise son sınıfta belirlediğim hedeflere biraz farklılıkla ulaşmış oldum. Üniversite sınavlarını kazandım, İstanbul’da okudum, hukukçu (filozof değil) oldum. Yine hukuk alanında akademik çalışmalar yapma imkânı buldum. Bu gün hukuk alanında belli bir yere gelmiş isem, bunda en büyük pay İsmail Hocaya, onun hayatıma dokunuşundadır.

Burada kaleme aldığım birkaç satırla, değerli Hocama olan minnettarlığımı bir nebze olsun ifade edebilmişsem kendimi bahtiyar hissedeceğim. Değerli İsmail KILLIOĞLU hocama saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar