Klasik Türk Sanatları Vakfı’nın linkinden alınmıştır: https://www.ktsv.com.tr/sanat/1-hat
Kaynaklarda genellikle “cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendese” olarak tarif edilen hat sanatının İbn Mukle (ö. 328/940) İbnü’l-Bevvâb (ö. 413/1022), Yâkût el-Musta’sımî (ö. 698/1299), Şeyh Hamdullah (ö. 926/1520), Ahmed Şemseddin Karahisarî (ö. 963/1556) Mustafa Rakım (ö. 1241/1826), Yesârîzâde Mustafa İzzet (ö. 1849) ve Kazasker Mustafa İzzet (ö. 1876) gibi unutulmaz dehaları vardır. Tarihte yaşamış ve her ikisi de Hâfız Osman olarak meşhur olmuş iki kalem güzeli de hat sanatının unutulmaz isimleri arasındadırlar. Bunlardan biri hat sanatında çığır açmış olan Büyük Hâfız Osman diğeri ise mushaf sayfasının bir ayetle başlayıp bir ayetle bitmesini esas alan âyetberkenar sayfa tertibinin mucidi Kayışzâde Hâfız Osman’dır.
Hattatlarımızın hayatlarına geçmeden önce, bilindiği üzere, “hafız”, Kur’ân’ı baştan sona ezberleyen kişiye denmektedir. Hafızın anlamı hakkında Alman şair Johann Wolfgang von Goethe (ö. 1832), Hâfız-ı Şîrâzî’ye (ö. 792/1390) yönelttiği soruya yine kendisi şöyle cevap vermektedir:
Şair: Muhammed Şemseddin, söyle
Senin halkın sana neden, ulvi
Hafız adını verdi
Hâfız: Saygıyla
Soruna cevap veriyorum
Çünkü bahtiyarım hafızadan yana
Adadım kendimi tümden Kur’an’a
Hiç değiştirmeden aldım onu hafızama.
Mu’tekid (inançlı) olduğumdan
Fena gönüllerin kötülükleri bulaşmadı
Ne bana ne de Peygamberin sözlerine
Ve onların esasına layık olduğu veçhile
Hürmet ve riayet edenlere
İşte bunun için hafız dediler bana.
Bir taraftan durmadan okunan diğer taraftan mütemadiyen yazılan bir kitap olan Kur’ân, dünyanın dört bir yanında ses olarak yankılanmaya ve en güzel kalemlerle yazılmaya devam etmektedir. Kur’ân’ın Mekke’de indiği, Mısır’da okunduğu ve İstanbul’da yazıldığı sözü son derece meşhurdur. Ayrıca, İstanbul’da sadece Kur’ân-ı Kerîm değil, farklı ilim dallarında benzeri bulunmaz kitapların da yazıldığını belirtmekte fayda vardır. İstanbul kütüphaneleri, nadide el yazma mushaflar yanında nadir binlerce el yazma esere mihmandarlık yapmaktadır. İstanbul’daki el yazma kitapları görünce, insanın aklına ister istemez acaba “İstanbul’da olmayan bir el yazması eser var mıdır?” diye bir soru geliyor.
Hâfız Osman diye tanınan iki hat ustasının kaleminden çıkan el yazma mushaflar, bir insan ömrünün el verdiği oranda sınırlı olsa da Hâfız Osman hattıyla yüz binlerce mushafın basımının gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Her iki hattatın aynı ismi taşıması kimi zaman karışıklığa neden olmaktadır. Bundan dolayı gerek el yazma ve gerek matbu nüshalarda iki hattatı birbirinden ayırt etmek için Hafız Osman isminin yanına bazen Kayışzâde bazen de Burdurî ifadesinin kullanıldığı görülmektedir. Büyük Hafız Osman hayatı boyunca 25, Burdurlu Hafız Osman ise 106 mushaf yazmıştır. Her iki hattatın yazmış oldukları Mushaf nüshalarından bazıları günümüze kadar ulaştığı gibi kalemlerinden çıkan Mushaflar, gerek taş baskısı gerekse matbaa yoluyla da neşredilmişlerdir.
Hâfız Osman b. Ali (Büyük Hâfız Osman) (ö. 1110/1698)
Burdurlu Kayışzâde Hâfız Osman’ın yazdığı Mushaf’ın serlevha sayfası (H. 1307 yılında tamamlanmıştır.) (Mushaf, Michigan Üniversitesi Kütüphanesi, nr. 173’te kayıtlıdır.)
Aklâm-ı sittede devir açan ve on yedinci asrın büyük hattatlarından Hâfız Osman, İstanbul’da 1052/1642 yılında dünyaya gelmiştir. Haseki Sultan Camii müezzini Ali Efendi’nin oğludur. Küçük yaşta hafızlığını tamamlayınca bu unvan âdeta ilk ismi gibi kabul edilmiş ve Hâfız Osman diye tanınmıştır. İlk hocası Derviş (Büyük) Ali’dir. (ö. 1084/1673) Diğer hocası ise, rivayet edildiğine göre, karlı bir kış günü Haseki’den Eyüp semtine kadar yalın ayak yürüyerek dersine gittiği Suyolcuzâde Mustafa Eyyûbî Efendi’dir. (ö. 1097/1686) Suyolcuzâde’den on sekiz yaşında iken icâzet alan Hâfız Osman yeni bir çığır açılmıştır. Necmeddin Okyay, eline geçen bir Suyolcuzâde kıtasını hocası Sâmi Efendi’ye gösterip kanaatini sorduğunda o da bu noktaya dikkat çekerek, “Benim itikadımca Hâfız Osman, Suyolcuzâde’ye mülâki olduktan sonra Hâfız Osman olmuştur” cevabını vermiştir. Hâfız Osman, büyük hat ustası Şeyh Hamdullah (ö. 926/1520) üslûbunu öğrenmek üzere, bu üslûbu o devirde en mükemmel şekliyle bilen Nefeszâde Seyyid İsmâil Efendi’ye (ö. 1090/1679) elifbâ meşkinden başlayıp yeniden öğrenci olmuş ve ancak ondan sonra tam Şeyh yoluna girmiş ve “Şeyh-i sânilik” unvanını hakkıyla kazanmıştır.
Hâfız Osman Mısır’a, hac için Hicaz’a, birçok defa da Edirne’ye ve Bursa’ya gitmiştir. Sultan II. Mustafa’ya hüsn-i hat muallimi olarak tayin edilmiş ve padişahın ihsan ve iltifatına mazhar olmuştur. Şehzadeliği sırasında III. Ahmed’e de hat hocalığı yapmıştır. Sultan II. Mustafa’nın yazmak istediği ibareyi önce Hâfız Osman’a yazdırıp sonra buna bakarak benzetmeye çalıştığı ifade edilmektedir. II. Mustafa, kendisine meşk hazırlarken hocasının yanına oturup mürekkep hokkasını elinde tutarak “hünkârî tâzim”de bulunurdu. Dervişmeşrep bir şahsiyet olan Hâfız Osman’ın, “Artık bir Hâfız Osman Efendi yetişmez” diyerek kendisine hayranlığını belirten sultana, “Efendimiz gibi hocasına hokka tutan padişahlar geldikçe daha çok Hâfız Osman’lar yetişir hünkârım!” cevabını verdiği rivayet edilir.
Kırk yıl süren sanat hayatında devamlı olarak eser veren Hâfız Osman’ın, melekesini kaybetmemek için aylarca süren hac yolculuğunda bile kalemi elinden bırakmadığı, bu seyahati esnasında muhtelif menzillerde yazdığı ve günümüze ulaşan karalama veya cüz örneklerinden anlaşılmaktadır.
Türk hattatları içinde muhtemelen ilk defa hilye yazan Hâfız Osman, 1069’dan (1659) ömrünün sonuna kadar yirmi beş mushaf yazmıştır. Fâzıl Ahmed Paşa için 1086 (1675) yılında yazdığı, bugün nerede olduğu bilinmeyen onuncu mushafının karşılığında kendisine 350 kuruş gibi o zamana göre büyük bir meblağ hediye edilmiştir. 1097 tarihli mushaf 1298’de (1881) Sultan II. Abdülhamid’in emriyle matbaacı Osman Bey tarafından bastırılarak bütün İslâm âlemine dağıtılmış, ayrıca birkaç mushafı daha basılmıştır. Aklâm-ı sitte ile kaleme aldığı birçok cüz, kıta ve murakkaı bulunmaktadır.
Padişahlara oldukça yakın olmasına ve onlardan gördüğü iltifatlara rağmen son derece alçakgönüllü bir kişiliğe sahip olan Hâfız Osman, talebeleri çoğalınca pazar günleri yoksul çocuklara, çarşamba günleri de varlıklı aile çocuklarına maddî karşılık beklemeksizin evinde hüsn-i hat öğretmiştir. Bir gün dersten sonra hayvanına binip evine giderken, geçerli bir sebepten dolayı derse gelemeyen bir öğrencisiyle karşılaşır. Talebesinin derse gelememe sebebini öğrenince hemen hayvanının sırtından iner ve yol kenarında oturup o günkü dersi öğrencisine yazdırır.
Hat sanatının her vadisinde kalem oynatan Hafız Osman’ın talebeleri arasında İmam Derviş Ali (ö. 1127/1715), Yedikuleli Seyyid Abdullah (ö. 1144/1731), Hasan Üsküdârî’yi-Sânî– (ö. 1145/1732) saymak mümkündür. Hat silsilesi bu öğrencileri yoluyla iki ayrı koldan zamanımıza kadar intikal etmiştir ki hat sanatında bu mazhariyete ermiş başka bir isim gösterilemez.
Hâfız Osman ölümünden üç dört yıl önce felç geçirmiş, ancak uygulanan tedaviyle hastalığı hafif atlattığından yazılarında bir gerileme görülmemiştir. Kocamustafapaşa Sancaktar mahallesindeki evinde 1110/1698 tarihinde 58 yaşında vefat eden Hâfız Osman, Sünbül Efendi Dergâhı hazîresine defnedilmiştir. Mezarının celî sülüs kitâbesini, “Hüsn-i hattı biz bildik Osman Efendimiz yazdı” sözleriyle onun takdirkârı olan meslektaşı Ağakapılı İsmâil Efendi (ö. 1118/1706) yazmıştır.
Hâfız Osman Nûri (Kayışzâde Hâfız Osman) (ö. 1894)
Büyük Hâfız Osman’ın (ö. 1110/1698) 1094 yılında yazdığı Mushaf’ın serlevha sayfası. Mushaf, McGill Üniversitesi (Kanada) kütüphanesindedir.
Burdur’da doğdu. Bu sebeple Burdurî nisbesiyle de bilinir. Büyük Hâfız Osman’la karıştırılan hattat, yazdığı eserlerin ketebesinde ismini bazen Burdurî Nûri Osman Hâfız Kayışzâde olarak kaydetmiştir. İlköğrenimiyle beraber Kur’an’ı ezberledikten sonra İstanbul’a giderek dinî ilimleri tahsil etti. Bu sırada Kazasker Mustafa İzzet Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını öğrenip icâzet aldı. Hocaların hocası Mustafa İzzet Efendi’nin vefatı üzerine onun seçkin öğrencisi Muhsinzâde Abdullah Hamdi Bey’in (1832-1899) derslerine devam ederek zamanının hattatları arasında üstün bir başarı gösterdi. Hayatını mushaf yazmakla geçiren Hâfız Osman, 107. mushafını yazarken Yûsuf sûresinin 12. âyetine geldiği 4 Ramazan 1311 (11 Mart 1894) tarihinde teravih namazı kıldırdığı esnada rükûda vefat etti ve Merkezefendi Kabristanı’na defnedildi. Kaybolan mezar taşı kitâbesi Muhsinzâde Abdullah tarafından celî sülüs hatla yazılmıştı.
Daha çok İstanbul, bazen de Burdur’da oturan Kayışzâde hattatlığının yanı sıra sıbyan mektebi hocalığı, Müşir Hüsnü Paşa’nın konağında ramazan imamlığı görevlerinde bulunmuştur. Kazasker Mustafa İzzet ekolünün önde gelen hattatları arasında yer alan sanatkâr, mushaf yazmada ve nesih yazının güzelleşmesinde büyük hüner göstermiştir. Bilhassa XIX. yüzyılın sonlarından günümüze kadar pek çok defa basılarak İslâm dünyasına yayılan âyet-berkenar tertibiyle yazdığı mushaf-ı şerifler, bu ekolün diğer bir hattatı Hasan Rızâ Efendi’nin (ö. 1920) aynı tertipteki mushafıyla birlikte büyük şöhrete ulaşmıştır. “Mushaf-ı huffâz” diye de bilinen bu tertipteki mushaflar, Kur’an ezberleyenlere kolaylık sağlaması, yazısının açık, okunaklı ve güzel olması sebebiyle halk arasında da diğer mushaflara tercih edilmiştir.
Hâfız Osman, 106 mushaf yazmıştır. Bunlardan bazıları Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve İstanbul Özel Sabancı Koleksiyonu’nda bulunmaktadır. Michigan Üniversitesi Kütüphanesi II. Abdülhamid Koleksiyonu’nda da 172 ve 173 nr.larda kayıtlı iki mushaf bulunmaktadır. Hasan Rızâ Efendi ile birlikte etrafı meâlli olarak yazılan ve 1296’da (1879) Osman Bey Matbaası’nda basılan ince nesih hatlı mushafla meâlin on beş cüzünü Hâfız Osman yazmıştır.