Bizimle İletişime Geçin

Kavram

İman Nedir?

Her çağda ve çağımızda “anlam soru(n/s)u” en önemli soru/n olmuştur. Az çok düşünen her insan, “Ben kimim, niye buradayım, ne olacağım?” gibi soruları kendine sormuş ve oradan bir anlam çıkarmaya çalışmıştır. Çıkarabilmiş midir? Bu tür soruları en çok soran felsefedir ve felsefenin (dün ve) bugün geldiği noktayı felsefe tarihinden az-çok biliyoruz; nihilizm ya da hâlâ arayış.

EKLENDİ

:

İman, kelime anlamıyla emniyet ve güven; dinî anlamıyla Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Elçilerine, Âhiret Gününe (=İman esaslarına), Kazâ ve Kadere inanma; Kelamî anlamıyla, İmam-ı A’zam’a göre, söz ile ikrâr, kalp ile tasdik ve âzâ ile ameldir.

İman, insana nasıl güven/emniyet verir? İnanan, inanınca kendini nasıl güvende hisseder?

İman, sadece bir kafa/kalp konforu mudur?

İmanla nasıl bir güven hedeflenir?

Kişi imana ulaşamazsa kalbi/kafası sürekli tedirgin midir?

Bu ve bunun gibi birçok soru imanı ilgilendirir.

Öyleyse iman nasıl “bir şey”dir?

“İman edin! Kurtulun!.” sözü ne anlama gelmektedir? İman etmeyenler niye kurtulamaz?

Bismillah…

Her çağda ve çağımızda “anlam soru(n/s)u” en önemli soru/n olmuştur. Az çok düşünen her insan, “Ben kimim, niye buradayım, ne olacağım?” gibi soruları kendine sormuş ve oradan bir anlam çıkarmaya çalışmıştır. Çıkarabilmiş midir? Bu tür soruları en çok soran felsefedir ve felsefenin (dün ve) bugün geldiği noktayı felsefe tarihinden az-çok biliyoruz; nihilizm ya da hâlâ arayış…

Akılla imana ulaşılabilir mi? Ulaşılamaz diyenler de ulaşanlar da aklı kullanırlar; “aklı olmayanın, imanı yoktur.”, aklı olmayan, imanla mükellef tutulmamıştır.

Akıl, arar, bulur; bulduklarını birbirine bağlayarak, bulduklarının birbirleri ile ilişkisini kurarak çalışır. Akıl, olmayan bir şey ile ilgilenmez, olan bir şeyin ne olduğunu, ne işe yaradığını tespit eder ve varlıkta bir “düzen/hiyerarşi” arar; varlıkları sınıflandırır; maddi-manevi, somut-soyut gibi… Oralarda derinleştikçe ilimleri ortaya çıkarır: fizik, kimya, biyoloji, tıp, tarih, sosyoloji, siyaset, antropoloji, felsefe, astronomi gibi…

İnsandaki düzen arama fikri, insanı düzen kurucuya götürmüştür. Bu düzen kurucular, tarihte, “somut, soyut ya da birçok” olabilmiştir. Antik Yunan’da ve Mısırda, hatta Babil ve Sümer’de her ciddi iş bir Tanrı’ya verilmiştir: yer tanrısı, gök tanrısı, yer-altı, yer-üstü tanrıları, zamanı kontrol eden tanrı (kronos), baş tanrı (zeus), düzen kuran tanrı; tanrılar arasında iş birliği ve uyum sağlayan tanrı (apollon) vb. birçok tanrı, tanrılar panteonunda insanlardan ayrı “yukarıda” yaşar ve aşağıdaki insanlar da onlara itaat eder, kurbanlar sunardı…

İbrâhimî tek Tanrı’lı dinler, insanların ürettikleri tüm tanrıları “birledi” ve bu tanrılar arasındaki kavgaya (kaosa/karmaşaya) son verdi. Bu dinler bilindiği gibi Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm. Yahudilik, sonradan bir kabile dini hâline geldi, evrenselliği kalmadı; Hristiyanlık, teslise “battı” ve Tevhit’ten uzaklaştı; İslâm ise otantikliğini, orijinalitesini koruyor.

Biz burada İslâm’ın imanını ele alacağız.

İslâm, tüm insanları imana çağırır. İslâm’a göre iman, dünya ve ahiret saadetidir ama bu saadetin bir “bedeli ve riski!” vardır. “Bu nasıl söz?” dediğinizi duyar gibiyim; hem imana, emniyet/güven diyeceksin hem de “riskli bir şey” olduğunu söyleyeceksin!

Şöyle: İslâm’a göre her şey Allah’ın yaratmasıyla olmuş/oluşmuştur, insan dâhil. İnsana verilen her şey de Allah’ın ikramı ve nimetidir. İnsan, buraya (bu dünyaya) bir imtihan/deneme için gönderilmiştir; bu dünya geçicidir, kalıcı olan ahiret yurdudur.

İmanı kabul eden, denemeyi/imtihanı/sınavı (sınava girmeyi) kabul eden adamdır.

Diyeceksiniz ki, herkes zaten zorunlu olarak (istese de istemese de) bu denemeye/imtihana girmiyor mu?

İnanan, bu denemeye bilerek giren adamdır; inanmayan ise öylesine giren biri…

Denemeye/imtihana bilerek girmek nasıl olur? Hazırlanmakla… Risk almakla… Kendini sınamaya açık kılmakla…

İnanmayan, inanana göre, telâfi edilmesi daha zor ve daha büyük riskler alır/alıyor.

İnanan, inanmakla nasıl bir risk alıyor?

Rabbinin peşin verdiği şeyleri (malı/canı), O’nun istediği şekilde “elinden çıkarmayı” (vermeyi) göze alarak!

İman, sadece bir kafa/kalp konforu olsaydı mesele yoktu. Bugün biz imanı böyle bir şey gibi algılıyoruz sanki! Hâlbuki iman, uğrunda birtakım fedakârlıkların yapılması gereken bir şey. Dün böyle “algılanmış” ama bugün bu algı “kısa devre” yapmış; ‘zahmet çekmeden rahmete ulaşmak’, ‘armut piş ağzıma düş’, ‘kısa yoldan köşeyi dönmek’ gibi.

Dün (asr-ı saadette) çekilen eziyetler iman eziyetiydi! “Bu sıcakta savaşa mı gidilir?” diyenlere, “cehennem daha sıcaktır!” uyarıları (Tevbe 80), inanmış insana yapılan uyarıydı.

İman bugün bizim cebimizden 10 TL alamadığı gibi, aksine biz inanınca cebimizin daha çok şişeceğini tasavvur ediyoruz! Bugün biz 10 dakikamızı imana (sözgelimi namaza, ilme, hayra vs.) veremiyoruz ama saatlerce lak lak ediyoruz! Uykumuzdan/keyfimizden yarım saati fedâ edip sabah namazına kalkamıyoruz ama inanıyoruz! Eşimizle-dostumuzla mükellef sofralar kuruyoruz, o sofralara (yemeklere) harcadığımız paranın, emeğin, zamanın 1/100 (yüzde birini) bir fakire/garibana harcayamıyoruz! 10 dakika oturup ‘Bu din benden ne istiyor?’ diye merak edip Kitab’ına bakmıyoruz!

Bizim imanımız konfor imanı…

Hâlbuki imanın konforuna; denemeyi/sınavı/imtihanı kazandıktan “sonra” ulaşılacak!

Biz inanınca, kendimizi “kazandık” sanıyoruz!

“İnsanlar, denenip-sınavdan geçirilmeden sadece “iman ettik = inandık” demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar?” (29/Ankebut, 2)

Veren, verdiği her şeyle bizleri sınıyor; sınavı kazanırsak çok daha iyisini vermeyi vadediyor.

“ve lesevfe yu’tîke Rabbüke fe terdâ.” “Rabbin sana verecek ve sen de razı olacaksın.” (93/Duhâ, 5)

İman : İnsanın tüm donanımlarına (duyu, duygu, akıl, sezgi, hayal vb.) sirâyet eden, onlardan beslenen ama onların hepsini kuşatan/aşan bir şeydir; bu anlamıyla “aşkın=transandantal”, ilâhi çok büyük bir nimettir/ikramdır.

Kişi, Rabbinin burada verdiklerini “riske atmazsa!”, imanın lezzetini alamaz! Bu yönünle iman, risk almadır, kafa ve kalp konforu değil.

Kitab’ın iman ile (salih) ameli sürekli yan yana zikretmesi, kurtuluşa ereceklerin (hüsranı atlatacakların, Asr sûresi) iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler olacağını söylemesi, imanın sadece teorik bir şey olmadığına, pratik/yaşanan hayattan ayrılamayacağına ve fedakârlık gerektirdiğine işaret eder.

Çok Okunanlar