Bizimle İletişime Geçin

Din ve Hayat

İmtihan Devam Ediyor

EKLENDİ

:

 

2002 yılı parlamento seçimleri sonrası, bir taraftan heyecanlar artarken diğer taraftan hesaplar da değişmeye başladı. Kimi idealist insanlar ülkenin ve ümmetin geleceğiyle alakalı planlar yapıp, hayaller kurarken; kimileri de şahsi hesaplarını ve istikbal hayallerini güncelleme telaşına düştü. Seçimi kazanan siyasi ekibe, daha önceleri galiz hakaretler edenler, çoktan methiyeler düzmeye başlamıştı. Birileri dünyalık devşirme gayretindeyken İmam Hatipli gençlerin imtihanları henüz bitmemişti.

Kısaca seçim öncesini hatırlamak, sonrasını anlamamıza kolaylık sağlayacaktır. Malum Şubat soğuklarıyla birlikte sinsi ve şeytanî oyunlarla İmam Hatip Lisesi öğrencileri üniversitelere alınmıyordu. Kısmi çözüm kabilinden Önder İmam Hatipliler Derneği (ÖNDER), “Yıldızlar Sönmesin” sloganıyla bir kampanya başlattı. Hassasiyeti olan bazı yardım kuruluşları da, güçleri nispetinde bu projeye destek verdiler. Başarılı öğrenciler 1999-2000 yıllarında burslu olarak özel vakıf üniversitelerinde okutulmaya başlandı. Vakıf üniversitelerinde burs desteğiyle okutulan öğrenci sayısı ve maliyetleri artınca, bir de başörtülü kızlarımıza vakıf üniversitelerinde de yasak gelmesi üzerine başka çözümler arandı. Özel üniversitelerdeki bu öğrencilerin 2000 yılında Avusturya-Viyana üniversitelerine yatay geçiş yapmaları tavsiye edildi.

Farklı gerekçelerle ilk defa 1830 yılında II. Mahmud (1808-1839) döneminde Avusturya’ya öğrenci gönderilmişti. 28 Şubat döneminde de bir zorunluluk sebebiyle İmam Hatipli öğrenciler yeniden Viyana’nın yolunu tutmuşlardı. Viyana’nın tercih edilmesinin bir sebebi de Osmanlı’dan kalma anlaşma gereği Türk öğrencilerden eğitim harcı alınmamasıydı. Bunu öğrenen, yavrusunu yiyen kedi misali, kendi evlatlarına zulmetmekten haz alan dönemin cunta yönetimi, Türkiye’deki Avusturyalı öğrencilerden eğitim harcı almaya başladı. Avusturyalı öğrenci, Türkiye’de çok az da olsa bunun bir sebebi vardı, cuntacılar dolaylı olarak; “Biz anlaşmayı bozduk, bakın sizin öğrencilerinizden harç alıyoruz, siz de Türk öğrencilerden harç almalısınız” demiş oluyorlardı. Onlar da öyle yapmaya başladılar.

Mekkeli müşriklerin, “Müslümanlar Medine’ye gittiler, onlardan kurtulduk” demeyip, peşlerine takıldıkları gibi, “Başörtülü okumak isteyenler Arabistan’a gitsin!” diyenler de bu sözlerinde samimi değillerdi. Medine’ye gidenlerin tekrar dönmeleri korkusu gibi Viyana’ya gidenlerin de bir gün dönme ve hesap sorma ihtimalinden korkuyorlardı. Türk öğrencilerden öğrenim harcı alınma uygulaması maliyetleri artırsa da proje devam etti.

Viyana’da, Önder Derneği’nin burslu öğrencileri tarafından kardeş Wonder (Viyana Önder) Derneği kuruldu. Daha önce zor şartlarda kiralık evlerde kalan öğrencilere bu dernek vasıtasıyla barınma imkânı sağlanmaya başlandı.

Türkiye’nin her tarafından Viyana’ya giden öğrenciler vardı. Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesi’nden mezun olan bazı öğrenciler de gitmişti. Onların davetiyle 2002 yılında Viyana’ya gittim ve on beş gün kaldım. Bu süre içinde öğrencilerin kazanımlarını ve problemlerini gözlemleme imkânım oldu.

Viyana’dan büyük bir heyecanla döndüm. Orada akademik başarıları yüksek, Almanca, İngilizce ve kısmen de Arapça bilen, saygın, ahlaklı ve heyecan dolu gençlerle muhatap olmak beni çok heyecanlandırmıştı. Her geçen gün de sayıları artmaktaydı. Nerede kalacakları, eğitim giderleri hesaplanmıştı ama mezuniyet sonrası için sağlıklı bir plan yapılmamıştı. Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma hocamın gayretleri vardı ama yetmiyordu. Hâlbuki acilen geleceğe yönelik mezun gençlerin istihdamı ile ilgili çalışmalar yapılmalıydı. Bu hususta Türkistan Bilgesi, Ahmet Yesevi (1093-1166) harika bir örnekti. O öğrencilerini yetiştirip Anadolu’ya göndermiş ve büyük gönül fethini gerçekleştirmişti. Şimdi ise bundan sekiz yüz yıl sonra Avrupa’nın gönül fethini gerçekleştirmeye hazır erenler vardı. 2007 yılına gelindiğinde Viyana’daki Türkiye’den giden İmam Hatipli öğrenci sayısı iki bine kadar ulaşmıştı. Bu arkadaşlarımızın organize ve motive edilmesi gerekiyordu.

Etkili olabileceğini tahmin ettiğim birçok kişi ve kurumla görüştüm ve onlara hayalimi anlattım. Ne var ki tüm görüşmeler akim kaldı. Türkiye’den gelen siyasetçiler, öğrencilerle fotoğraf çektiriyor ve Viyana’yı gezip geri dönüyorlardı. Yazar-çizerlerimiz gidip konferans veriyorlar ya da seminerlerde konuşuyorlardı. Kanaatim oydu ki bunlardan daha öte bir şeyler yapılabilirdi, yapılmalıydı.

Viyana seferlerim sonraki yıllarda da devam etti. Gündemimizin önemli maddesi Viyana iken ülkemizde de farklı gündemler vardı. 2004 yılı Kahramanmaraş İmam Hatip Lisesinde “Kim müdür olacak?” tartışmalarıyla geçti. Okulun etkin bir okul aile birliği vardı. Bürokraside de etkiliydiler. “Bak bu konu da tevazu olmaz, müdürlük için seni mi teklif edelim yoksa başka bir isim mi teklif edersin?” diye bana sorduklarında. “Bu iş için, müdürlük tecrübesi olan Hacı Bey daha lâyıktır, onu müdür yapın!” dedim. Hacı Bey, vekâleten müdürlük görevini kabul etmeyince, tatilde olduğum bir gün, benim müdür olmama karar vermişler ve gerekli girişimlerde de bulunmuşlar.

Burada çok önemli gördüğüm, hocalarımdan öğrendiğim bir hayat prensibimi paylaşmak isterim; olur ki bizden sonra gelen gençlerin işine yarar. O prensibim şudur: “Hiçbir göreve talip olmamak, verilen hiçbir göreve de ‘hayır’ dememek.” İlk bakışta çok riskli gözüküyor ama zaten kaderde olan tecelli ediyor. Biz de sevap kazanıyor, ilahi yardımlara mazhar oluyoruz.

Müdürlük emri vakisine hayır demediğim için cuma günü benimle görüşen siyasi temsilciler, vali ve millî eğitim müdürüyle de görüştükten sonra; “Ekibini planla, pazartesi günü müdürlük görevine başlıyorsun” dediler. Pazartesi, salı, çarşamba ses yok. İkinci hafta yine ses yok. Üçüncü hafta, okul aile birliğinde görevli arkadaşım benimle görüşmek istedi ve durumu anlattı. Söylediğine göre; vali, benimle ilgili araştırma yaptırmış ve uygun bulunmamışım. Hatta askeriye de müdahil olmuş, onlar da istememişler. O günlerin meşhur ifadesiyle “aşırı dinci!” bulmuşlar bu fakiri. Onların uygun görmeme gerekçeleri, aslında benim şükür vesilemdi. Müdür olamadım ama zannımca “peki” demekle o işi yapmış gibi sevap kazandığımı düşünüyorum.

Daha sonra, problemleriyle gündemden düşmeyen Cumhuriyet Lisesi’nin müdürlüğü teklif edildi, ona da “olur” dedim. Vali Bey; orayı da uygun bulmamış.

Malatya’dan bir teklif geldi. “Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürü yapalım seni!” dediler. Teklife “olur” dedim. Bir hafta sonra aradılar; “Malatyalı olmadığın için müdür olmanı uygun bulmadılar, ‘müdür yardımcısı olsun’ diyorlar, ne dersin?” dediler. Yine “olur” dedim. Neticede o da olmadı. Birkaç ay sonra Malatya Yetiştirme Yurdu’nda ciddi bir olay cereyan etti. Tüm üst düzey yöneticiler görevden alındılar.

2005 yılında Türkoğlu İmam Hatip Lisesi’nden müdür yardımcılığı teklifi aldım. Prensibi bozmadım “olur” dedim. Başta ailem olmak üzere herkes karşı çıktı. “Merkez İmam Hatip Lisesi’nden ayrılıp da küçük bir ilçenin imam hatip lisesine gitmek, hem de her gün otuz km yol gidip gelmek akıl kârı değil!” diyorlardı. Kimileri de: “Sürgün mü oldun?” diyordu. Türkoğlu İmam Hatip Lisesi, ilçe nüfusuna oranla Türkiye’nin en büyük okuluydu. Gayretli insanların yönetiminde olduğu bir okul derneği vardı. İsteyen her öğrenciye pansiyon imkânı sunuluyordu. Samimi, gayretli öğretmen ve idarecileri vardı. Birkaç ay sonra okul müdürünün tayini çıktı. Bana; “Senin müdür olman uygun olur” dediler. Ben de “Olur” dedim. Müdürlük görevini, 2007 yılının Mayıs ayına kadar yürüttüm. Çok güzel günlerimiz geçti. Çok kıymetli hatıraları ajandalarıma doldurdum ve nihayet ayrılık vakti geldi.

Ülkemde hayat devam ediyor ama benim aklım hep Viyana’daydı.

2004 ve 2005 yıllarında ikinci ve üçüncü Viyana seferlerimi de yapmıştım. Sürekli projeme destek arıyordum. O günlerde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Kahramanmaraş’a geldi ve bir abimizin evinde misafir kaldı. Onun aracılığıyla Başbakana bir mektup verdim. Viyana’daki öğrencileri, problemlerini, çözüm önerilerimi ve hayallerimi paylaştım.

Bu paylaşımda şu tekliflerde bulundum:

1. Her türlü bürokrasiden uzak öğrencilerle aynı dili konuşan, onlarla samimi olabilecek ve güvenlerini kazanabilecek, kültürümüzle barışık, çağa uygun bir el, Devletimiz adına onlara dokunmalı.

2. Dışişleri Bakanlığı nezdinde öğrencilere hasredilmiş bir birim olmalı. Bu birimin başında öğrencileri anlayan ve öğrencilerin de anlayacağı bir isim olmalı. Öğrencilere suçlu muamelesi yapılmamalı. Müşfik davranılmalı. Oraya, öğrencilerimiz işleri olmasa da gelip oturmalı, çay içebilmeli. Ev sıcaklığı duymalı ve o mekânı sahiplenmeli.

3. Her fakülteden bir temsilciden oluşan, öğrenci istişare meclisi oluşturulmalı.

4. Süreli yayınlarımız (dergi, gazete gibi) olmalı.

5. Mümkünse Kredi Yurtlar Kurumu Viyana’ya yurt açmalı ve öğrencilere burs veya kredi vermeli.

6. Vakıf, dernek ve cemiyetlerle de istişareler yapılmalı.

7. Bakanlarımızın, milletvekillerimizin ve yazarlarımızın ziyaretleri bu aşamalardan sonra daha da anlam kazanacaktır. Aksi takdirde bir günlük protokol ziyaretleri öğrencilerimizi yeterince tatmin etmemektedir.

8. Öğrencilerimizin eğitim harçlarını kaldırma yönünde girişim de bulunulmalı, mümkün değilse bu harçları devletimiz karşılamalı.

Bu mektuptan sonra öğrencilerin bazı problemlerinin çözüldüğünü gördük. “Bizim mektubun etkisi oldu mu, yoksa başka şeyler mi etkili oldu?” bilmiyorum. Önemli olan sonuçtu. Elçilik görevlileri öğrencileri ciddiye almaya ve resmî işlerinde kolaylık göstermeye başladılar. Bildiğim kadarıyla öğrencilerle ilgilenecek bir birim oluşturuldu. Bazı olumlu gelişmeler olsa da, Viyana’ya giden öğrenciler vesilesiyle hayal ettiğim “Avrupa Gönül Fethi” projemi de ajandalarıma kilitlemek zorunda kaldım. Kim bilir belki bir gün bu kilitlerin çözüleceği ve hayalimin gerçekleşeceği bir zaman gelir…

Bir hayalim pörsüdü diye başka hayal kurmayacak değilim. Hayal biterse heyecan biter. Heyecan biterse insan biter. Yeni hayallerde buluşma dileklerimle…

 

 

 

Daha Fazla Yükle

Yorum Bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Çok Okunanlar