Bu soruya tabi ki çoğu kişi “Ne demek istiyorsun sen?” diye karşı duracaktır ama emin olun İslâm günümüzde ne Türkiye’de ve ne de adı İslâm ülkeleri olan topraklarda halkın dini değildir ve gerçek anlamda da halka inmemiştir.
Bugün İslâm sadece bir isim olarak halkın arasında yaşamaktadır ve bu anlamda halkın dini ve sünneti yani yaşam alanını belirleyen bir yapı olmamıştır, hızla da halkın yaşamından, düşüncesinden ve hayatından kopmakta, bir elit zümrenin elinde oyuncak olmaktadır.
Ne demek oyuncak?
Günümüzün medya kanallarına baktığımızda İslâm’ın artık adının dinî okullar olan kurumlardaki anlı şanlı öğretim görevlilerinin ve siyasi ikbal peşinde koşan İslâmî STK yöneticilerinin gündeminde bulunmaktadır. Bu kişilerin de İslâm’dan anladıkları halkın gündelik hayatında karşılığı olmayan şaz konular veya sadra şifa olmayan konuları tartışmak, İslâm’ın Naslarını çarpıştırmaktır. İş o kadar çığırından çıktı ki artık tartışılmayan hiçbir şey kalmadı. Resulullah (sav)’in aile yapısından Kur’an’ın vahyiliğine ve Rab’e kadar ulaştı.
Bu tartışmalar, İslâm’a olan ilgiyi artırmaya hizmet etmediği gibi kitleleri ürkütmekte ve İslâm’dan kaçırmakta, hatta Deizmi körüklemektedir. Çünkü hâlâ temel parametrelerini 1400 yıldır oturtamayan bir inanç sisteminin sahih olamayacağı, doğru olamayacağı yargısına götürmektedir.
Peki ne yapmakta bu kadar okumuş, hayatını bu ilimlere vermiş kişiler?
Bence kimisi bir algının peşinde koşmakta, kimisi de farkına varmadan uluslararası projelerin taşeronluğuna soyunmaktadır. Bazıları içinde İslâm/Kur’an ve Hadis sadece akademik kariyer basamağıdır ve bu kaynaklara herhangi bir kaynak gibi bakmaktadırlar.
Bu konuların sürekli gündeme gelmesi, İslâm’a zarar verdiği gibi, kitleleri de İslâm’dan uzaklaştırmakta, konunun uzmanları bunu görmemekte veya bunların amacı da zaten bu herhâlde. Bazıları da durumdan yararlanarak gerçek İslâm’ın kendi görüşleri olduğunu, İslam’ı en iyi kendilerinin bildiğini iddia edip, kitleleri kendi doğrularına davet etmektedir. Bu durum ayrılığı körüklediği gibi, amaca hizmet etmek şöyle dursun, kitlelerin tüm taraflardan kaçmasına neden olmaktadır.
Bu kişilere yaptıklarının yanlış olduğunu hatırlattığımızda Ebu Hanife’in ve diğer İmamların da tartışmalar yaptığını söyleyerek bize cevap vermektedirler. Behey gafiller, Ebu Hanife veya diğer imamlar kitlelerin önünde mi konuştu? Yoksa ilim meclislerinde mi konuştu? Konuşulan konular nerede gündeme geldi? Tabii ki ilmî kitaplarda ve bu kitaplar da sadece ilim adamlarına hitap ettiği için bu kitapların onların dışında da bir alıcısı yoktu.
Yoksa günümüzde okuryazar oranının arttığı, bilginin birçok insana ulaştığı ve bilgiyi elde etme yollarının basitleştiği ortamlardaki gibi değildi o günler. Biz bunu söylediğimizde “Neden insanların bilgiyi elde etme yollarını tıkamaya çalışıyorsunuz?” diye itham ediyorlar. Hâlbuki bu, bir bilgi değildir; bu, bir kargaşadır. Bu şekilde bilgi öğrenilmez, sadece zihinler iğdiş edilir. Çünkü bilgi için önce usul, yol ve yöntem verilir. Yarım yamalak bilgi, sadece insanları dinden uzaklaştırır. Ayrıca İslâmî bilgiler sadece kitaplardan öğrenilmez. Bu, kuşaktan kuşağa aktarılan bir gelenektir; ustasından, işin ulemasından öğrenilir ve bilgi hafızaya girmeden önce yüreğe/sadra girer, özümsenir, benimsenir, yaşanır ve sonra kitlelere sunulur.
Peki ne yapmalıyız? Nasıl halka inmeliyiz? Nasıl anlatmalıyız?
Bizim aslında dini günümüz insanlarının anlayabileceği şekilde yeniden anlatmamız, hatta anlatmakla kalmayıp yeniden kurgulamamız gerekir.
Nasıl mı?
İslâm’ın insandan istediği temel umdeler nelerdir? Nasıl bir insan tasvir etmektedir? Bunları tespit edip bu konuda talepler bütünü oluşturulmalı ve Müslüman’ı yeniden kurgulamalıyız. Çünkü, müntesiplerinin bile yaşamadığı ve yaşamaya değer görmediği bir inanç yok olmaya mahkumdur ya da artık o inanç miadını doldurmuştur. Bu nedenle dini, günümüz insanlarına göre yeniden kurgulamalıyız.
Aslında bu şekilde bir yaklaşım, İslâm’ın temel parametrelerinde bulunmaktadır. O da her asırda bir müceddidin ortaya çıkacağı fikridir. Bu, aslında bize İslâm’ın her asırda yeniden yorumlanacağı ve her asrın sorun, ihtiyaç ve algısına göre yeniden tanımlanacağı ya da tanımlanması gerektiğini göstermektedir.
Peki neler yapılabilir?
Benim yaklaşımım temel kuralları ortaya koymaktır. Sloganları ve şairi olmayan düşünceler kitleselleşemez. Kitlelere yayılan düşünceler işin pratik yönüdür. İşin düşünce ve felsefik yönü sadece belli bir elit zümrenin bildiği, tartıştığı noktalardır. Bu nedenle İslâmî eğitimlerde kullanacağımız, çocuklarımıza ezberleteceğimiz temel kurallar bütününü oluşturmalıyız.
İslâm’ın şartı beştir. Burada temel ibadetlerimiz bize kısaca ezberletilmiş ve bu ibadetleri yapmakla kulluk vazifemizi asgari düzeyde yerine getireceğimiz anlatılmıştır.
İman’ın şartı altıdır. Bu altı umdeyi kabul etmekle İslâm inanç sistemini kabul ettiğimiz gibi, İslâm’ın nasıl bir inanç olduğunu da anlamış bulunuyoruz.
Bu umdeler, Alimler tarafından çağın ihtiyaçlarına göre sistemleştirilip kitaplara girmiş ve eğitimde İslâm’ın ne olduğu ile ilgili pratik bir bilgi hâline getirilmiştir. Yani hap bilgidir.
Peki İnsan ile ilgili olanlar
Yani İslâm nasıl bir insan tasavvurunda bulunmaktadır? Yetiştirmek istediği, görmek istediği insan nasıldır? Bu konuda böyle pratik sloganlar üretilmedi. Çünkü o dönemde buna ihtiyaç yoktu. Toplum bunu gelenekleri vasıtasıyla zaten intikal ediyordu. Günümüz gibi, yenilmiş, iğfal edilmiş ve çocuklarının başka sistemler tarafından eğitildiği bir durum yoktu.
Demek ki günümüzde biz yeniden bunu tanımlamalıyız. Çünkü yenildik, şu anda mağlubiyet psikolojisi içindeyiz. Çocuklarımızı eğiten, bizi yenen galiplerdir. Onların sistemini taklit ettik.
Bu durumda tavırlarımız tepkiseldir. Ya aşırı batı hayranlığı ya da aşırı tepki (selefi, cihatçı ve modernist) göstermekteyiz. Şimdi durup düşünmeli ve yeniden kendimizi kodlamalıyız. Bu kodları da inanç sistemimizden, naslarımızdan çıkarmalıyız. Yeni bir İslâmî eğitim modeli, insan yetiştirme modeli ve İslâm’ı anlatma modeli inşa etmeliyiz.
İslâm’ın istediği insan modeli İnsan-ı kâmil’dir. Bu da tüm naslarımızda mevcut bir kavramdır. O hâlde yeni bir İslam umdemiz “İnsan-ı Kâmil Şartları”dır. Nasıl ki “İslâm’ın Şartları”, “İman’ın Şartları” varsa şimdi de “İnsan-ı Kâmil Şartları”nı, İYİ İNSAN OLMANIN ŞARTLARInı oluşturmalıyız.
Bu konuda beyin yorabilir ve temel kuralları belirleyebiliriz. Ben İslâm’ın şartlarının beş, İman’ın şartlarının altı olduğunu göz önünde bulundurarak İnsan-ı Kamil’in Şartlarının da yedi olmasını öneriyorum. Yalnız burada Emirler ve Nehiyler şeklinde iki kategori oluşturacağım. Bu şartlar Yedi Emir ve Yedi Nehiy’den oluşmalıdır. Bu şartlar şunlardır:
İnsan-ı Kâmil Olmanın Şartları (Nehiyler)
Öldürmeyeceksin!
Çalmayacaksın!
Zina etmeyeceksin!
Yalan Söylemeyeceksin!
Yolsuzluk Yapmayacaksın!
Haksızlık Etmeyeceksin!
İsraf etmeyeceksin!
İnsan-ı Kâmil Olmanın Şartları (Emirler)
Dürüst ve Güvenilir Olacaksın!
Güzel Söz Söyleyeceksin!
Sözünde Duracaksın!
Sabırlı Olacaksın!
Adaletli Olacaksın!
Ahlaklı Olacaksın!
İyiliği Emredip Kötülükten Sakındıracaksın!
Şimdi bazıları diyecek ki bunlar zaten var. Ben de zaten olmayan bir şeyi söylemiyorum ki… Zaten çözüm bizim öz kaynaklarımızda var. Sadece bazı kavramları İmanın ve İslâm’ın şartları gibi maddeleştirip insanlara temel İslâm Bilgisi diye öğretmediğimiz için bu kavramlar zamanla önemsizleşti ve insanlar, inandıkları dini yaşamaz hâle geldiler. Biz İslâm’ı sadece ibadet ve inanç eksenine sıkıştırdık. Onun insan eğitimine, dünyevi yönüne dikkat çekmedik.
Bir din ve bir inanç; insanların yaşamında yoksa o, yoktur. Bu nedenle bu kavramları İmanın ve İslâm’ın şartları kadar önemseyip dinin temel unsuru diye öğretmeliyiz.