Rabbim Hz. Âdem (as) ile başlayan İslam’ın Hz. Peygamber (sav) ile tamamlandığını bize;
‘’Bugün, size dininizi kemâle erdirdim, üzerinize olan ni’metimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum.” (Maide 5/3) ayetiyle ifade etmişti.
Peki, yaşayan Kur’an-ı Kerim olan ve Rabbimizin kitabının birçok yerinde ona uymamızı emir buyurduğu Elçisi’nin tebliğinin tamamlanması ne zaman gerçekleşti?
Ben; Veda Hutbesi’nde Peygamberimizin “Tebliğ ettim mi ya Rab!” sözleri, kendisinden sonra Kur’an ve Sünnet tavsiyesi ile 100 binden fazla Sahabesini şahit tutarak görevini Muhammed bin Abdullah (sav) olarak tamamladığını düşünüyorum.
Ancak Nübüvvet, Peygamberlik müessesesi, hilafet dört halifenin de katkısıyla Hz. Ali (ra) Efendimizin şehadetiyle tamamlanmıştır. Hatta Hz. Hasan Efendimizin 6 aylık hilafetini de 30 yıllık bu Raşit Halifeler dönemine dâhil edebiliriz.
“Benden sonra hilafet -veya nübüvvet hilafeti otuz yıldır. Ondan sonra ısırıcı bir saltanat gelecektir.” (Ebu Davud, Sünnet, 8; Tirmizî, Fiten, 48; Ahmed b. Hanbel, 4/272; 5/220, 221) hadis-i şerifi nübüvveti tamamlayan 30 yıla işaret eder.
Hz. Huzeyfe anlatıyor:
Resulullah(sav) şöyle buyurdu:
“Nübüvvet içinizde Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olacaktır. Bu da Allah’ın dilediği kadar devam eder; ardından Allah onu da –dilediği zaman- ortadan kaldırır. Sonra ısırıcı bir saltanat olur. O da Allah’ın dilediği kadar devam eder; sonra Allah dilediğinde onu ortadan kaldırır. Daha sonra ceberut bir saltanat olur; o da Allah’ın dilediği kadar devam eder, ardından Allah dilediği zaman onu ortadan kaldırır. Sonra, nübüvvet sisteminde bir hilafet olur.” (Ahmed b. Hanbel, 4/273)
Otuz seneye kadar hilafetin devam edeceğini beyan eden hadis-i şerif ile hukuki bir mesele olan ümmetin bu müddetten sonra imamsız olduğu ve bundan mesul olup olmadığı sorusuna Sadeddin Teftazani şöyle cevap verir:
“Otuz senelik halifelikten maksat, kâmil manadaki hilafettir; mutlak hilafet kastedilmiş değildir. Böyle bir itirazın doğruluğunu kabul etsek bile mümkündür ki, hilafet biter, ama imamet dönemi bitmez. Zira imamet daha umumi bir mefhumdur. Çünkü Ömer b. Abdülaziz gibi bazı kimselerin Raşid halifelerin yolunu izledikleri açıktır. Dolayısıyla hadisle anlatılmak istenen şey, kâmil bir halifeliğin bazen olacağı, bazen de bulunmayacağı hususudur.” (Taftâzânî, Şerhu`l-Akâid, 180.)
Benim asıl ifade etmeye çalışacağım konu -siyasetten uzak- Peygamberimizin (sav) örnek almamız gereken mesajının tam olarak anlaşılması ve anlatılması meselesidir.
Peygamberimiz damadı Hz. Ali’den bahsederken:
“Ben ilmin/ hikmetin şehriyim, Ali de kapısıdır. İlim isteyen kimse bu kapıdan gelsin” buyurmuştur. (Tirmizi, Menâkıb, 20; Hâkim, Müstedrek, H.No: 4612, 4613, 4614; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, H.No: 10898)
Ben buradan hareketle Peygamberimin kıyamete kadar verdiği tam evrensel mesajı şöyle açmak ve anlamlandırmak istiyorum:
- Ebu Bekir Kapısı: İman ve Sıddıkiyet Kapısı: Kâinatta en değerli hakikat iman hakikatidir. Allah katında en yüce mertebe Şehadet değil Sıddıkiyettir makamıdır. “Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler (1), (hakikatten hiç sapmamış) Sıddıklar (2), (Allah yolunda hayatını vakfeden ve canını imanına şahid kılan) şehidler (3) ve (İslam’ın emir ve yasaklarına uyan) Salihlerle (4) beraber olacaklardır. İşte onlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa 4/69)
- Ömer Kapısı: Adalet, Yönetim ve Organizasyon Kapısı: Faruk ismiyle adaletin en güzel örneklerini göstermiş, fitnelerin önünde dağ gibi durmuş ve İslam Devletinin tüm kurumlarıyla teşkilatlanmasını sağlamış, nüfuz ticareti gibi adalet ve hukukun en ince meselelerini uygulayarak İslam’ın dünya tarihindeki adalet penceresini kapanmamak üzerine açık bırakmıştır.
- Osman Kapısı: Ahlak, Hilm, Edep, Cömertlik Kapısı: “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” mesajıyla gelen Peygamberimize iki kez damat olmuş insanlığa ahlakın, hilmin, edebin en güzel örneklerini sunmuştur. Cömertliği ile İslam’ en fazla destekleyen sahabe unvanına sahiptir.
- Ali Kapısı: İlim, Şecaat ve Kahramanlık Kapısı: Çekirdekten yetişme sahabe. Küçüklüğünden beri devamlı Allah Resulünün yanında bulunmuş İlmiyle, cesaretiyle, şecaatiyle ve Peygamber neslinin devamına vesile olma şerefine nail olmuştur.
İşte Hz. Peygamber’i (sav) Kur’an-ı Kerim’in işaretiyle ve şehadetiyle (Fetih 48/29) en yakından ve en iyi tanıyan 4 kişi, 4 kapı,4 fazilet levhası ve yaşamları.
Bize düşen bu dört hayatı iyi tanımak ve bizim fıtratımıza en uygun, en yakın kapı ya da kapılardan Peygamber şehrine girmek ve temaşa etmek ve yansıtmak.
Bu dört taşıyıcı sütuna, İslam Şehri’nin dört ana kapısından örnek levhalar bu yazının boyutunu aşar. Onu okurlarımızın geniş okumalarına emanet ediyoruz.
Sadece “arife işaret yeter” kabilinden ve son zamanlarda sürekli gündemimiz olduğu için Adalet timsali Hz. Ömer’in (r.a) Kudüs’ün fethi üzerine yazdırdığı; bozulmasa kıyamet kadar sürecek barış ve esenlik yurdu haline getirdiği “Emanname” ile yazımızı tamamlayalım:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Bu sözleşme, müminlerin emiri ve Allah’ın kulu Ömer tarafından İliya halkına verilen bir emandır. Onların canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir teminattır.
Kiliseleri mesken yapılmayacak, yıkılmayacak ve kısmen dahi olsa işgal edilmeyecektir.
İçindeki kutsal eşyalara dokunulmayacaktır.
Mallarına el sürülmeyecektir.
Kimse dinî inançlarından dolayı zorlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecek ve yurtlarına Yahudiler iskân olunmayacaktır.
Buna karşılık onlar da cizye vereceklerdir.
Bunlardan kim yurdunu terk etmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Yurdunda kalmak isteyenler ise, güvende olacaklardır ve cizye vereceklerdir. Dileyen Rumlarla gidecek, dileyen de toprağına dönecektir.
Hasat elde edinceye kadar onlardan bir şey istenmeyecektir.
Bu, Allah’ın Resulü’nün, halifelerin ve müminlerin Kudüs halkına verdiği güvenlik ahdidir. Cizye ödedikleri müddetçe geçerlidir.”
Şahitler: Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Mu’aviye bin Ebi Süfyan, hicri 15 yılında hazırlandı ve yazıldı.
