İslam düşüncesinde hâkim görüş, âlemin işleyişinin bütünüyle Yüce Allah’ın iradesine bağlı olduğudur. Buna göre âlemde bir işleyiş kanunundan söz edilecekse öncelikle bunun kaynağının/dayanağının Yüce Allah olmasını baştan kabul etmemiz gerekmektedir. Bu konuda ihtilaf yoktur. İhtilaf, insan fiilleri hususundadır.
Yüce Allah’ın kudretinin insan fiillerinin oluşumuna etki boyutu nedir? Bu etki, fiilin hangi aşamasında gerçekleşir? Burada aşama dememiz, zamansal anlamda değildir. Çünkü Yüce Allah zaman ve mekândan münezzehtir, O’nun için bir şeyin gerçekleşme zamanından söz edilemez. Öyleyse buradaki zamansal aşama Allah bakımından değil, evren ve insan açısındandır.
İnsan fiilleri konusunda Mutezile âlimleri Yüce Allah’ın baştan güç vererek insanın kendi fiillerini meydana getirdiğini iddia ederken Ehl-i Sünnet âlimleri bu gücün insana fiilin oluşumu anında verildiğini, yaratmanın Allah’a, niyetin ve kastın ise kişiye ait olduğunu dile getirirler.
Her iki görüşte de yaratma gücü Allah’a bağlanmakta, verilme zamanı ve aşaması hususunda ihtilaf bulunmaktadır. Buna göre bir fiilin iyi veya kötü olması Mutezileye göre insanın iradesi ve önceden verilen güçle gerçekleşen fiiline bağlanırken Ehl-i Sünnete göre insanın iradesine bağlanır. Her iki görüşün ortak noktası insanın iradesinin/niyetinin kulun fiillerinin iyi ve kötü niteliği kazanmasında belirleyici olduğudur. Kader konusu işte tam da bu noktadan ele alınmalıdır.
Kader, evrendeki olgu ve olayların Allah’ın koyduğu ölçüye göre işlemesidir. İlahî irade tarafından konulan bu ölçüye insanın müdahale etme şansı yoktur. Evrenin içinde bir unsur olan insanın da bir kader çizgisinin ve bu çerçeveden bir özgürlüğünün bulunduğu bir gerçektir. Onun özgürlüğünün dayanağı kendisine verilen akıl ve iradedir.
İnsanın özgürlüğü niyetiyle yani zihnindeki düşüncesiyle sınırlıdır. Bunun anlamı, insan düşünce bakımından özgürdür. “Dinde zorlama yoktur” ilkesi de bunu teyit eder. Çünkü insanın tek hâkim olduğu yani istediği gibi çekip çevirebileceği tek şey düşüncesidir. Bu düşünce fiile veya söze dönüştüğünde artık insanın elinden çıkar, yani yaptığı fiilleri ve söylediği sözleri geri alamaz, hiç olmamış hale getiremez. Ama söze ve fiile dönüşmemiş düşüncesini değiştirebilir, hatta tamamen vazgeçebilir. Bundan dolayı da düşüncesinden sorumlu tutulmaz, o düşüncenin fiile ve söze dönüşmesiyle sorumluluk oluşur. Eskilerin “bin düşün, bir söyle” uyarısı tam da bu gerçeğe işaret eder. Çünkü düşünmenin maliyeti yoktur ama söz ve fiilin maliyeti vardır.
Peki, Yüce Allah insanın hangi düşüncesini esas alır? Yüce Allah için zaman ve mekân sınırı olmadığından insanın önceki düşüncesini bildiği gibi değiştirdiği düşüncesini de bilir, değişen düşüncesine göre takdirde bulunur ve kaderini belirler. Buradaki değişim Allah’ın ilminde ve takdirinde değil, kulun düşüncesinde yani niyetindedir. Ama niyet söz ve fiil aşamasına geçtiğinde artık kesinleşmiş demektir, bu aşamada kader değil kaza hali söz konusudur.
Kaza anılan kader ölçüsü ve düzeni içinde olgu ve olayların gerçekleşmesi, gün yüzüne çıkması ve insan tarafından bilinir hale gelmesidir. Bir örnek vermek gerekirse evlenen bir çiftin çocuğunun olacağı bilgisi kaderdir, çocuğun ana rahmine düşmesi ve doğması kazadır. Kader aşamasını sadece Allah bilir, insanlar ise ancak kaza aşamasında bilgi sahibi olur.
Öte yandan insanın zihnindeki düşüncenin söze ve fiile dönüşmesi Yüce Allah’ın yaratmasıyla gerçekleşir. Ancak bu yaratma fiile iyi ve kötü niteliği vermez; bilakis insanın kafasındaki düşüncesi ve özgür seçimi fiile iyi veya kötü niteliği kazandırır. Daha açık ifadeyle insanın fiillerinin iyi veya kötü, helal veya haram, güzel veya çirkin olmasını belirleyen insanın niyeti, düşüncesi, tasarlaması ve kararlılığıdır. Örneğin bir cerrahın tedavi niyetiyle “vücudu kesmesi” yararlıdır, ancak bir katilin öldürmek niyetiyle “vücudu kesmesi” kötüdür ve zararlıdır. Kötülük niteliğini “vücudu kesme” fiili değil, hangi niyetle yapıldığı belirler. Hata yoluyla adam öldürmekle kasten adam öldürmek arasındaki fark da buradan ortaya çıkar.
Bilerek ve isteyerek bir kötülük yapıp pişmanlık duyan ve tövbe eden kişiyi Yüce Allah bağışlar, ama yaptığı işi hiç olmamış hale getirmez. Çünkü olay veya olgu meydana gelmiş, geçmişe intikal etmiş ve sabitleşmiştir. Bu Yüce Allah’ın evrene koyduğu âdetullah denilen kanunudur. Buna kaderin kaza aşamasına geçmesi denmektedir. O kişi tövbeyle ilahî cezadan kurtulur ama yaptığı şeyin bedelin öder. Tıpkı Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın yaptıklarından tövbe etmeleri sonucu Allah’ın onları bağışlaması ama bedel olarak da cennetten çıkarması gibi.
Bu yüzden hata etmek ve günah işlemek bütün bir geleceği kaybetmek değildir. Kişi tövbe eder, istikamet üzere yoluna devam ederse hem dünya hem ahiret mutluluğunu kazanabilir. Hz. Âdem ve eşi Havva’ya yönelik Yüce Allah’ın şu buyruğu bugün için de geçerlidir: “Sizin için yeryüzünde belli bir barınma ve yeme-içme imkânı sağlanmıştır.” “Benden size bir yol gösterici gelecektir. Benim yol göstericime uyan kişi ne bir korku ne de bir üzüntü duyacaktır.” (Bakara 2/36,38).
Bu ayetin geniş yorumu şöyledir: Yüce Allah belli bir süre yaşaması için yeryüzünü İNSANA mekân kılmış; çalışsın, geçimini temin etsin diye orasını türlü şartlarla ve imkânlarla donatmış, ardından bütün bunları hazırlayan Rabbini hatırlaması ve teşekkür etmesi için bir YOL GÖSTERİCİ göndermiştir.
Kendi özgür iradeleriyle gönüllü olarak yol göstericiye uyan kişi, ebedî âleme intikal ettiğinde geçmiş üzüntüsünden kurtulacak, gelecek kaygısı ve korkusu taşımayacak, kusur ve hatadan arınmış olarak ebedî RAHMET YURDUNDA mutlu bir şekilde yaşayacaktır.
Ancak yol göstericiye sırt dönen, arzu ve heveslerine uyan, Allah’a isyan edip kullarına zulmeden kişi derin bir pişmanlık duyacak, her anı azap olacak, karalara bürünecek, üzüntü ve kaygı içinde kıvranacak ve kendisine hazırlanan ebedî ADALET EVİNDE cezasını çekecektir.
Geniş okumak için bakınız:
Cağfer Karadaş, Kaderin Sırrını Anlamak, Otto Yayınları.
Cağfer Karadaş, Zaman ve Mekan İçinde İnsan ve Kaderi, Emin Yayınları.
Cağfer Karadaş, Kadere İman, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.