Bazan böyle oluyor. Uzaklarda kalmış bir hayalin gölgesi, hiç beklemediğiniz bir anda çıkıp geliveriyor. Tanrı misafiridir deyip buyur ediyorsunuz. Gönlünüzü bir dergâha çevirmişseniz, gelen ne ve kim olursa olsun, hayır deme ihtimalinin bir ihtimal dahi olamayacağını bilirsiniz.
Öyle ya bu gelen kimi vakit bir hayal, kimi vakit bir dost, kimi de bir dua olur. İnsan, kalbini büyütmekle emrolunmuştur. Vakit hidayet üzereyse, vakit Allah’a adanmışsa, kalp büyümeye devam eder; gelen İblis bile olsa kalbinizin büyümesinin olumlu bir unsuru haline gelir. Çünkü kötü olanı, kötülüğün bizatihi kendisi olanı Hak’la karşılamak da kalbi büyüten işlerdendir.
Gelen bir dua ise, Hazreti Hak, bulunduğunuz mekanı yani sizi ziyaret ediyor demektir. Dua ile çerçevelenmiş bir rahmeti bırakıp gider. O an Hazreti Allah’ın size dokunduğunu hissedersiniz. Aleminiz büyür, kalbiniz büyür, her şey gözünüze başka türlü görünmeye başlar.
Dua, ihtiyacımız olan bir hususu sipariş üzere paketleyip Hazreti Allah’a iletmek değildir. Dua, hayatımıza bizatihi Hazreti Allah’ı davet etmektir. Hazreti Hak, kulundan gelen çağrı üzerine bu çağrıya tenezzül buyurduğunda, doğrudan kulunun vekili olarak davetin konusu olan şeye dokunur. Bu olağanüstü bir durumdur. Kesinlikle rahmettir. Bir kulun başka bir kul için duası ise, bambaşka bir mahiyete sahiptir. Bunu sonraki günlerde kaleme alırız inşallah.
Bu yazının niyeti aşk üzerineydi aslında.
Ancak Hazreti Allah’ın muradı başka türlü tecelli edince böyle oldu. Biz kayıtsız şartsız Ona teslim olmuşuz; O ne derse odur.
Dua da aşka dahil değil midir?