içimde biteviye sızlayan bir özlem
kime, neye veya nereye olduğunu bilmediğim
bir şarkı çalıyor radyoda
ilk nerede duydum
sürekli yolculuğa çıkıyordum
çoğunda yola çıkmadan yoruluyordum
hikâyeler anlatıyordu kirli ve beyaz adamlar
hikâyeler anlatıyordu temiz ve siyah adamlar
dinliyordum hepsini
ve gittikçe daha fazla yitiriyordum seni
hikâyeler diyorum ne kadarı yanlış olabilir ki
nasihatler veriyordu
eline fırsat geçmediği için
kötülük yapamayanlar
kendileri de tutamadan
ve ben çıkınca yola
hiçbir insan geçmiyordu yoldan
çoğul bir yalnızlıktı bu
bilmiyorum sabahlar neleri çalıyor geceden
bilmiyorum gidenler neleri götürdü bizden
ve biliyorum her şey silinip gidecekti elbette
yalnızca hüzün kalacaktı ve birazcık gülümseme belki de
birileri bir hırsız edasıyla
bu toprakların türkülerini çalarken
kendini hangi türküde hangi bedbahtın yerine koyarken
küllerini döküyordu bir yanardağ
damarlarına kükürt dolmuş bir insan gibi
birer birer ölüyordu
genlerinde Asr suresi taşıyan insanlar da
tüm tanıkları ölmüşse
mezarında yatan ölü
gerçekten yaşamış mıdır
ya da ıssız bir dağ başında
yerinden oynamış bir taş
eğer hiç kimse görmemişse
gerçekten yerinden oynamış mıdır
artık paslı iğnelerle dikiliyor yaralar
üzerlerine hastane kokusu sinmiş hayatlar
kokularını ve seslerini birbirine karıştıran apartmanlar
daha arıtılırken kirletilen sular
üzerlerindeki yolcularını ayartan dağlar
evlatlarını kirli bir çağda kaybetmiş ocaklar
ve hiçbir yere varamayan yollar
ki yamalı bir kalple nereye varılır zaten
oysa Taif’te taşlar hep üzgün
kirli ve kötü ellere geçeli beri
ve titriyordu hepsi
şekvanın arz makamına ulaşmasıyla
“ey merhametlilerin en merhametlisi” nidası
dalga dalga yayılırken kâinata
yalnız kalpler katıydı taşlar bile yumuşarken